Small town translate Turkish
2,043 parallel translation
It's a small town.
Burası küçük bir kasaba.
It's a really small town.
Burası gerçekten küçük bir kasaba.
The Crash had undermined Americans'faith in their fragile banking system, made up of thousands of small town banks that lacked the size or reputation to convince customers that their money was safe.
Kriz, Amerikalıların kırılgan bankacılık sistemlerine olan güvenini sarstı. Bu sistem, müşterilerini paralarının güvence altında olduğuna ikna edecek çap veya itibardan yoksun binlerce kasaba bankasından oluşuyordu.
Yeah, well, now you're a small town cop in Lunacy, Alaska. And this case is mine.
Alaska da ufak bir kasabada şefsiniz ve bu dosya artık benim
You know, only in a small town would a petty larceny trump the death of your newspaper guy.
Niye bu kasabada gelip de senin gazetecini vurdular sence?
- We're a small town. - Meaning?
Burası ufak bir kasaba.
Small town living.
Küçük bi yer burası
Small town.
Küçük kasaba.
- A small town, 500 km north of Paris.
- Ufak bir şehir, Paris'in 500 km kuzeyinde.
She's in a small town, she's got fuck-all money and she's got no car.
Küçük bir kasabada, beş parasız ve arabası da yok.
¶ ¶ Just a small town girl ¶ ¶ ¶ ¶ Living in a lonely world ¶ ¶
* Küçük kasaba kızı * * yalnız bir dünyada yaşayan *
In a small town like this, we simply don't have the manpower...
Böylesine küçük bir kasabada, yeterince personel bulamıyoruz.
In the small town of West Southport in Maine, a biologist called Rachel Carson received a letter from a friend, telling her that all the birds in her garden had died soon after the sprayers had flown over.
Batı Southport'ın küçük bir kasabasında Maine'de, Rachel Carson adında bir biyolog, bir arkadaşından ; sıkılan ilacın yayılmasından sonra bahçesindeki bütün kuşların kısa bir süre içinde öldüğünü söyleyen bir mektup aldı.
But you worry that you'll always be small town, small-time, you haven't got what it takes,
Hep, küçük kasabanın küçük çaplı kızı kalmaktan gereken özelliklere sahip olamamaktan korkuyorsun.
I'm from a really small town.
Burası çok ufak bir yer.
- I'm from a small town.
Evet öyle
Eight years ago, we visited the small town of Camden, where a search for the missing owner of a seafood restaurant uncovered some "fishy" details and an "ocean" of possibilities.
Sekiz yıl önce, bir deniz ürünleri lokantasının... kayıp sahibini araştırmak için küçük bir kasaba olan Camden'a gittik. Cevaplanamayan bazı "balıksı" detaylar,... ve bir "okyanus" kadar ihtimaller...
Tonight, on Inside Probe, a small town bar... a likeable restaurant owner, Ernie Belcher, disappears.
Bu gece Kayıp Aranıyor da : küçük bir kasaba barı,... sevimli bir restoran sahibi... Ernie Belcher, ortadan kayboldu.
Catalina was born in the small town of Guadalatucky.
Catalina Guadalatucky adında küçük bir kasabada doğdu.
It seemed like everyone we talked to in the small town of Camden loved Ernie, from dirtbags...
Küçük kasaba Camden'da konuştuğumuz herkes Ernie'yi severdi,... Avanağından...
I'm heading deep into Asia, 5,000 kilometres east of Moscow to the small town of olenek.
Asya derinliklerine, Moskova'nın 5.000 kilometre doğusundaki Olenek'in küçük kasabasına gidiyorum.
We're going to a small town. The sheriff's an old friend of mine.
Şerifi eski arkadaşım olan bir kasabaya gidiyoruz.
It's from a small town.
Küçük kasaba sendromu.
"The Rock" is like a small town.
The Rock küçük bir şehir gibi.
L.A.Is a very small town.
