L translate French
2,708,826 parallel translation
"Müthiş bir şey yapmak için ayrılıyorlar."
"Elles partent pour faire quelque chose de totalement merveilleux."
JosephMaskell ve Rahip Magnus daireye girmiş. O da iki rahibeyi ziyaret ediyormuş.
Maskell et Magnus sont venus dans l'appartement alors qu'elle se trouvait avec les deux sœurs.
Hepsi o dost grubundaymış ve katil de o gruptan birisi.
C'était un cercle et l'assassin faisait partie de ce cercle.
Otopsi sonuçlarını henüz bilmiyoruz.
On ne connaît pas encore l'autopsie.
- Buldun mu?
- Vous l'avez?
Kennedy ve Martin LutherKing olaylarında Meclis Suikast Komitesi'ndeydi.
Il a participé à l'enquête sur l'assassinat de Kennedy et de Martin Luther King.
MaryJo Kopechne'nin ailesi TedKennedy olayında onunla çalıştı.
Il a été engagé par la famille de Mary Jo Kopechne, dans l'affaire avec Ted Kennedy.
OJ'e karşı açılan kamu davası.
L'affaire O.J. Simpson, pour la partie civile.
- Ve şey vardı, Memphis...
- Aussi l'affaire Memphis.
Ve Merdiven Katili.
Et "Le tueur de l'escalier".
- O... - Savunmaya bilgi verdi. Ama savunma avukatına görüşlerini söylediğinde adam bunun davası için iyi olmayacağına karar verdi.
Il a été consulté pour la défense, mais quand il a donné son avis à l'avocat de la défense, celui-ci a décidé que ce ne serait pas avantageux pour lui.
Bu davayı, Baltimore şehrinde, adli tabibin ofisinde patolog olarak çalışırken bana getirdiler. 1970 yılıydı.
Cette affaire a été portée à mon attention quand j'étais à Baltimore, travaillant en tant que pathologiste pour le médecin légiste, en 1970.
Şahıs ağır bir saldırıya maruz kalmış.
La personne a été violemment agressée, à l'évidence.
Bu yüzden durum daha da üzücü hâle geldi.
Ça rend cela encore plus triste que ça ne l'était déjà.
Öfkelendiğim kişiler onun yaptıklarını örtbas edip gizleyenler.
J'en veux aux gens qui l'ont dissimulé, qui l'ont laissé faire...
Sizi hiç revire çağırırlar mıydı?
Vous deux étiez appelées à l'infirmerie?
Çünkü beni revire çok çağırdılar ve hemşire derdi ki "Rahip Maskell seni görmek istiyor."
Car j'étais souvent appelée à l'infirmerie, où l'infirmière disait : "Le père Maskell veut te voir."
İkisi de o koridorda cehenneme doğru ilerlediğimi biliyordu ve...
Les deux savaient que je descendais ce couloir vers l'enfer et...
- Ama planını yapmıştı.
- Mais il l'avait planifié.
Ne yapacağını biliyordu ve ondan bunu yapmamasını istediğim için yapmadı.
Il savait ce qu'il ferait. Il ne l'a pas fait parce que je le lui ai demandé.
Onu 1980'de aradım ve "Seni benim veya çocuklarımın yanında görürsem öldürürüm" dedim.
Je l'ai appelé en 1980 pour lui dire : "Si vous vous approchez de moi ou de mes enfants, je vous tuerai."
Ona bağırıp çağıracaktım ama gelip onu savunurlar diye düşündüm.
J'allais me mettre à hurler, à l'engueuler, et j'ai pensé : "Tout le monde ici va le défendre."
Bunu çok farklı şekillerde kullanabilirsiniz.
On l'utilisait de différentes façons.
1990'larda, Baltimore Emniyet Müdürlüğünde dedektifken cenaze levazımatçılığı eğitimi alıyordum.
Quand j'étais inspecteur à la police de Baltimore, dans les années 1990, j'étudiais pour être entrepreneur de pompes funèbres.
O zamanlar birkaç yerel cenaze evi için çalışıyordum.
Je travaillais pour des entreprises de pompes funèbres, à l'époque.
Kutsal Haç Kilisesinde bir cenazemiz vardı.
On s'occupait d'un enterrement à l'église Sainte-Croix.
Cenaze levazımatçısıyla dışarıda bekliyorduk.
L'entrepreneur des pompes funèbres et moi nous tenions à l'extérieur.
Kilisenin arkasından Maskell'ı çıkardıklarını gördüm.
Je les ai vus faire sortir Maskell, derrière l'église.
Onu kelepçeleyip sivil araçlarla götürdüler.
Ils l'ont menotté et sont partis dans des voitures banalisées.
Hakkında bir sürü taciz suçlaması olsa da ona dava açılmadı, kilise ve devletin onu koruduğu söylendi.
