Yaşlılık translate Portuguese
366 parallel translation
Özel bir rahatsızlığı yok, sadece yaşlılık.
Eu não sabia. - Não é nada de mais, apenas... Apenas velhice.
Bunların hepsi yaşlılıktan. Hastalık değil.
Está apenas a envelhecer.
Bu benim yaşlılık günlerimi daha da yalnız kıldı.
Isso tornou minha velhice baste solitária.
Emeklilik, yaşlılık sorunuyla karşılaşmadığımı mı sanıyorsun?
Achas que não enfrentei o problema da reforma e da velhice?
O yaşlılık paramız.
Isso é para a nossa velhice.
Matmazel, yaşlılık güzelliğin önünde eğiliyor.
Mademoiselle, Inclino-me diante da beleza!
Çocukluk ile yaşlılık arasında.
Entre a infância e a juventude.
- Yaşlılık onun suçu değil.
Ele não tem culpa de ser velho!
Yaşlılık.
Velhice.
Ölüm nedeni - yaşlılık.
Causa da morte... velhice.
Teşhisim veba, verem, yaşlılık ve umut yok.
O meu diagnóstico é peste, tuberculose, velhice e perca de esperança.
Yaşlılık korkunç bir şeydir.
A velhice é uma coisa terrível.
Sonra yaşlılık, ölüm, toprak tadı.
Sobre os efeitos do gás inacreditável.
Yaşlılık korkunç bir şey...
Quão dura é a velhice.
Ve hayatta... yaşlılık kadar kirli, pis bir şey yok.
E, no mundo inteiro, não há impureza mais impura do que a velhice,
Herkesin yaşlılık nedeniyle öldüğünü görmek isterim.
Gosto de ver toda a gente morrer de velhice.
- Yaşlılık da öldürebilir.
Também a velhice. Águia 4 chama Base Lunar Alfa.
Bu yaşlılık görüntüsü olmalı.
Isto deve ser a aparência de um velho.
Yaşlılık günlerinizde yan gelip yatmak istiyorsunuz.
Na sua idade basta-lhes deitar-se ao sol.
Yaşlılık günlerimde bir başkasıyla paylaşamayacağım kadar garip şeyler yaşadım.
A única coisa que devemos fazer é assegurarmo-nos de que vão volta a acontecer. O isolamento é parte da minha terapia.
Yaşlılık günlerin için ne planladığını... yada kimle harcamayı düşündüğünü bilmiyorum. Ama artık planlarına başlamanı tavsiye ederim.
Não sei o que pretende para a sua velhice, ou com quem pretende passá-la, mas sugiro que pense nisso.
- Yaşlı adama bir kılıç ver. - Bir Haydamak ( * ) olacaktır.
Uma espada para o Avô, assim se tornará um Haydamak!
İleri yaşta çocuk doğurmanın iyi tarafı var dediler hele kız ise, yaşlılığınızda rahat edersiniz dediler.
eles me disseram que minha recompensa por ter uma temporã... era o meu conforto na velhice, principalmente se fosse menina.
Kırışık alnındaki çirkin izleri ve yayvan ağzındaki ifadeyi dikkatle inceliyordu. hangisinin daha korkunç olduğunu düşünüyodurdu. günahın izleri mi, yaşlılığın izleri mi.
Examinava com cuidado minucioso as horríveis as rugas da fronte ou que rodeavam a sua boca sensual, perguntando-se quais eram mais horriveis, os indícios do pecado ou os indícios da idade.
Bir hademe olarak, pek başarılı sayılmaz, ama o sadık, çevreyle birbirine uyan, yaşlı ve huysuz bir kadındır.
Como guarda, ela é uma incompetente, mas é leal e adequada ao local.
Ey Tanrım, bir genç kızın pırıl pırıl kafası nasıl kararır bunak yaşlıların canı gibi?
Será que o juízo duma donzela pode ser tão mortal como um velho?
Çocuksuz, dul bir erkekti. 3.000 Dolar'lık tüm servetini Stromboli'ye bıraktı. Yaşlılar için, mezarlığın bakımı ve onarımı için...
Morreu recentemente, um viúvo sem filhos, e deixou 3.000 dólares, toda a sua fortuna, à ilha de Stromboli, para apoio aos velhos e para conservação do cemitério.
Ben, kadınların bağlılık konusunda hayal kurmak ya da bu eksiklikten dolayı rahatsızlık duymak için çok yaşlı bir adamım ama senin entrikalarının, benim planlarımla karışmaya başladığında bu farklı bir şeydir.
Sou muito velho para me ter ilusões sobre a perseverança das mulheres ou para me preocupar com isso. Mas se as suas intrigas ameaçarem os meus planos, isso é outra história.
O yaşlı Dan Carney, eski bir gömlekten daha gri ve yüzü her zamankinden daha kızıl!
