English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Anglais → Turc / [ H ] / He was alone

He was alone traduction Turc

1,028 traduction parallèle
In the old days, he had sung at night when he was alone steering on his watch on the turtle boats.
Eski günlerde, yalnızken sürekli saatine bakarak geceleri şarkılar söylemişti.
But he was alone.
Ama yalnızmış.
I noticed that he was alone when he came into the saloon.
Salona geldiğinde yanlız olduğunu duydum.
- No, I think he was alone.
- Hayır, sanırım yalnızdı.
But he was alone.
Ama yalnızdı.
- He was alone on Mount Cithaeron. - Son of Fortune.
- Cithaeron Dağı'na bırakmışlar.
Such a happy day! He was alone with Silvia and I, at home.
Silvia'yla birlikte yalnızdı ben ise evdeydim.
But he was alone.
Yine de yalnızdı.
He was alone again.
Yeniden yalnızdı şimdi.
- He was alone, then.
- Yalnız mıydı? - Hayır.
Whatever happened to the captain on that planet must have taken place in the short space of time that he was alone with Dr. Lester.
Kaptan'a her ne olduysa Dr. Lester'la yalnız kaldığı kısa süre içinde oldu.
He says that if you saw him in the window, one, he was alone, and two, he was wearing a bathrobe.
Diyor ki, onu pencerede gördünüzse birincisi ; tek başınaymış ve ikincisi ; bornozluymuş.
She left and he was alone.
Gitti ve Claude da yalnız kaldı.
We missed out the opportunity. He was alone all night and day yesterday. We could manage it if we had known earlier.
Fırat ölürse, öbürleri bu saltanatı sürdüremezler.
Eric was by the pool. He was alone, as far as I could tell.
Eric havuzdaydı, yalnız olduğunu söyledi.
Within a few hours after Count Victor Mattoni was found dead in his London flat with a single bullet hole in his head, the detectives found themselves with three persons, each of whom confessed that he, and he alone, killed the Count.
Kont Victor Mattoni'nin Londra'daki dairesinde kafasında bir tek kurşunla ölü olarak bulunmasından sonra bir kaç saat içinde, detektifler üç kişiyle buluştular, onlardan her biri sadece kendisinin Kontu öldürdüğünü, itiraf etti.
Within a few hours after Count Victor Mattoni was found dead in his London flat, with a single bullet hole in his head, the detectives found themselves with three persons, each of whom confessed that he, and he alone, killed the Count.
Kont Victor Mattoni'nin Londra'daki dairesinde kafasında bir tek kurşunla ölü olarak bulunmasından sonra bir kaç saat içinde detektifler üç kişiyle buluştular, onlardan her biri sadece kendisinin Kontu öldürdüğünü, itiraf etti.
He was taking a walk, and he wasn't alone.
Gezinti yapıyordu, yalnız değildi.
Was he alone?
Yalnız mıydı?
He was an old man who fished alone in a skiff in the Gulf Stream and he had gone 84 days now without taking a fish.
Küçük kayığıyla yalnız başına Golf Akıntısı boyunca balıkçılık yapan yaşlı bir adamdı. Bir balık yakalayamayalı 84 gün olmuştu.
Salas was alone when he killed the old man.
Salas yaşlı adamı öldürürken yalnızdı.
He was sitting alone in the parlor, looking out the window, smoking a cigar.
Babam oturma odasında yalnız başına oturuyor, pencereden dışarı bakıyor, puro içiyordu. Evin neresine olursa olsun hep elinde yanan bir puro ile dolaşırdı.
He was traveling alone.
Yalnız seyahat ediyormuş.
Unwittingly, he found himself in the disintegrator chamber, but he was not alone.
Bilmediği şey kendisini parçalayıcı üniteye sokarken yalnız olmadığıydı.
My papa took a blanket by himself... run up in the wine garden to fight the fire all alone... and he was burned alive.
Babam sırtına bir battaniye alıp yangınla tek başına savaşmak için şarap bahçesine daldı ve canlı canlı yandı.
The doctor was left alone with him, but then he left.
Doktor babamla yalnız kalmıştı ama sonra gitmiş.
There'd been another phone call and he asked if I was alone.
Başka bir telefon aldım ve bu kez yalnız olup olmadığımı sordu.
