Yaşlı mı traduction Portugais
4,331 traduction parallèle
Yani tanıştığım en iyi yaşlı adam oydu.
Ele é tipo o velho mais simpático que alguma vez conheci.
- Biliyorum. En yaşlı 50 vatandaşımızı arabayla oy merkezine götüreceğim. Tabii onları almaya geleceğimi unutmayacaklarını umuyorum.
Vou conduzir 50 dos nossos melhores cidadãos seniores às mesas de voto, assumindo, claro, que se lembram que vou ter com eles.
Ve kocam... Bugün kim bilir kaç yaşlı vatandaşımızı seçim sandıklarına taşıdı.
E ao meu marido que conduziu sei lá quantos cidadãos seniores às mesas de voto.
Evet! Benim yaşlı, şişman adamı mı oynamamı istiyorsunuz?
Querem que interprete o gordo?
Yardıma muhtaç yaşlı bir kadın gibi davrandım.
Fingi ser uma velhinha inocente.
- Yeterince yaşlıydım.
Era idade suficiente. - Idade...
Bilmiyorum. Dirk Casey, bencil ve kibirli bir yaşlı adam mı?
Não sei, esse Dirk Casey era um velho arrogante e egoísta?
Eğer oynamasını sağlayacak bir şey yapıyor olsaydım yaşlı aygır Mike Madden'a değil onlara yapardım.
Se fizesse alguma coisa... seria com estes, não a um velho como o Mike Madden.
Yaşlı G. Gordon kafayı üşüttü. Sekiz milyarıncı defa mı bu videoyu oynatıyor? Bu da ne?
O velho G. Gordon ficou maluco.
Onun, o zengin yaşlı suratına yumruğu yapıştıracağım.
Vou dar-lhe um murro naquela cara de rico, velho e branco.
Bizi ABD başkanıyla mı kıyaslıyorsun?
Estás a comparar-nos com a presidência?
Yaşlı bir herifi hiç dövmedim ama bugün ne yapacağım belli olmaz.
Nunca bati num velho, mas hoje é um bom dia.
Oda arkadaşlığı için fazla yaşlıyım.
Estou muito velho para dividir o quarto.
Çünkü, en iyi arkadaş bulmak için, çok yaşlıyım.
É que estou demasiado velha para arranjar uma nova melhor amiga.
Ben yaşlı bi adamım. Kesin!
Calem-se, os dois!
Gençliğin tecrübeye karşı olduğu bu karşılaşmayı yaşlılar mı kazanacak yoksa gençler mi?
A juventude contra a experiência, numa batalha das épocas, ou melhor, uma batalha épica.
O asker ve yaşlı kadının bir fotoğrafını çektim kamerayı indirdim bu yaşlı kadını kollarımla kaptım sanki çocuk arabasından düşen bir oyuncak bebek gibiydi.
E tirei uma fotografia do soldado com a velhota, pousei a minha câmara, e peguei na velhota ao colo e foi como pegar numa boneca de pano que uma criança tivesse deixado cair.
Bunu neden yaptım bilmiyorum fakat o yaşlı kadının vurulmasını ve ölmesini görmek istemiyordum.
Não sei porque o fiz, mas não queria mesmo ver a velhota a ser abatida e morta.
Geri kalanımız, yani bunu söylemekten nefret ediyorum, orta yaşlılar savaşı gördüler, yeterince gördüler.
Acho que o resto de nós, pessoas de meia-idade, odeio dizer isto, já tiveram guerras, estão fartas disso.
Yaşlı Tookit'in yardımı olmadan hayat kolay değildir.
A vida não é tão fácil sem a ajuda do bom velho Tookit.
Yeni bir çocuk için çok yaşlıyım ben.
Estou velho para abandonar outro.
Ben artık çocuk doğuramayacak yaşlı bir kısrağım.
Sou uma égua velha que não pode ter filhos.
Oyun sona erdiğinde, hâlâ çekingenliğim vardı ki hâlâ devam ediyor, bu yüzden sahne arkasına gitmeyip yaşlılık barım olarak nitelendirdiğim Troika'da, son bir içki içmeye karar verdim.