- O quê? É o velho Dan Carney. Grisalho como uma camisa velha e com a cara tão vermelha como sempre.
Yaşlı dostumuz nasıl? Babalık nasıl?
Como está o velho?
Çok yaşlıyım ve iltifat edilmekten sıkılıyorum.
Sou muito velho e aborrecido para te compensar.
Görüyorsun, o benden çok daha yaşlı. Sıkıntılı bir yaş. Düşündüm ki, sadece sisteminden elde etmesi gereken bir şey olsaydı...
Ele é bem mais velho que eu, está na crise da meia-idade, achei que era algo que ele tinha de expurgar.
Kaç kez söyledin, yaşlı, kötürüm ve kıskanç diye, ve bir kıvrılıp, ölseydi, şanslı olurduk diye.
Quantas vezes disseste que ele era velho, decrépito e ciumento, e que se ele morresse seria a nossa sorte.
Küçük kayığıyla yalnız başına Golf Akıntısı boyunca balıkçılık yapan yaşlı bir adamdı. Bir balık yakalayamayalı 84 gün olmuştu.
Ele era um velho que | pescava sozinho num esquife... na Corrente do Golfo, e 84 dias se | passaram sem ele apanhar um peixe.
Balık artık çakılı kalmıştı ve yaşlı adam balığın kancaya takıldığını hissedebiliyordu.
O peixe estava preso, e o velho | sentia que ele estava ferrado.
Seni öldürmek isteyen yaşlı birini tanıyorum Belden. Kızıl derili gibi. Yavaş.
Sei de um velho que gostaria de o matar à maneira dos índios, devagar.
Çok namuslu yaşlı bir bahçıvana sarkıntılık ettim.
Ataquei um jardineiro idoso, de grande virtude.
Cehennem cezasını tartışan... " ... yaşlı rahiplerle tıkılıp kalmayacağım" dedim
Não me vão apanhar com um bando de padres velhos a falar do inferno e da condenação. "
Kılıcımı yaşlı bir adamın kanına bulayarak lekelemek istemiyorum.
Não mancharei a minha espada com o sangue de um ancião.
Yaşlı Corneille ve genç Moliere in dediği gibi Kararsız... lık.
É o que o velho Corneille e o jovem Molière chamavam de suspen... são.
Ve kılıç kullanmak için fazla yaşlıyım.
E estou demasiado velho para usar uma espada.
Yaşlı bayan nasıl oluyor da sana çukur kazdırmıyor veya odun kırdırmıyor.
O que faz aqui? Por que a coroa, não a fez cavar fossas e cortar madeira?
O küçük kız... senden en azından 300 yıl daha yaşlı, Yazıcı.
Aquela menina... Tem pelo menos mais 300 anos do que você, assistente.
Yaşlılığın gençliğe saldırısıydı. Karşılık vermeye cesaret edemiyordum, biraderlerim.
Eram os velhos vingando-se dos novos e eu nem sequer me mexi.
- Sizce bunu yaşlılık günlerim için saklamalı mıyım?
Acha que devo guardá-la para a minha velhice?
Oraya gittikten sonra, oranın bizi inandırdığı gibi yumuşak bir karından ziyade nasıl yaşlı çetin bir boğaz olduğunu sık sık düşünmüşümdür.
Depois de chegarmos, pensei muitas vezes que era bem mais difícil do que ele nos tinha feito crer.
- Zayıflıktan ne anlıyorsun bilmiyorum ama açlıktan kendini öldüren yaşlı Valerius'u görmüştüm kıyaslayınca o adam bile daha şişman sayılır!
- Não sei o que considerais magra. Mas vi o velho Valério dois dias depois de se matar à fome, e tinha melhor aspecto do que ela tem agora.
Yaşlı bir hurda, satılık bir adam pis bir domuzsun!
Tu não passas de uma velha carcaça, um vendido, um porco! És bom em quê?
Kendini diğerleriyle nasıl kıyaslıyorsun?
E como se compara com os outros?
Kendimi kötü hissettirmiştin, sıkıntılı, yaşlı, tatsız...
Fizeste-me sentir mais velho, pesado, azedo...
Kılıcı geri alan yaşlı adama borçlu olduğunu mu düşünüyorsun?
Achas que deves alguma coisa ao velhote que recuperou a espada?
yaşlı 147
yaşlılar 28
yaşlıyım 21
yaşlı adam 222
yaşlı kadın 40
yaşlı cadı 18
yaşlı bir kadın 19
yaşlı bayan 17
yaşlı kız 17
yaşlı bir adam 43
yaşlılar 28
yaşlıyım 21
yaşlı adam 222
yaşlı kadın 40
yaşlı cadı 18
yaşlı bir kadın 19
yaşlı bayan 17
yaşlı kız 17
yaşlı bir adam 43