Fı Çeviri İngilizce
152,421 parallel translation
Bu fırsatı tepersek hepsini kaybedebilir.
If we pass on this, he could get nothing.
Bir yanlış harekette mandal aortundan fırlar.
One wrong jostle and that clip pops off his aorta.
Bir daha görememe ihtimaline karşı, hepimizin Cabe'i veda etme fırsatı oldu.
We all had a chance to say good-bye to Cabe in case we never see him again.
Pekâlâ, ortadan kaybolduğum için bana kızgındır eminim, ama bilirsiniz fırsat çıktığında uzanıp almak zorundasınızdır.
Well, I'm sure she's mad at me for disappearing, but you know, when opportunity arises, you just have to reach out and grab it.
- Benimle fıçı barakasına gelir misin?
Come to the barrel shed with me?
Çocukken seni derin sulara fırlattım ama sen kendi başına nasıl yüzeceğini öğrendin.
I threw you in the deep end when you were a child, but you learned how to swim on your own.
Bu fıskiyelerin açılma şansı var mı?
Uh, any chance these sprinklers go off?
- Bilgi alma toplantısını bir fırça atma dersine döndürdü.
He's turned his debriefing session into a dress-down lecture.
Birlikte bir kuruluş inşaa ettik ve ona yardım etmenin en iyi yolu... -... onu en derin sulara fırlatmak.
We've built a foundation together and the best way to help him is to... throw him into the deep end.
Yeni bir yaklaşım deniyorum ona yardım etmenin en iyi yolu onu en derin sulara fırlatmak.
I'm trying a new approach, and best way to help him is to throw him into the deep end.
O siloya git ve boşaltma hortumunu bekletme tankına bağla... -... sonra da dışarı çık, fırtına gibi.
Go in that silo and connect a drainage hose to the holding vat, then get out, on the double.
David ve Robbie hedef mi alındı yoksa fırsat kurbanı mı oldu öğrenmeliyiz.
We need to determine if David and Robbie were targeted or if their abduction was a crime of opportunity.
Çocuk yolda olduğundan böyle bir fırsatı kaçırmak istemedik.
And with the little one coming, I mean, we just, we couldn't let an opportunity like this pass by.
Bunlar fırsatçı bir suçludan beklenen mesafeli cinayetler değil.
These were not the cold, dispassionate kills you'd expect from an opportunistic offender.
Sadece yerde birkaç fıstık kabuğu vardı. O muhteşem siyah çizmelerinden düşmüş olmalı.
Just some peanut shells on the floor that must have... fallen from his glorious black boot.
Neden sadece cümlenin bir kısmında fısıldıyorsun?
Okay, why are you whispering only part of a sentence?
Günümüz insanının, mazinin latif eğlencelerine tahammülleri yok. Kafalarını aslanların ağzına sokan adamlar top güllesinden fırlatılan talihsiz ufak tefek insanlar.
People today, they don't have the patience for the more elegant pleasures of yesteryear... men putting their heads into lion's mouths, unfortunate little people being shot from cannons.
Endülüs fındığınız var mı acaba?
Do you happen to have any Andalusian filberts?
Sırf onu incitmemek için elindeki mutluluk fırsatını teptiğini düşünmekten nefret edecek olan oğlun.
Your son who'd hate to think you threw away a shot at happiness just to protect his feelings.
Fıstık tadını veren nedir?
What gives it that nutty taste?
- Fıstıktır bir tanem.
It might be nuts, sweetheart.
- Hayır, içine fıstık koymaz ki.
Oh, no, he wouldn't put nuts in it.
Onların daha birçok fırsatı olabilir.
Oh, come on. They have other opportunities.
Elimizdeki fırsatları en iyi şekilde değerlendiririz.
We're always looking for opportunities.
Fısıltıların kimden geldiğini öğrenmek istiyorsun.
You want to know who's been whispering in my ear.
Daha sessiz fısıldayın Bay Sweeney.
- Whisper quieter, Mr. Sweeney.
Bu vakıf belgeleri Maia tarafından imzalandı.
These foundation documents were signed by Maia.
Yaptım ama o zaman elimde kalın fırça vardı ve orası da çukurdu.
I did. But there's thick brush there and a gully.
Ortada pencereden fırlatılan uyuşturucu var.
It's the drugs thrown out the freaking window.
Alış-veriş-fırsatiş'e dönüşen bir hata.
A mistake that I turned into a "shopportunity."
Dick'le 15 yıl geçiren kadını tanıma fırsatı buldum.
It gives me a chance to get to know the woman who spent 15 years with Dick.
Sana çok kızgınım! Sonra içkini bana fırlat!
I'm so mad at you, then throw your drink at me!
Gofret çalabiliriz! Al Roker'a idrar fırlatırız!
We can steal candy bars, throw urine at Al Roker. "
Biri sana gevrek mi fırlattı?
A man flipped cereal at you?
Ayrıca ben de peynir yeme fırsatı yakalarım.
Plus, it gives me a chance to just hang out and eat some cheese.
Bu fırtına silah nişan dürbünlerimi mahvediyor.
This storm is wreaking havoc on my scopes.
Fakat fırtına sağ olsun onun nerede ve ne olduğuna dair kesin bilgiler elde edemiyorum.
But thanks to the storm, I can't get a precise reading about where or what it is.
Bu fırtına yaptığım boyaları fena halde bozacak.
SABINE : ( GROANS ) This storm is gonna seriously damage my paint job.
Askeri sınıfı.
SABINE : Oh, yeah. Military grade.
Bunun nedeni zayıf elektrik akımının sinir uçlarını uyarması.
That's just the weak electrical current stimulating nerve endings.
Zayıf geliyor... -... ama bu sesi nerede duysam tanırım.
It's faint, but I'd know that sound anywhere.
Bu birinci sınıf bir sahte kimlik hem de tüm malzemeleri fotokopiciden.
This is one quality fake ID, all with supplies from the corner copy shop.
K-E-I-F-T-H.
K-E-I-F-T-H.
A.B.21.Y.P.İ.G.T
D.O.J.P. A.T.C.T.F.
Sunduğumuz her örnek, hırslı kürtaj karşıtlarının zayıf, yardıma muhtaç kürtaj yanlılarını korkutmalarını gösteriyor.
Every example we've used is about passionate pro-lifers intimidating poor, helpless little pro-choicers.
Vakıf.
The foundation.
- Vakıf kısmına geri dönmek isterim.
Well, I'd like to turn to the foundation.
65 milyonluk bir vakıf söz konusu ancak tek bir kez kurul toplanmış.
Well, it's a foundation with $ 65 million in assets... and you only met once?
- Vakıf fikri bana ait değildi.
Well, the foundation wasn't my idea.
Bizim konuşmamız Maia'nın vakıf ile ilişkisi ile ilgili. Diane Lockhart'ın tavsiyeleriyle ilgili değil.
Our proffer is about Maia's involvement with this fund, not Diane Lockhart's advice...
Vakıf ilgili sorun mu var?
Is there something wrong with the fund?