Quando a peça terminou, ainda me sentia um pouco constrangido e alguma timidez, que ainda tenho, e nem fui aos bastidores. Decidi beber um copo no que consi - dero o meu bar geriátrico, o Troika.
Metroda insanları aydınlatan yaşlı bekâr bir bayan olacağım.
Serei uma velhota solteira a exibir-me no Metro.
İçinde "Yaşlı" geçiyor ve bütün vücuduma sıktım.
- Sim, é velho e espalhei-o em mim.
Çünkü ben yaşlıyım, ve onlar ise insanlığın geleceği, birden çok etnikli, birden çok cinsel düşünceli bir kovan, ve benimle hiç bir şey yapmak istemiyorlar.
Porque sou velho e eles o futuro da Humanidade, consciência coletiva de sociedades multiculturais e multissexuais, e não querem nada comigo. - Não são assim tão porreiros.
Jess, bana yardım etmelisin - onlara yaşlı olduğumu unutturmalısın.
Jess, tens de me ajudar a ajudá-los a esquecer como sou velho.
Aman tanrım, bu o merdivenlerdeki yaşlı adam.
É o velho das escadas.
- Hey, hey, Charles, Demin burdan geçip giden bir ayağı çukurda olan, o yaşlı, tamam mı?
Charles, aquela coisa decrépita que passou aqui agora?
Sadece yaşlıyım.
Estou só velho.
Göründüğümden bir yüz yıl kadar daha yaşlıyım ben.
Sou cem anos mais velha do que pareço.
Bakalım yaşlı keçinin nesi varmış.
Deixem o cão ver o bode velho.
Sadece kolum değil. Senin için çok yaşlıyım.
Não é só o meu braço, sou muito velho para si.
Tamam yaşlıyım da o kadar da yaşlı değilim.
Eu sou velho, mas não tanto.
Sanırım yaşlı Neutron'un... İşi bitmiş gibi.
Acho que o Neutrão ficou sem energia.
Hayır, bunun yüzündendi ayrıca çok da yaşlıyım.
É só por causa disto e de eu ser muito mais velho.
Yaşlı hanımın kucağına bir tabak yemek boşaltan ben olsaydım,... filmlere gitmeye iznim olmazdı.
Se eu lançasse um monte de comida no colo da velhota, não me deixariam ir ao cinema.
Yaşlı bir kadın gibi kuruntu yaptığımı mı düşünüyorsunuz?
Está a quer dizer que pareço uma velha rabugenta.
Ben bir sürü düşmanı olan yaşlı bir adamım.
Sou um velho com muitos inimigos.
"Şeker mi şaka mı?" için çok yaşlı değil misiniz?
- Não passaram a idade de pedir doces?
- Tamam, yaşlıyım.
- Sim, sim, sou velho.
Seni de yanıma alacağım, yaşlı adam!
Vou levar-te comigo, velhote.
Genelde yattığım kızları yaşlı pop şarkıcılarıyla karıştırmam
Eu não confundo as mulheres com que durmo com artistas pop contemporâneos.
Bunun için çok yaşlıyım.
Estou velho demais para isto.
Ormanda dolaşmak için fazla yaşlıyım sadece.
Estou muito velho para andar no campo.
Bırak senin için taşıyayım, yaşlı adam.
Aqui, deixa-me levar isso por ti, velhote.
Şansımıza sertifikalı bir yaşlı bakım profesyoneli tanıyorduk ve kendisi bize 8 saatlik zorunlu kişisel eğitim vermeyi kabul etti.
Felizmente para nós, conhecíamos uma pessoa qualificada na assistência a idosos, que concordou em dar-nos as oito horas obrigatórias de treino de idosos.
Benim yaşlı babacığım.
És o meu velho.
Ve yaşlı hanım şimdiye kadar hiç yanılmadı.
E a velha miúda ainda não se enganou.
Ben biraz daha yaşlıydım ve siz bana yardımcı olduğunuz için şanslıydım.
Mas era um pouco mais velho e tive sorte porque vos tinha a vocês.
Bu yüzden aklı yerinde olan bir yaşlı bulup ona neyi doğru yaptığını sormam lazım.
Então, preciso de encontrar um velhote que ainda esteja lúcido, para poder perguntar-lhe o que é que fez bem.