Fı перевод на португальский
94,278 параллельный перевод
Buradaki fırsat bir onkoloji uzmanıyla yatmaktı.
Não. Era para comer um oncologista.
Üç rahip bir tavernaya giriyor ve hayır, bu bir fıkra değil.
Entram três padres numa taberna. Não, não é uma anedota.
İyi araya karışma denemesiydi yakışıklı, fırça saçlı orospu çocuğu seni.
Boa tentativa de se misturar connosco, seu sacana jeitoso de farta cabeleira.
Ayak parmaklarımdan biri düştü, bu gözüm de fırlayıp duruyor.
Um dos meus dedos caiu e este olho gosta de fugir.
Tansiyonu sıfıra sıfır.
Tensão arterial 0 / 0.
- Sana daha başında katılma fırsatı veriyorum.
- E vou deixá-lo participar desde o início.
O halde onlara bir sıfır fazla gördüğünü söylersin, çünkü benden alacağın bu.
Sugiro que lhes diga que lhe acrescentou um zero por engano. - Porque não levará nem um centavo mais.
Ben de Siri ve Alexa'nın bizim cihazımızın yanında mini fırın kaldığını söyleyeyim.
Mas saibam que o nosso aparelho faz a Siri e a Alexa parecerem torradeiras.
Göğsünüzü kabartıp ofis politikalarına devam mı etmek istersiniz yoksa sizi en üstlere çıkaracak bir fırsatı duymak mı istersiniz?
Então, quer inchar o peito e fazer política de escritório, ou quer ouvir falar de uma oportunidade que poderá lançar os dois para o topo da escada?
Size erkenden salınma fırsatı teklif edildi ve kabul ettiniz.
Ofereceram-lhe um acordo para sair mais cedo e aceitou-o.
Olabilme fırsatı ayağıma geldi ama elimin tersiyle ittim.
Surgiu uma oportunidade para me tornar advogado e eu recusei-a.
O yüzden aynı fırsat ikinci kez ayağıma geldiğinde kabul ettim.
Portanto, quando a oportunidade surgiu pela segunda vez, eu aproveitei-a.
Tansiyonu fırladı. 105'e 62.
A pressão arterial está a subir. 105 / 62.
Bu teklifimle sana piyasaya kendini yeniden tanıtma fırsatı sunuyorum. Axe'ten her şekilde ayrı biri olarak, bağımsız biri olarak.
- É um desafio e a chance de se redefinir neste meio, como independente, separada do Axe em tudo.
Beton zemin, sıfır pencere ve bir tuvalete ne dersin?
E soalho de cimento, nenhuma janela e uma latrina?
Haydi T. Fırsatın varken değerlendir.
Vamos, T. Aproveita enquanto há.
Şimdi gidip altı fıçıyı da kendim mi almam gerekiyor?
Agora tenho de ir buscar seis barris sozinha?
Sadece elimize bir fırsat geçtiğini düşünüyorum.
Acho que temos uma oportunidade.
Yedi adil ücretle daha çok iş fırsatı, ırk, statü ve şöhretten bağımsız olarak tüm mahkumlara eşit muamele.
Sétima : mais oportunidades de trabalho, salários justos e igualdade de tratamento, independentemente da raça, estatuto social ou grau de celebridade.
Sizin böyle bir sorumluluğunuz yok ve başka bir melankoli fırtınası...
Vocês não têm essa responsabilidade e deviam fugir desta triste história...
Ne güzel bir fırsat.
Que grande oportunidade.
Bende pazarını genişletmeye yardım etmek için bu fırsatı değerlendirdim.
Aproveitei a oportunidade para os ajudar a expandir o seu mercado.
Bana elini bile sürmeden duvara fırlattın.
Acabaste de me atirar contra a parede sem encostar um dedo em mim.
Beni odanın diğer ucuna fırlatabiliyorsan kapıyı da açabilirsin.
Se me consegues atirar através da sala então consegues abrir essa porta.
Bunu az önce uzaya fırlattım.
Acabei de atirar este tipo para fora pelo porão de carga.
- Tabancalarınızı kılıfına koyun!
