Dû Çeviri Fransızca

Epey gerilere gideceğim ama... muhtemelen İkinci Dünya Savaşı'nda başladı.

C'est peut-être tiré par les cheveux... mais ça a dû commencer à la Seconde Guerre mondiale.

O adamların birçoğu da Avrupa'dayken... Gerçekçi konuşuyorum, kabalık etmek için değil. Muhtemelen beyaz kadınlara sakso çektirdiler.

Et ces hommes, lorsqu'ils étaient en Europe... pour être honnête et sans me montrer vulgaire, ils ont dû se faire sucer par des Blanches.

Diğer yandan, kız da onun iki ayağını bir pabuca sokmamalıydı.

D'un autre côté, elle n'aurait peut-être pas dû l'énerver.

"amcık suyu" ile biten 40'tan fazla şaka yazmışımdır ve hepsi de her seferinde az ya da çok, güldürüyor.

J'ai dû écrire au moins 40 blagues avec "jus de chatte" en chute. Et elles ont plus ou moins marché à tous les coups.

Hiç karışmamam gerekirdi ama merak ettim.

J'aurais pas dû m'en mêler, mais ça m'intriguait.

Keşke sormasaydım.

J'aurais pas dû lui demander ça.

Hepsini karıma anlatmam gerekti.

J'ai dû tout expliquer à ma femme.

Chappelle's Show'un ikinci sezonu yeni bitmişti.

Je venais de finir la deuxième saison du Chappelle's Show.

Spekülasyon çağındayız.

C'est l'âge du tourbillon.

Hiçbir şeyi planlı yapmayan insanlar için.

C'est pour ceux qui n'ont pas fait de planning du tout.

Ayakkabı bağcığı, çikolata ve birçok ufak şey için penislerin emildiği günler.

On faisait des pipes pour des lacets ou du chocolat, et des choses très frivoles.

Fransa'nın güneyini görmüşlüğün, bir Crunch için sakso çektirmişliğin varken Amerika'ya dönüp otobüsün arkasına oturmak çok zor.

C'est dur de revenir en Amérique et de s'asseoir à l'arrière du bus après être allé dans le Sud de la France et s'être fait sucer pour un Crunch ou un truc du genre.

Avrupa'da bunlar yaşanırken Amerika'da ise ilk defa milyonlarca kadın topluca iş gücüne dâhil oldu.

Pendant que ça se passait en Europe, ici, en Amérique, pour la première fois, les femmes sont entrées en masse dans le monde du travail. Par millions.

"Hayır.", "Kapa çeneni." ve "Canım istemiyor." gibi şeyler.

Des choses du genre : "Non" et "Ta gueule" ou "J'ai pas envie".

Kent Devlet Üniversitesi'nde ya da Mississippi'de Vietnam Savaşı'nı protesto eden öğrencileri de vurdular.

On pouvait être un étudiant à Kent State, ou au Mississippi, contre la guerre du Vietnam, et on vous descendait aussi.

Tecavüzün Steph Curry'si resmen.

C'est le Stephen Curry du viol.

Dedim ki, "Bu insanlar belli ki Dr. Cosby'nin mirasını örselemek istiyor."

J'ai fait : "Ces gens essaient de détruire la carrière du Dr Cosby."

Biftekler, pirzolalar, tereyağlı mısırlar.

Il y avait des steaks, des côtelettes, du maïs beurré.

Duydum ki Martin Luther King, Lincoln Anıtı'nın basamaklarında "Bir hayalim var," dediğinde konuştuğu mikrofon ve hoparlörlerin parasını Bill Cosby ödemiş.

Quand Martin Luther King s'est tenu sur les marches du Lincoln Memorial et a dit qu'il avait un rêve, il parlait dans un micro que Bill Cosby avait acheté.

Epey güzel.

Pas mal du tout.

Evet, pek hoşuma gitmedi.

Oui, ça fait pas du bien.

Söyleyecek hiçbir şeyim yok. "

J'ai rien à dire du tout. "

"Sakin ol dostum." falan diyorlar.

Ils me font : "Du calme."

Ama beyazlardan biri öne çıkıp " Bu hiç mi hiç hoşuma gitmedi.

L'un des mecs blancs s'approche et dit : " J'ai pas aimé du tout.

Daha önce beyaz çocukların kaderini tayin edebileceğim bir konumda bulunmamıştım.

Je ne me suis jamais retrouvé dans une position où je pouvais décider du sort de jeunes Blancs jusqu'ici.