He was a man who began all alone... like an animal.
O, hayata bir hayvan gibi yapayalnız... başlamış olan bir adamdı.
You see, this was Miss Welenmelon's and Mr. Welenmelon's home before he passed on, and rather than sell it just because it was too big for her, she decided to rent out the rooms and that way she wouldn't be alone.
Teşekkürler. Beyefendi ölmeden önce burada Bay ve Bayan Welenmelon yaşıyordu. Hanımefendi, satmak yerine odaları kiralamayı uygun gördü.
I hate leaving him alone... but not as much as when he was younger.
Onu yalnız bırakmayı hiç sevmiyorum ama çocukluğundaki kadar değil.
He was a friend, Mr Scott, and we'd like to be left alone.
Bir arkadaşımdı Bay Scott ve yalnız kalmak istiyoruz.
And he was left alone.
Ve tek başına kaldı.
But he was washed ashore, alone.
Ama o, kıyıya sürüklenir, tek başına.
It was he who willed that I be Archbishop and it was for love of him alone that I accepted.
Benim başpiskopos olmamı isteyen o idi. Ve ona olan sevgimden dolayı, onu yalnız brakmak pahasına bile olsa bunu kabul ettim.
Well, you see, I thought if he was leaving me he'd suffer, thinking that I was alone.
Şey, yani, düşündüm ki, eğer beni terk ediyorsa benim yalnız olduğumu düşünmek ona acı veriyor olmalıydı.
He felt that he alone was responsible for every soul aboard ship.
Gemideki herkesten tek başına kendisini sorumlu görüyordu.
He also said that in many circumstances, the choice of what to do was his and his alone, and that this choice, lacking neither sense nor courage, could be better executed by no other than the king.
Ayrıca, birçok değişik şartlarda hangi seçimin onu yalnızlığa sürüklediğini ve bu seçimin ne cesaret ne de hissiyattan eksik olduğunu hatta bunun hiçbir kral tarafından daha başarılı yapılmadığını söyledi.
But was he travelling alone, your husband Laius, or with a great escort?
Kocan Laois yolculuğa yalnız mı çıkmıştı? Ona eşlik eden muhafızlar var mıydı?
And, well, I was alone... yet he was by my side, but nothing from him.
Ve şey, yalnızdım. Yanımdaydı ama aynada ondan eser yoktu.
- Was he alone?
- Yalnız mıydı?
He was supposed to be alone.
Yalnız olacaktı.
And then, when I couldn't do it alone, I thought there was no one I wouldn't go with, if I liked him, and he could offer me that.
Ve sonra, tek başıma yapamadığımda, benimle gidecek kimsenin olmadığını düşündüm, o kişiden hoşlansaydım, ve bana teklif etseydi.
On the tape, the victim very clearly states that he was alone.
Sahilden bir kaç mil aşağıda.
He said it would give me something to do when I was alone.
Yalnız olduğumda bir şeyler yapabilmemi istediğini söyledi.
You see, your father... he was not alone in the car when it happened.
Babanız olay sırasında arabada yalnız değilmiş.
I told you he was not alone. Don't you remember?
Babanızın yalnız olmadığını söylemiştim, hatırlamıyor musunuz?
Meader was alone when he died.
Meader öldüğünde yalnızmış.
Tomlin Dudek was a great chess player, and at this time, it would have been tasteless, cruel and unnecessary... to even mention the existence, let alone the result of a match which he lost.
Tomlin Dudek büyük bir satranç oyuncusu idi, fakat şu sırada, bırakın yitirdiği karşılaşmanın sonucunu, maçın yapıldığından söz etmek bile tadsız, zalimce ve gereksiz olurdu.
- Was he alone or working with somebody else?
- Yanlız mıydı yoksa başkalarıyla birlikte mi çalışıyordu?
- I want you tell me, I did nothing. I was lying in bed, alone when suddenly he break into my room.
- Odamda tek başına yatıyordum ve birden odama girdi, diyorum.
He was writing obituaries for the Pasadena News when I found him, and I alone made him into a bestseller.
Onu bulduğumda Pasadena News'a ölüm ilanları yazıyordu, ve ben tek başıma onu en iyi satan bir yazar yaptım.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]