Kıt translate Spanish
21,066 parallel translation
Yani hangi cips daha kıtır kıtır gibi sorulara insanlardan cevap arıyorsun.
¿ Haces que la gente te diga cuál papa frita es la más crujiente?
Küresel yiyecek dağıtımı, sınırsız sağlık taraması.
Distribución global de alimentos, cribado preventivo de sanidad.
Nehir kısmını gösteren pencereye tıkla, üçüncüydü galiba.
Clic en la ventana que tiene... el área del río, creo que es la tercera.
Tıpkı kız kardeşim gibi.
Al igual que mi hermana.
ama sahip olduğumuz C-4, nitrojen ya da, patlayıcılardan... zırnık vermiyorduk onlara... taa ki bir gece, beş biradan sonra, kanıt odasındaki bir çift sandık dolusu tüfeği onlara satmak gibi dahiyane fikir aklıma gelene kadar.
Pero todo lo que dejábamos caer... C-4, nitro, explosivos... ellos no picaban... hasta que una noche, después de un par de cervezas, tuve la brillante idea de venderles un par de cajas de Panther AR-15s de nuestro almacén de pruebas.
Kızıl Şapkalılar anıt duvarından fotoğrafları kaldırdıkları zaman bazen bir fare onları bulup bana getirir.
Cuando los Cascos Rojos sacan fotografías de los muros conmemorativos, a veces un pequeño ratón las encuentra y me las trae.
- Orta ölçekli bir firma. Fırıncılık şirketi YumTime ile büyük bir dağıtım anlaşması yaptı.
Empresa mediana, tiene un gran contrato de distribución con esa empresa de panadería, Yumtime.
Tahvil bölümündeki çalışanım İngiliz kırıtık Farraday'den işittiğime bayılacaksın.
Pero te va a encantar lo que acabo de escuchar de este marica inglés, Farraday, mi tipo en la oficina de préstamo de valores.
Damarlarda akut tıkanıklık tespit ettik...
Hay unas obstrucciones serias en las arterias...
Belki fıtık ameliyatı olmuş bir yargıç olabilir.
Quizá un juez al que estén operando de un hernia.
1848 yılında Fox kız kardeşler tıklama sesleri duydular ve bu tıklalama seslerini merhum insanlardan gelen iletiler olarak yorumladılar.
En el año 1848, las hermanas Fox escucharon golpes. E interpretaron esos golpes como mensajes de personas muertas.
işte bu. şu andan itibaren sadece eğitimimize odaklanıyoruz bütün seslere kulağımızı tıkıyoruz.
Eso es. Empezando ahora... lo único en lo que nos centramos es en nuestro entrenamiento. Nos aislamos de todo el ruido.
Korkarım ki bu yerde tıkılı kaldık.
Me temo que estamos limitados solo con insectos y arañas.
Kafese tıkın şunu!
¡ Metedle en una celda, ahora!
Örümcek Adamla herşey tıkırında.
Todo está saliendo a lo Spidey.
Bu sırada Malibu'nun sert dalgalarından uzakta Eddie Mannix, Lockheed'le yemeğinden ayrılıp bir koşu Capitol Pictures'ın enginliğine yol alır. Durmak bilmez çarkı tıkırdamakta. Dünyadaki tüm bitkin insanlar için bu senelik hayal payını üretiyor.
Mientras tanto, lejos del choque de las olas de Malibú Eddie Mannix, inquieto por su almuerzo con el hombre de Lockheed se apresura a volver a la inmensidad de Películas Capitol cuyo incansable mecanismo sigue funcionando produciendo la ración de sueños del año para las aburridas multitudes mundiales.
Bana tıpatık benzemeyen bir kadınla evli olabilirdim.
Podría haberme casado con una mujer que no fuera exactamente como yo.
Sonra Myanmar'daki kuraklık mağdurlarına gönderdiğim tıbbi yardımın isyancıların eline geçtiğini öğrendim.
Y luego descubrí que los elementos médicos que doné por la sequía de Birmania los robaron los rebeldes.
En tepeye tırmandık.
Estábamos sobre el horizonte.
Her şey tıkırında.
Todo está muy bien.
Tıpkı The Bachelor dizisindeki gibi. Ve sen de altı dolarlık park için araba sürmüş olacaksın.
Es como un episodio de The Bachelor, pero tú manejas ahí y pagas seis dólares por estacionar.
Tıkırt pıkırt çıkırt, çocuk oyuncağı.
Una ganzuíta... facilísimo.
Adamcağızın kızının durumundan öyle etkilenmiş ki kız için ulaşım aracı ve tıbbi tedavi ayarlamış.
Estaba tan conmovido por el problema de la hija de ese hombre que proveyó transporte y cuidados médicos para ella.
Kıpırdarsan ağzınını burnunu dağıtırım.
Si mueves un músculo, te arranco la piel.
Artık kovaları mı taşıtıyorlar sana, Case?
¿ Ahora andas cargando cubos, Case?
Çocuklar, işler tıkırında.
Chicos, vinieron.
Desteğe ihtiyacımız olursa, ya da senin ihtiyacın olursa, bir tık uzağındayız.