Ebola'nın başlangıcını hatırlıyorum. İki Amerikalı doktor Afrika'da yakalanmıştı.

Je me souviens qu'au début du virus Ebola, deux docteurs américains sont tombés malades en Afrique.

Göğsüne Vicks sürüp yolladılar.

Ils n'ont mis que du Vicks sur son torse.

Geçen ay The New York Times'ın manşetinde kızamık vardı.

Le mois dernier, à la une du New York Times, la rougeole faisait les gros titres.

Gazetenin tarihine bakmam gerekti.

J'ai vérifié la date du journal.

Kime dediğini bilmiyorum ama karşısındaki her kimse "Bunun intikamını alacağım kaltak," demiş olmalı.

Je ne sais pas à qui elle a dit ça, mais le mec l'a regardée du genre : "Tu vas me payer ça, pétasse."

"Bu kaltak bana nasıl'zenci'der? Hem de bana tavuk kızartmayı kendisi öğretmişken. Hiç adil değil," dedim.

" Pourquoi cette meuf me traite de nègre alors qu'elle vient de m'apprendre à faire frire du poulet?

AIDS olduğunu bile söylemedi adam ya, şahsen sevgilim olsa ilk söyleyeceğim şey bu olurdu.

Il n'a même pas parlé du fait qu'il avait le sida, c'est la première chose que j'aurais dite à ma copine.

O ihtiyara sakso çekmiş.

Elle a sucé la queue du vieux.

Kentucky Fried Chicken'a gitsem ve herhangi bir sebepten ötürü tezgâhın arkasındaki herkesin başında Ku Klux Klan kukuletası olsa bu çağda ne yaparım sizce?

Si j'allais à Kentucky Fried Chicken et que, pour une raison ou une autre, tout le monde à la caisse portait une cagoule du Ku Klux Klan sur la tête, je ferais quoi, à votre avis?

"Yanında bisküvi de ister misin pis zenci?"

"Vous voulez du pain de maïs avec ça, le négro?"

Ben de diyorum ki, " Vay be, cidden süper.

Je me dis : " Ça fait vraiment du bien.

Ne olacağı sikimde değil.

Je m'en fous du reste.

Diğer bir büyük spor haberi de Ray Rice'ın videosu.

L'autre grand fait divers du sport était la vidéo de Ray Rice.

Martin Luther King etrafta gezip beyazlara ton balıklı güveç atsa işe yarar mıydı?

C'est comme si Martin Luther King jetait du pot-au-feu sur les Blancs. Ça servirait à rien.

Amcık suyu. "

C'est du jus de chatte. "

Artık her nedense vakanın başındaki dedektif, konuk oyuncu olan Lil Wayne. Tamam mı?

Je ne sais pas pourquoi, mais Lil Wayne joue en guest le rôle du détective de l'enquête.

"Bu suç mahalline başka giren oldu mu?"

"Quelqu'un d'autre est entré sur les lieux du crime?"

Bu amcık suyu.

C'est du jus de chatte.

Şaraplar, peynirler, sosyetik muhabbetler.

Avec du vin, du fromage, des conversations de frimeurs.

"Merhaba, süveterimle kendimi beyaz gibi hissediyorum ve bana saygı duyup kredi vereceksiniz," desem işe yaramaz.

"J'ai l'impression d'être blanc avec ce pull. Alors accordez-moi du respect et un prêt." Ça ne va pas marcher.

Oturduğu yerden düştü.

Et qu'elle vient de tomber du banc.

Dedim ki, " Bak adamım, bu söylediğinde şöyle bir sıkıntı var, karımı sevdiğimi varsayıyorsun.

J'ai dit : "Le problème dans ce que tu dis, c'est que tu pars du principe que je l'aime, mais..."

Gelip bana bakmaya başladı.

Il est venu et m'a fixé du regard.

Karımla vakit geçirmediğimizden değil ama o kadar uzun süredir evliyiz ki konuşmuyoruz pek, yani...

Je passe aussi du temps avec ma femme, mais on est mariés depuis si longtemps qu'on ne se parle pas...

Sonra Kate kıpkırmızı oluyor ama Sarah çakmak için elini uzatıp

Kate commence à devenir rouge, mais Sarah me tape du poing.

Ama aslında kasetten ötürü kızdığını, şimdi de sandviçi ısırdım diye beni cezalandırdığını biliyordum.

Je savais qu'elle était super vénère à cause de la cassette et qu'elle allait se servir du sandwich pour me punir.