Guardem as vossas armas! - Sim, façam isso, por favor.
Daxam'da bu yaratıklar için sıfır hoşgörü politikası vardı.
Em Daxam tínhamos uma política de tolerância zero relativamente a estas... - criaturas.
O kadar uzun zamandır sana takılı kalmış ki dışarıdaki fırsatların farkında deği.
Ela tem andado entretida contigo tanto tempo que nem sequer sabe o que existe por aí.
Ve o sadece fırsat olarak ayağımıza mı geliyor?
E ele, simplesmente, cai-nos no colo?
O bir Hoshin fırkateyni, Kazark filosunun en iyisi.
É uma Fragata Hoshin... a melhor da Frota Kazark.
Gemiyi yüklenen uzaylılarla beraber fırlatın.
Lançar a nave com os extraterrestres já a bordo dela.
Fırlatmayı durdur.
Interrompa o lançamento.
Fırlatmamla oynarsan Jeremiah, bütün ailene savaş açarım.
Interfere no meu lançamento, Jeremiah... e declararei guerra contra toda a tua família.
Şimdi fırlatmayı durdur.
Agora... interrompa o lançamento.
Fırlatmayı içeriden durduracağım.
Interromperei o lançamento do interior.
- Ben fırlatmayı durduracağım.
Vou impedir o lançamento, está bem?
Uzak yörüngeye doğru bir uzay aracının fırlatıldığı saptandı.
- Estou a detectar o lançamento de uma nave espacial numa trajectória hiperbólica.
Algılanmamış bir fırlatmayla karşı karşıyayız.
Temos um lançamento estranho.
Seni zayıf göstereceği için onu kovamadığını kimsenin söylemediği gibi.
Tal como ninguém me disse que não pode despedi-lo porque parecerá fraco.
Bize karşı üstünlük kurmanın tek sebebi zayıf noktamı bulmuş olmandı.
Só conseguiu atingir-nos porque descobriu o meu Calcanhar de Aquiles.
Bir zincir en zayıf halkası kadar sağlamdır.
- Não precisas de me proteger.
- Samson'ın zayıf noktasını öğrenmemiz gerek.
- Diz-me. - Quero o ponto fraco do Walter Samson.
Kim olduğunu bilmiyorum ama herkesin bir zayıf noktasının olduğu ya da ahlaksız olduğu bir dünyada yaşamak güzel olmalı.
Não sei quem é, mas deve ser bom viver num mundo onde toda a gente tem um ponto fraco e falta de ética.
İstediğin kadar zayıf nokta ara.
Portanto pode procurar um ponto de pressão à vontade.
Belki de zayıf yanlarımı öğreniyorsun.
Talvez esteja só a conhecer as minhas fraquezas.
Yaşın, yeteneklerin, buradaki herkeste olması... Lisede birçok boş gecen olmuştur eminim. Sınıf arkadaşların ödevle ya da köprü altında kafa bulmakla vakit doldururken.
A idade, a perícia, o facto de todos terem um e de teres tido muitas noites livres enquanto os outros miúdos faziam os TPC ou fumavam debaixo da ponte.
Ona acı çektir, tamam. Shayleen'e karşı kızgın ol. O zayıf biri ama Boyd'a daha da kızgın ol.
Fique magoado... zangado com a Shayleen, mas mais zangado com o Boyd.
Belki Piscatella'nın "P" si yerine orospu çocuğunun "O" suna koymuştur.
O processo do Piscatella não está na letra "P", deve estar na letra "F" de filho da puta.
Kıyı, varoluşumuzun fani doğasına zayıf tutunuşumuzu, çalkantılı sular, kendi hayatlarımızın sıkıntılarını temsil ediyor.
A costa representa a espera ténue na natureza da existência mortal e as águas turbulentas representam os problemas nas nossas vidas.
O yüzden... arkadaş edinmek için... altıncı sınıf yetenek yarışmasına katıldım.
Então, decidi... para conseguir fazer amigos que iria... participar num concurso de talentos para miúdos do 6º ano.
Zayıf olmaktan hoşlanmıyorum.
Porque... não gosto de me sentir vulnerável.