Anlayacağın translate English
2,980 parallel translation
Anlayacağın Wally, Dr. Brady'nin bir kaç hastasıyla konuştuk.
You see, Wally, we've spoken to several of Dr. Brady's other patients.
Anlayacağın yok.
So... No.
Beni anlayacağını biliyordum.
Knew you'd understand.
Belki de bunu senin anlayacağın dilde anlatmalıyım.
Maybe I should put this into language you understand.
Anlayacağın parmak izin var demek kodesten özgür çıkamayacaksın demek.
You do understand that when I say, "We have your print," it means that there is no "get out of jail free" card that works here.
İş sahipleri, müteahhitler, heyetin azaları elbette. Tüm belediye - sanayi cemiyetinin üyeleri anlayacağınız.
Business owners, contractors, the members of the board themselves, of course, the whole - call it the municipal-industrial complex.
Bunu anlayacağını sanmıştım.
I thought you would understand that.
Otopsi yaparsa Dr. Scheck'in bunu anlayacağını biliyordum.
I knew Dr. Scheck would find out in his postmortem exam.
Bunu en çok sizin anlayacağınızı sanırdım.
I would have thought you of all people should understand that.
Sizin anlayacağınızdan şüphem olmasa da, Başkan şaka yapıyordu.
As I'm sure you're aware, the mayor has a sense of humor. He wasn't joking.
Kimsenin aradaki farkı anlayacağını sanmıyorum.
I don't think anyone's gonna notice the difference.
Bize her şeyi anlattı. Anlayacağın, artık seni serbest bırakacak durumda değil.
He told us everything, so he won't be able to set you free anymore.
Anlayacağınız şimdi hiç gelmiyor.
I guess now it's just worse.
Anlayacağını umuyordum.
Hoped you'd understand.
Anlayacağın büyük iş.
It's gonna be big.
Senin anlayacağın, GPS aracını takip eden bir uydu...
You see, GPS is a satellite that follows your vehicle around...
"Sadece bir şekilde eve dönmen gerektiğini anlayacağını umuyorum."
'Just hoping that somehow you'll know to come home.
Ama aşktan ayaklarım yerden kesilmiyordu anlayacağın.
But it just wasn't the head-over-heels love kind of thing, you know?
Bunu anlayacağını düşünmüştüm.
I thought you would understand that.
Anlayacağın bu gece seninle yemek yemek konusunda kendime güvenim yok.
So... I don't trust myself going to dinner with you tonight.
Kodese atılmış ablamın bunu anlayacağına emin değilim gerçi.
I'm not sure my incarcerated sister would understand, though.
Senin anlayacağını düşünmez miydim?
And to think that you wouldn't figure it out?
Bunun ne kadar büyük bir şey olduğunu anlayacağını biliyordum.
I knew you'd get how big this is.
Anlayacağınız Tom Cruise gelemedi.
Tom Cruise is not here.
İngilizce konuşsan bile söylediklerini anlayacağını sanmıyorum.
I don't think he would understand what you were saying, even if you did say it in English.
Anlayacağın, bu süre boyunca istesen de istemesen de seninleyim.
I'm with you for now. Wether you want it or not. Ok.
Sonunda anlayacağını biliyordum.
I knew you'd get there eventually.
Hükümetiniz, en değerli adamımı öldürdükten sonra bilgi paylaşımı konusunda tereddüt etmemi anlayacağınızı düşünüyorum.
You'll understand my hesitancy to share intelligence, since it was an official of your government who murdered my most valued officer.
Referanslarına bakınca senin bu durumu anlayacağını düşünüyorum.
It's obvious that you're fine with the old side-tush, Given the, uh, circumstances of your referral.
Yani anlayacağın...
I mean...
Anlayacağın...
So...
Yanlış anlayacağını düşündüğüm için sana söylemedim.
I didn't tell you because I thought you may misunderstand.
Sürekli bana kibar davranmakla meşgul anlayacağın bu yüzden ona ve ondan ihtiyaç duyduğum şeylerin altında kalıyorum..
I mean, he's so busy respecting me, you know, that he looks right past me and everything that I need from him.
Yıldönümleri yaklaşıyor, ve berbat bir zevki olduğunu biliyor yani anlayacağın, güzel bir şey almak için beni de yanında götürdü.
It's their anniversary, and he knows he has terrible taste, so he wanted me along to help him buy something pretty.
- Senin anlayacağın birlikteyiz.
So, you see, we're together.
Çöreklerimi gölgede tutmak zorundayım anlayacağınız üzere.
Gotta keep the cookies in the shade, you know?
- Anlayacağını biliyorum.
- I knew you would. - Cool.
Evet çünkü beni anlayacağını düşündüm.
Yeah, because I thought that he would understand.
Anlayacağınız babam uslu durmamış eşit bölüşüm sağlanmıştı...
In other words, dad had rebelled and given everyone their fair share.
Fakat bu sadece kış zamanları için, yani anlayacağın mevsimlik bir durum.
But, uh, it's more of, like, a wintertime thing, you know, seasonal.
Kurduğu tüm sahte ilişkiler gibi o resimler de sahte anlayacağın.
You know, like he had built this whole fake relationship.
Anlayacağın ilk öpücüğünüz iyiyse ilişkinizin iyi yürümesi muhtemeldir.
The point is if your first kiss is good, it's possible that your relation would went well.
Orada yaptığı gibi, burada da sus payı vermeye çalışıyor anlayacağın.
He's basically trying to pull the same thing he did there... Paying for silence.
Anlayacağın üzere, karım evden üç saatliğine falan uzaklaşmamı istiyor, yani bu zamanı doldurmam için ne verirsin bana?
You see, my wife wants me away from the house for like three hours, so what do you got that kinda fills that time?
Şu anda ölü olmadığını nereden anlayacağım?
How do I know he's not dead already?
Senin aynasız olmadığını ben nasıl anlayacağım?
How do I know you're not a cop?
Bizim anlayacağımız kadının kafası bayağı güzelmiş.
In english, she was extra high.
Dalgaların tahmin edilebilir ve düzenli şekilde hareket etmeleri sebebiyle, Matematik ile iletişim kurmak için kullanılabilir, herhangi bir gelişmiş uygarlığın mutlaka anlayacağı bir dil ile.
Because waves move in predictable and regimented ways, they could be used to communicate mathematics, a language any advanced civilization will surely understand.
Bunu sıradan insanların anlayacağı şekilde söylersen minnettar kalırım.
So if you could put it in terms a laid man can understand, I'd appreciate it.
- Anlayacağın onun gibi olacaksın.
- Become her.
Çok acil bir durum olup olarak sayılıp sayılmadığını nasıl anlayacağım ben?
How am I supposed to know what qualifies as a dire emergency?