Il n'a jamais eu d'accusations criminelles, même après de multiples accusations d'abus sexuels. On le disait donc protégé par l'Église et par l'État.
Ama iki yıl geçti ve var olduğundan emin olduğumuz belgelerin var olmadığı söyleniyor bize.
Mais ça fait deux ans, à présent. On nous a dit que des documents dont on sait l'existence n'existent pas.
Evet, bunun nasıl olduğunu anlayamıyorum. Kayıtlar kasten ortadan kaldırılmadıysa tabii.
Oui, je ne comprends pas comment ça se pourrait, à moins que les rapports aient été supprimés.
Eğer Baltimore dedektifleri bu dosyayla ilgilendiyse orada bir dosya kaydı olur.
S'il y avait des inspecteurs enquêtant sur l'affaire à Baltimore, il y aurait un dossier là-bas.
EYALET SAVCILIĞI ( 1983-2004 ) 1990'ların ortalarından bahsettiğimizi unutmayın.
BUREAU DU PROCUREUR ( 1983-2004 ) Gardez à l'esprit que ça se passait dans les années 1990.
Baltimore eyalet savcısının da Rahip Maskell'a dava açmamış olması beni çok rahatsız ediyor.
Ça me met très mal à l'aise que le bureau du procureur n'ait porté aucune accusation criminelle contre le père Maskell.
Bırakın Maskell'ı, Baltimore'da cinsel tacizden suçlu bulunan hiçbir rahip bulamadık. Başpiskoposluğun 2002'de yayınladığı 50 isimlik listeye rağmen.
On a trouvé qu'outre Maskell, aucun prêtre de Baltimore n'a jamais été jugé coupable d'abus sexuels, bien que la liste de l'archidiocèse en 2002 contienne plus de 50 noms.
Rahiplerle başpiskoposluğa karşı açılan davaları incelediğimde bulduğum her dava ya zaman aşımı kanunundan düşmüş ya da kilisenin ödediği nakit tazminatla uzlaşılmış.
Quant aux procès civils qui ont été menés contre les prêtres et l'archidiocèse, tous se sont soldés par un non-lieu, car il y a eu prescription ou ont été réglés financièrement par l'Église.
Bunu hatırlar mısınız, bilmiyorum ama 2002'de başpiskoposluk tacizci rahiplerin listesini yayınlamış.
Vous l'avez peut-être oublié, mais en 2002, l'archidiocèse a publié une liste de prêtres ayant commis des abus, qui contenait plus de 50 noms.
Çok önemli, sansasyonel bir dava olduğu için insan yapılan şikayetlerin, soruşturmanın kayıtları tutulur diyor.
On pourrait penser, comme c'était une affaire très médiatisée, que les archives seraient conservées. Celles de l'enquête, celles des plaintes.
Bence bunu yapan kişi suçlu ve çok uzun bir süre bu sır ile yaşamak zorunda kaldı, saklandı gizlendi, kaçındı.
Selon moi, quel que soit le coupable, il a dû vivre avec sa culpabilité pendant longtemps, en se cachant, dans l'ombre, sur le qui-vive.
Ama nasıl olduysa konuşmaya başladık ve Cathy'den bahsetti.
Un jour, on a commencé à parler.
Değerlerimiz, papazlığa olan bağlılığımız, tüm dünyada sevgi, adalet ve barış için uğraşmamız, tüm bu şeyler bizi bir araya getirdi.
Nos valeurs, notre engagement pour le ministère à œuvrer pour l'amour, la justice, la paix dans le monde, toutes ces choses nous ont rapprochés.
Eğer bir suç işlediğine dair en ufak bir olasılık olduğunu bile düşünseydim bunun ortaya çıkmasını isterdim.
S'il y avait la moindre possibilité qu'il ait été mêlé à quelque chose de criminel, je voudrais que ça vienne à la lumière.
- Ders nasıl geçti?
- Salut, comment était le cours?
Cathy kaybolduktan sonra, okula döndüm ve öğrenci yurdundaydım.
Après la disparition de Cathy, je suis retournée à l'école. J'étais dans le dortoir.
Bu Cathy'nin el yazısıydı.
C'était l'écriture de Cathy.
Orada kal, kıpırdama ve zarfı açma çünkü bu bir delil olabilir.
Reste là. Ne bouge pas. Ne l'ouvre pas.
Mektubun poliste olduğundan şüphem yok.
Sans aucun doute, la police l'avait.
O delil şehir polisinin elinde olmalı ve biz onu hiç görmedik.
La ville en aurait pris possession. On ne l'a jamais vue.
Bilmiyorum.
Je l'ignore.
Lütfen zarfı açma Marilyn. "
Ne l'ouvre pas, Marilyn. "