Fazla bir şey yok translate English
931 parallel translation
Elimizde fazla bir şey yok.
We haven't much to go on.
İnanın bana efendim, yapabileceğim fazla bir şey yok.
I assure you, sir, there's nothing more I can do.
Fazla bir şey yok.
Nothing to it.
Sormazsanız yapacak fazla bir şey yok.
Well, if you don't ask me, I won't be doing much.
Daha fazla bir şey yok.
Not very much to go on.
- Fazla bir şey yok.
- Well, that's all there was to it.
Söyleyecek fazla bir şey yok.
There isn't much to tell.
Burada yaptığı fazla bir şey yok.
There's not much to report on him, locally.
Böyle bir durumda yapılabilecek fazla bir şey yok.
There's not much you can do in a case like this.
Burada daha fazla bir şey yok.
There's nothing more here.
Görecek daha fazla bir şey yok.
There's nothing more to see.
Mektupların bir değeri olduğunu düşünmedim, insana sağlayacağı fazla bir şey yok, ama çoğu kez karşılığını ödemeye hazır birileri bulunur.
I did not think the cards were worth something... But he could not... I offer nothing more...
Bunu daha önce konuştuk. Konuşacak daha fazla bir şey yok.
've Talked about this and there is more to say.
Onları farklı kılan fazla bir şey yok.
Oh, there's nothing's so different about them.
- Fazla bir şey yok.
- There isn't much.
Yapabileceğimiz fazla bir şey yok.
I don't think there's much we can do.
Bilinmesi gereken fazla bir şey yok.
There's not much to know.
Öyleyse yapacak fazla bir şey yok demektir.
Well... so there's not much to be done about it, then.
Peki, yapabileceğim fazla bir şey yok... Harp Divanına gitmemiş ve hava kuvvetlerinden ayrılmamış olsaydın.
Well, there's not much I could do... if I were court-martialed and dismissed from the service.
Sizin için yapabileceğim fazla bir şey yok.
I don't think there'll be much for you to do.
- Maalesef yapılabilecek fazla bir şey yok.
- There's not much one can do, I'm afraid.
Söylenecek pek fazla bir şey yok.
There isn't too much to tell.
Fazla bir şey yok.
- Not much I can say.
Söylenecek fazla bir şey yok.
There's nothing to say.
Ve bunun hakkında size söylenecek fazla bir şey yok.
And there isn't much to tell you about it.
Konuşmadığımız fazla bir şey yok.
There ain't much we haven't talked about.
Evet, kayıtlardan adresini çıkarırım, elbette, fakat korkarım Kont hakkında bildiğim başkaca fazla bir şey yok.
Yes, I'll get his address from the records, of course, but I'm afraid there's not very much else that I know about the Count.
Kullanabileceğim fazla bir şey yok, değil mi?
I haven't got much to go on, have I?
Söyleyecek fazla bir şey yok.
There's nothing more to say.
Sanırım bunda da fazla bir şey yok.
I guess there's nothing much there, either.
Yapacağınız fazla bir şey yok.
There ain't nothing much you can do about it.
Allen, aslında söylenecek fazla bir şey yok.
Allen, there really isn't anything more to say.
Eğer evimle benim istediğim fiyata ilgilenmiyorsanız, söylenecek fazla bir şey yok.
If you're not interested in my house at my price, there's nothing more to be said.
Sizin aranızda yaşanacak fazla bir şey yok.
Well, there's not much to choose between you two is there?
Burada görülebilecek fazla bir şey yok.
It's all right.
Fazla bir şey yok.
There's not much.
Yapılacak fazla bir şey yok.
All done.
Okuyacak fazla bir şey yok.
The reading material around here is rather limited.
Fazla bir şey yok.
There's not that much for me to take anyways.
Bundan daha fazla istediğim bir şey yok sizin ve çocukların mutlu ve sağIıklı olması dışında.
There isn't anything I... I want as much, unless it's that you children should be healthy and happy.
Sanırım daha fazla söyleyecek bir şey yok.
Well, I guess there's nothing more for me to say.
Elde fazla bir sey yok.
There's not much to go by.
Beni, sana yardım etmekten daha fazla mutlu edecek bir şey yok.
I can't think of anything that makes me more happy than helping you out.
- Ciddi bir şey yok, sadece daha fazla güneş ışığı gör.
- You just need to sit in the sun and rest.
O bahçede yetiştirilen taze maydanozdan ve kendi yetiştirdiğimiz kıtır kıtır kerevizden daha fazla sevdiği bir şey yok.
She likes nothing better than fresh garden grown parsley and a few of our ice-crisp hearts of celery.
Burada ikimizin de daha fazla yapacağı bir şey yok.
There's nothing more either of us can do here.
Yapabileceğiniz fazla bir şey yok.
There wasn't much you could do about him.
Bay Stanger, daha fazla anlatabileceğim bir şey yok.
Mr. Stanger, there's nothing more to tell.
Sanırım hakkımda çok fazla şey bilmiyorsunuz. Aslında, anlatacak fazla bir şey de yok.
You don't know too much about me, I suppose... and there's really not much to know.
Daha fazla konuşmayacağım, çünkü söylenecek başka bir şey yok!
I will say no more, because there is no more to say!
Artık sana daha fazla öğretebileceğim bir şey yok.
Well, there's nothing more I can give you.