L.A. çok küçük bir yer.
I don't know. this is still a small town.
Bilmem ki. Burası küçük bir kasaba.
It's a small town.
Küçük bir kasaba.
Every small town has at least one piano teacher.
Her küçük kasabada en az bir piyano öğretmeni vardır.
It's a small town. - Oh.
Burası küçük bir kasaba.
Was your victim from a small town?
Sizin kurbanınız küçük bir kasabada mı yaşıyordu?
Gracey was apprehended three years ago by the police for the murders of over 35 people in a small suburban town.
Gracey, 3 yıl önce küçük bir banliyöde, polis tarafından 35 kişiyi öldürmek suçundan yakalandı.
- Gracey was apprehended three years ago by the police for the murders of over 35 people in a small suburban town.
- Okulda hiç yakışıklı çocuk var mı? - Gracey, üç yıl önce 35 kişiyi öldürmek suçundan, polis tarafından küçük bir banliyöde yakalanmıştı.
One small shitty town after another.
Bir boktan kasabadan diğerine gidiyoruz.
I mean, fuck all this small-town shit.
Sokayım tüm o küçük kasabaymış olayına.
In the small, rural town of Dayton, Tennessee, a clean-cut, 25-year-old schoolteacher called John Scopes stepped forward.
Tennessee Dayton'ın küçük, kırsal bir kasabasından, John Scopes adlı 25 yaşında düzgün bir öğretmen bir adım öne çıktı.
It's only a matter of time before Cody realizes Emily's just small-town trash.
Yakın bir zamanda Cody Emily'nin bir köy pisliği olduğunu anlayacak.
Chief Brody is a small-town cop.
Şef Brody, küçük bir kasabanın polisi.
NASCAR's Michael Waltrip, an unlikely friend to the small-town restaurateur.
NASCAR yarışçısı Michael Waltrip, Küçük bir kasabada restoranı sahibine göre oldukça garip bir arkadaş.
The problem was figuring out which small-town lowlife was responsible.
Asıl soru, böyle pis bir kasabada böyle birşeyi kim yapmış olabilir.
I divulged too many small-town secrets.
Çok fazla küçük kasaba sırrını açığa çıkardım.
- john adams was a farmer. Abraham lincoln was a small-town lawyer. Plato, socrates were teachers.
John Adams bir çiftçiydi Abraham Lincoln bir kasaba avukatı Plato ve Socrates öğretmendi.
Why? It's a very small town, mr.
Neden?
RAMPlNO : The small mining town of Kolmanskop, abandoned just a few decades ago, is already being invaded by the sand dunes.
Bir kaç on yıl önce terk edilen Kolmanskop'un küçük maden kasabası şimdiden kum altında kalmıştır.
SORRY, SIR. LOOK, JENNA WAS A SMALL-TOWN GIRL.
Bakın, Jenna kasabada yaşan kız tiplerindendir.
BOY, TWO SMALL-TOWN KIDS GO TO THE BIG CITY TO FOLLOW THEIR DREAMS, AND THEN THIS.
İki kasaba çocuğu hayallerini kovalamak için büyük şehire geliyor, ve sonra bunlar oluyor.
If it wasn't for that small fact, I'm sure you'd have taken him to town.
Bu küçük gerçek olmasaydı, eminim bülbül gibi öttürürdün.
I may just be some hick from a small backwater town
Bitti mi?
She's just a small-town girl.
Küçük bir kasaba kızıdır sadece.
Small town.
Küçük kasaba olduğundan fazla sorun yaşamıyoruz.
They're waste-of-space, small-town lifers.
- Onlar benim arkadaşım. Onlar hiçbir işe yaramayan birer zavallı.
I'll still be waiting tables at the Grill, partying at the cemetery with a bunch of waste-of-space, small-town lifers.
Bense yine burada olup Grill'de garsonluk yapacak ve hiçbir işe yaramayan bir grup zavallıyla mezarlıkta eğleneceğim.