Bu olanaksız Çeviri İngilizce
171 parallel translation
Bu olanaksız.
It's impossible.
Bu şartlar altında, korkarım bu olanaksız.
Under the circumstances, I'm afraid that's impossible.
Bu olanaksız.
That's impossible.
Efendim, bu olanaksız?
Sir, that's impossible.
Üzgünüm, Bayan Parker, fakat bu olanaksız.
I'm sorry, Mrs. Parker, but that's impossible.
Fakat bu olanaksız.
But it's impossible.
Bu olanaksız, Sayın Yargıç.
That's impossible, Your Honor.
Bu olanaksız.
That is impossible.
Ama bunu yapamaz. Bu olanaksız.
But he can't do this.
Sanırım artık bu olanaksız.
I suppose that's out of the question.
- Bence, korkarım ki bu olanaksız.
In my opinion, I'm afraid it's impossible.
- Şaka mı yapıyorsun? Bu olanaksız.
That's impossible.
Ama bu olanaksız.
I can't understand that.
Bu olanaksız.
- You're making a scene - [Scoffs] This is impossible
Bu olanaksız!
It's impossible.
Bu... Bu olanaksız.
It's-It's not possible.
Hayır, bu olanaksız olurdu.
No, that would be impossible.
Bu olanaksız olurdu.
That would be impossible.
Hayır, Agrippina, bu olanaksız!
No, Agrippina, that is not possible!
- Bu olanaksız.
- That's impossible!
Ama bu olanaksız.
Well, that's impossible.
# Hayır hayır, 120 olmaz. Hayır, bu olanaksız.
No, 120 is impossible.
- Bu olanaksız, adam çıldırmış.
- That's impossible, the man's insane.
Onun saat 22 : 00'de burada olduğundan ve yüzünü açıkça gördüğümden eminim. Bu olanaksız.
That's impossible.
Bu olanaksız.
this isn't possible.
Bu da olanaksız.
But that's impossible too.
Bu resmen olanaksız.
It's downright impossible.
Bu uğursuz yerde gözümü kırpmam olanaksız.
I won't be able to close my eyes in this sinister house.
Gizli olarak, Bay Holmes, böyle bir hareket tartışıldı fakat dolaşımdaki bütün beş sterlinlik banknotları değiştirmek üstesinden gelinmesi olanaksız bir iş olacaktı. Bu güne kadar da bu konuda hiçbir şey yapılmadı.
Confidentially, Mr. Holmes, such a move was discussed but replacing all the five pound notes in circulation would be such a herculean task that nothing's been done about it as yet.
Bu kadar sık tek başıma çekip gitmek benim için olanaksız.
Unable to return soon.
Bir yol bulacağız. Fakat bu olanaksız.
But that's not possible.
Madem ki benden daha yakışıklı olanları ezmek, azarlamak ve yönetmek dışında bu dünya zevklerinden tat almam olanaksız, ben de tacı ele geçirme düşünü kendime cennet yaparım.
Then, since this earth affords no joy to me... but to command, to check... to o'erbear such as are of better person than myself...
Bu hiç de olanaksız değil.
That's not beyond the realm of possibility.
Bu benim daha önce yaşadığım yere dönmemi olanaksız kıldı.
Which made it impossible for me to return to the place where I'd been.
- Ama bu olanaksız.
- But that's impossible.
Ne var ki, bu görevin başarılması olanaksız.
The task is simply impossible.
Bu kadar dehşete düşmüş birisini daha önce hiç görmedim veya korku gerilimini serbest bırakmayı olanaksız kılan birisini.
I've never seen anyone so terrified... or so unable to release her fear tensions.
Bu neredeyse olanaksız.
That would be quite impossible.
Bu vahşi ile oynaşmak olanaksız.
Savage is impossible.
- Bu olanaksız.
- That isn't possible.
Bu senin insan beynine tedavisi olanaksız bir zarar verebilir.
It could cause irreparable damage to your human brain, doctor.
Bu dağlar, yalçın doruklar, uçurumlar insanların girmesini olanaksız kılıyorlar.
This circle of mountains, jagged peaks, deep cliffs could be the perfect barrier against man and the elements.
Sarhoş sürücü davası olarak, bu basit ama olanaksız.
As a case of drunken driving, it's simple but impossible.
Bu yüksek hızda makinemizin savunmamıza dair açığa vurabileceği şeyleri tespit etmemiz olanaksız.
At this speed we cannot determine.. what our machines may reveal.. of our defenses.
Vay, bu telaffuzu olanaksız bir dil.
Wow, this is unpronounceable language.
"... ve bu da ondan istifade etmeyi olanaksız hale getirir. "
" making ripocal exploitation impossible...
"... ve bu da ondan istifade etmeyi olanaksız hale getirir. "
" making ripocal exploitation impossible.
Bu nedenle, hemen eve dönmem olanaksız. Onu sevdiğimi biliyorsunuz.
It is therefore impossible for me to come home now.
Ama bu, olanaksız.
But, that's impossible.
Evet. Yeni ve eksiksiz bir ilişki, bu senin için olanaksız.
A new and complete relationship, that's impossible for you.
Aslında, bu defa olanaksız bir program yaptım.
Actually, I ´ m on a practically impossible schedule this time.
olanaksız 58
bu olabilir 58
bu olsun 16
bu olmaz 67
bu olmayacak 50
bu olay 48
bu olacak 24
bu olur 45
bu olamaz 268
bu olur mu 39
bu olabilir 58
bu olsun 16
bu olmaz 67
bu olmayacak 50
bu olay 48
bu olacak 24
bu olur 45
bu olamaz 268
bu olur mu 39