Sel translate Turkish
1,167 parallel translation
" Into the clearing, they poured in a silvery flood.
"Açıklığa, Onlar gümüş rengi bir sel içinde döküldüler."
There will be a flood now.
şimdi, bir sel olacak.
And when a tribe suffered a disaster an exploding mountain, a shaking of the earth a great flood we would sit around fires and we'd tell the event.
Ve kabile bir felaket yaşarsa bir volkan patlaması, deprem büyük bir sel ateşin etrafına oturur ve olayı konuşurduk.
- Mario, Scapelli's flooding'the site!
- Mario, Scapelli siteye sel yağdırdı!
When it sank, it must've caused a tidal wave, so they're looking at old Nordic texts to see if there's any evidence of flooding.
Battığı zaman çok büyük bir dalgaya neden olmalı. bu yüzden sel ile ilgili herhangi bir kanıt var mı diye eski kuzey yazıtlarını araştırıyorlar.
With the Cairn, it's images, a flood of them all at the same time.
Cairn onların imajlarını. Onların hepsi aynı anda bir sel.
( CHUCKLES ) She told them she'd flood the kitchen if they didn't release her today.
Onu bugün taburcu etmezlerse mutfağa sel getiririm diye tehditler savurdu.
Maybe a flood like in the Bible.
Ya da İncil'deki gibi bir sel baskınına.
What, he just floated into the power lines, Sel?
Tellerin üzerine mi düşmüş yani?
- Sel, pass me that map.
Sel, haritayı verir misin...
Sel, you're not going to screw anything up. Listen to me.
- Hiçbir şeyi mahvetmeyeceksin.
Sel, no, you don't gotta wear the stupid helmet.
Hayır takmak zorunda değilsin.
Sel, can you hear us? Please.
Selly, bizi duyuyor musun?
- Sel. - Take it easy.
Selly, dayan.
Mephisto, you will now inundate this country with floodwaters.
Mephisto, şimdi bu ülkeyi sel sularıyla yıkayacaksın.
London is flooded.
Londra'yı sel basıyor.
- The floods?
- Sel mi geldi?
And in the green of the spring was this dust and this constant, constant stream of all the men of Europe going home most on foot, pushing perambulators and carts.
Bu toz, baharın yeşilliğine karışıyor... eve dönen Avrupalıların oluşturduğu bu sel içinde... insanlar yaya yürüyor, arabaları çekiyorlardı.
Well, this past week there have been two fires, a flood and a mass murder.
Tabi, geçen hafta iki yangın, bir sel ve bir yığın cinayet oldu...
She wept a river, poor woman.
Zavallı kadının göz yaşları sel oldu.
Flooding on the line.
- Hatta sel baskını var.
Flooding.
Ss-sel baskını.
The near-continuous rains produce torrents that cascade over the edge of the plateau and form some of the highest waterfalls on earth.
Neredeyse durmadan yağan yağmurlar ile oluşan sel, platonun kenarlarından aşağı akarak dünyanın en yüksek şelalelerinden bazılarını oluşturuyor.
Everyone, emergency! There's a flood coming!
Bir sel geliyor!
A huge flood!
Dev bir sel!
They just keep coming.
Sel gibi geliyorlar.
I'm caught between fire and flood, and if there's a way out, I sure don't see it.
Yangınla sel arasına tıkılıp kaldım. Bir çıkış varsa da ben göremiyorum.
When the floods ruined the crops it was easy to blame Deric and Lyla for their troubles.
Sel tüm ürünleri mahvettiğinde Deric ve Lyla'yı bu sorunlar için suçlamak çok kolay oldu.
But it washed away.
Ama onu da sel aldı götürdü.
I mean, he's flooding the sidewalk.
Demek istediğim, kaldırımı sanki sel basmış.
It's like, sometimes I will want it to rain... and a pipe will burst in my room and it will just get flooded.
Yağmasını isteyeceğim, bir boru patlayacak ve odamı sel basacak.
Flood warnings have gone out, and in Hawaii it has started snowing!
Sel uyarıları verilmeye başlandı, hatta Hawaii'de kar yağıyor!
'Tis not alone my inky cloak, good mother nor customary suits of solemn black, nor windy suspiration of forced breath no, nor the fruitful river in the eye, nor the dejected havior of the visage together with all forms, moods, shapes of grief that can denote me truly.
Giydiğim karalar değil yalnız sevgili annemiz adaletlere uyarak tuttuğum matem değil iniltiler sel gibi göz yaşları değil, dertli, kederli bir görünüş değil yapmacık, uydurma tavırlar değil benim gerçek halimi anlatacak.
For in the very torrent, tempest, and as I may say whirlwind of your passion you must acquire and beget a temperance that may give it smoothness.
Düştüğün coşkunluk bir sel, bir fırtına, bir kasırga gibi de olsa onu dindirecek bir hava bulmalı, buldurmalısın.
Is there a flood?
Sel mi bastı?
So I drove back, three and a half hours this time because of the heavy rain and flooding on I-94.
Geri döndüm. Bu kez üç buçuk saatte çünkü sağanak yağmur ve l-94'te sel vardı.
Five more men died in the Veterans Day float disaster of'79.
'79 yılındaki "Gaziler Günü" deki sel baskınında da beş kişi öldü.
The water is high, so this side is flooded.
Su seviyesi yüksek, demek bu tarafı sel basmış.
I should have drowned you all when I flooded the stage!
Sete sel bastırdığımda seni boğmalıymışım!
But then there must have been a flood... or a landslide or a fire.
Ama sanırım sonra sel mi ne oldu? Toprak kayması mı, yoksa yangın mı çıktı bilemiyorum.
Neither snow, nor rain, nor gloom of night... ( carriers repeating )... through bandit's hell, through firefight through flood and plague we cannot fail...
Karda yagmurda kör karanlikta Eskiya kursunlari altinda Ne sel ne afet bizleri önler
Hey, Sel.
Selam Sel.
Sel, you're so full of it.
Sel, abartıyorsun.
Sel, wait a second!
Sel, bekle biraz!
Okay, Sel, but listen.
Tamam Sel, ama dinle.
- Floods in Pakistan, riots in Paris. - And a plane crash in California.
Pakistan'da sel, Paris'te ayaklanma ve Kaliforniya'da uçak kazası.
Flood control!
Sel kontrol!
Makbule, Ay sel.
Makbule Hanım, Aysel Hanım.
" Then shall this mount of Paradise by might of waves be moved Out of his place, pushed by the horned flood, With all his verdure spoiled, and trees adrift,
"Bu cennet dağı dalgalarla hareket etsin buradan tıpkı boynuzlu bir sel gibi çürümüş bitki örtüsü ve sürüklenmiş ağaçlar ile nehirden aşağıya, körfeze döküldüğü yere doğru sürüklensin ve orada bir ada oluştursun, tuzlu ve çıplak ayıbalıkları, balinalar ve martılar çınlasın."
- Flooding.
- Sel baskını.
Ah, that's right. This is just an ordinary thank-you gift. Wouldn't food be fine?
Gözyaşlarım sel olup akıyor ve onları durduramıyorum.