Si necesitamos apoyo, o si lo haces, estaremos a una llamada.
Rüzgar... Tıkırtılar ve tıkırtılar...
El viento... sólo cascabeles y sonajas.
Kendini içeri tık, oraya git
Consigue esconder todo. Ahi tienes.
O aptal peruğunu tıraşlamadan evimden çık git.
Sal de mi casa antes que te corte ese estúpido peluquín.
Hayatını tehlikeye atacaksan epey büyük bir kanıt olsa gerek. Senin de kızın Özel Hücre'de.
Tu hija está en la cárcel.
Ayrıca Porto Rikolular o kıvırcık kıllarıyla ispanyolların banyo borularını tıkayanlar değiller.
Las puertorriqueñas no son las que tapan el baño de las hispanas con su pelo afro.
Herkes barınak hayvanları gibi sıkış tıkış yatıyor.
Todas las demás están viviendo encimadas como cotorras.
Mimarlık ve kollarını... dağa tırmanarak görmek.
Y para ver la arquitectura y las palancas para subir la montaña.
Biraz kıvırcık patates, çıtır olsun.
Y algunas patatas rizadas. Crujientes.
Bu sebeple parti mensubları insanlardan oy toplamak için balık dağıtıyor.
Eso es porque... los miembros del partido están distribuyendo peces entre la gente para ganar votos.
Kimse, sadece kayıt cihazını bıraktık.
Nadie, pero dejamos la grabadora en su casa.
- Diğer kız, harika bir cildi olan ve muhtemelen bikini içinde muhteşem görünen 20'lik bir çıtırsa ne olmuş?
¿ Qué importa si la otra tiene 20, buena piel y seguramente se ve increíble con bikini?
Tıpkı karanlık başlamış gibi, babam ve Zac umutlarını kaybediyorlardı.
Estaba oscureciendo... y mi papá y Zac perdían las esperanzas.
Tıkır tıkır.
El piojo.
Polis fiziksel kanıt veya tanık bulamadığında.
Si la policía no tiene pruebas ni testigos.
Başlarda metal kaşık kullanıyorduk ama ağzını acıtınca tahta kaşık kullanmaya başladık.
Al principio usábamos una cuchara de metal pero le dañaba la boca, así que cambiamos a una de madera.
Bir gün... Günün birinde kendi yaşıtın bir kızla olacaksın ve ona sana şarabı, otelleri, bideyi öğreten yaşlı kadını anlatacaksın.
Un día... algún día... estarás con una chica de tu edad y le contarás lo de... esa mujer mayor que te enseñó de vinos y hoteles y bidés.
Bir tımarhaneye kapatılmış iki adam varmış. Bir gece... bir gece artık bundan hoşlanmadıklarına karar vermişler.
Verás, hay dos sujetos encerrados en un asilo para lunáticos... y una noche, deciden que ya no les gusta estar allí.
İğneyi gözünün içine sokup ağzına o şeyi tıkıştırabilecek misin?
¿ Introducir la aguja en su ojo y la mordaza en su boca?
Beni tavan arasına da tıksan zihnimi, nazik bir çocuğunkine de çevirsen bir ruh kazanmak için çırpınan o küçük karanlık boşluğu göreceğim hep.
Aunque me encerraras en el ático, me inutilizaras con la mente de una niña complaciente, siempre... veré ese pequeño espacio oscuro que anhelas que sea un alma.
Bu damarları ve bedeni ayakta tutalım diye bize bağışladığın bu nimet için şükürler olsun. Böylece daha güzel bir dünya meydana getirmek için güç bulabiliriz ve bu dünyadaki duvarları ve engelleri aşıp İlim Merdiveni'ne tırmanabiliriz. Böylece bir gün bu dünyevi suretlerimizden sıyrılır ve Bahçe'de, Aydınlık olarak hep beraber yaşayabiliriz.
Gracias por estos alimentos que sustentan estos recipientes, nuestros cuerpos, para poder tener energía y crear un mundo más hermoso y derribar nuestros obstáculos y barreras en esta vida y subir La Escalera de la Iluminación, para que algún día podamos ser libres de las formas terrenales
Şu bilinsin ki zamanında tıbbi bitki bahçeleri, sayısız sebze tarlaları, hatta, bir keresinde komple bir şili akoryası bahçesi düzenledim, ancak hiç biri senin telgraf çiçeğin gibi karmaşık değildi.
Sí. Mire, deje que le diga que en mis tiempos cultivaba jardines de plantas medicinales, una miríada de terrenos y, de hecho, incluso una vez, un huerto de araucarias, y ninguno de ellos resultó complicada como su tradescantia.
İngilizlerden gizlediğimiz bu tıbbi gereçler... bir kılıftı bence.
Los suministros médicos que pensé que estábamos ocultando de los británicos... eran una tapadera.
Kızıl kürklü devasa kurttan at boyutunda çatal tırnaklı pantere kadar.
Desde un lobo pelirrojo gigante hasta una pantera con pezuñas del tamaño de un caballo.
Neden seninle burada tıkılıp kaldığımı biliyorum.
Sé por qué estoy atrapada aquí contigo.