We believe in you traduction Turc
660 traduction parallèle
And to tell you that we believe in you, we prayed for you.
Bir de size inandığımızı, sizin için dua ettiğimizi söylemek için.
We're here because we believe in you andwhatyou're doing
Buradayız, çünkü size ve yaptıklarınıza inanıyoruz.
You say that the band Merlyn already notified? I believe that both of us we can act
Merlyn'in orada olacağını söylüyorsunuz.
You see, I believe in the Bible, and I'm a-believing that this here life we're living is something the Lord done give us. And we got to be a-living it the best we can.
Yani, ben incile inanıyorum ve tanrının bize vermiş olduğu yaşama da inanıyorum ve onu en iyi şekilde yaşamak mecburiyetindeyiz.
And don't worry, we still believe in you.
Ayrıca merakın olmasın, sana sonuna kadar güveniyoruz.
Jean, it may be hard right now, but you must remember that they are still Frenchmen who believe in the things we believe in.
Jean, şu an inanması çok zor ama hâlâ bizimle aynı şeylere inanan Fransızların olduğunu unutmamalısın.
Do you know, I believe we should all behave quite differently... if we lived in a warm, sunny climate all the time.
Bence, sürekli sıcak, güneşli bir iklimde yaşasaydık hepimiz çok farklı davranırdık.
Owen, we need somebody else running things that's not mixed up in this personally the way you are to get things quieted down, which I don't believe you can ever do.
Owen, bize başkası lazım senin gibi kişisel olarak işe bulaşmamış biri bu işi halletmesi için. Senin yapabileceğini sanmıyorum.
I don't want you to believe in these things about me, we want to be friends
Hakkımda böyle şeylere kapılmanı istemiyorum. Arkadaş olmak istiyoruz.
You have confidence in Dr. Cargraves, me, the General... we wouldn't ask you to do anything we didn't believe in.
Bana, Doktor Cargraves'e ve General'e güveniyorsun... İnanmadığımız bir şeyi yapma konusunda senden hiçbir isteğimiz olmazdı.
Since you think you're in jail, you believe we all hate you and you wanted to kill us.
Ben biliyorum. Hapiste olduğunu zannettiğin için hepimizin senden nefret ettiğine inanıyorsun ve bizi öldürmek istiyorsun.
In the West you believe we orientals expose our girl children rather than keep them.
Batı'da sizler, biz Doğuluların kız çocuklarını korumaktansa başıboş bıraktığına inanıyorsunuz.
Well, can you believe that? In our business, we can't afford not to.
Bizim işimizde inanmama lüksümüz yok.
We have reason to believe you could provide us with information... that would help us in our investigations.
Bize yardımcı olacak bilgilerinizin olacağını düşündük.
Here we stand, and you believe in me or you don't!
İşte yüz yüzeyiz, bana ister inan, ister inanma!
If you believe in the Forest prophecy, it is the most we can hope for.
Ormandaki kehanete inanıyorsan... -... dileyebileceğimiz en iyi şey o.
Now, we accept the fact there's a period you don't remember in which you have done various things, but I don't believe that you killed Rinditch.
Şimdi, anımsamadığın bir dönem olduğunu kabul ediyoruz. Bu sırada çeşitli şeyler yapmışsın, fakat Rinditch'i senin öldürdüğüne inanmıyorum.
Annie, you can't believe how much we have in common.
Annie, nasıl bir ilişkimiz var inanamassın.
If you will trust me and believe in me... we'll leave this monstrous castle tonight.
Bana güvenir ve inanırsan, bu korkunç şatodan bu gece ayrılırız.
You didn't believe we'd always be in love.
Birbirimizi ebediyen seveceğimize inanmıyordun hani.
If I said, even though we can't believe in love anymore, you and I, if I said let's try to create something for each other, I need you, you can help me, would you refuse?
İkimizin bir daha asla aşka inanmayacağını, birbirimiz için bir şey yaratmaya çalışmamızı, sana ihtiyacım olduğunu ve bana yardım edebileceğini söyleseydim, beni reddeder miydin?
In our church, we believe, first and foremost, in you.
Kilisemizde her şeyden önce size inanırız.
You see, we don't believe people today want to spend their whole vacation... lazing on their backs in the sun.
İnsanların bütün tatillerini tembelce güneşte sırt üstü yatarak geçirmek istediğini sanmıyoruz.
At first we don't think it's possible but in time, believe me, in time you'll find other things, other people.
Başta, olanaksız gibi gelir bize ama zamanla, inan bana, zamanla başka şeyler bulursun, başka insanlar.
You believe we used to swim in that shit?
Bu bokun içinde yüzebilir miyiz sence?
You know, when you showed me the plans in Paris I could not believe that we should be the first men who would fly.
Bana Paris'te projeleri gösterdiğinde bizim ilk uçan insanlar olacağımıza inanamadım.
Because you believe in the book of the one God as we do. He sent us because in your heart God will protect us
Çünkü sizde bizim gibi tek bir Allah ın kitabına inanıyorsunuz içinizdeki Allah korkusunun bizi koruyacağından emindi.
If we believe in freedom, must be's gonna be a moment when you act in defending them.
Eğer özgürlüğe inanıyorsak onu savunmamız gereken anlar gelebilir.
- You'll see! - I swear I've no fault! - We don't believe in you!
Her zaman söylemişimdir, deneysiz bir kimya düşünülemez.
We want them to continue to believe in you.
Bunun böyle kalmasını istiyoruz.
We've all come to believe in you
Hepimiz sana inanıyoruz.
If you don't believe me, that's fine we'll meet in hell anyway
inanmıyorsanız, önemi yok! cehennemde görüşünce inanırsınız!
All I ever hear is training. Do you believe in what we're doing here or not?
Burada yaptıklarımıza inanıyor musun?
I mean, I don't even know how to begin talking about this... but you know, in the Middle Ages... before the arrival of scientific thinking as we know it today... well, people could believe anything.
Bunun hakkında konuşmaya nasıl başlayacağımı bile bilmiyorum ama bilirsin işte, Orta Çağ'da bugünkü bildiğimiz şekliye bilimsel düşünce oluşmadan önce insanlar her şeye inanırlardı.
We all believe in you, Danny.
Hepimiz sana inanıyoruz Danny.
You know, I think we all believe in the same things. But with us, it's more or less our good intentions. And with Jack, it's a religion.
Hepimiz aynı şeye inanıyoruz ama bu bizim için yüce bir amaçken Jack durumu çok büyüttü, din hâline getirdi.
Nobody's gonna cut you down if you don't believe in what we're doing, or if you're afraid of parents or the cops.
Eğer burada yaptığımız şeye gerçekten inanmıyorsanız ya da ailelerinizden veya polislerden korkuyorsanız... kimse size engel olmaya kalkışmayacak.
I respect you Mr. Neal, believe me. I don't want to make your stay in Rome a nightmare, but we're going to need your help.
Size saygım sonsuz Bay Neal, Roma'daki tatilinizi zehir etmek istemeyiz ama yardımınıza ihtiyacımız var.
would you believe me if I told you we were in love?
Birbirimize aşık olduğumuzu söylesem inanır mıydınız?
We've reason to believe that you've taken a paper of importance from the Foreign Office, and you ran in here to dispose of it.
Son derece önemli belgeleri Dış işlerinden alarak, elden çıkarmak için kaçtığınıza inanıyoruz.
We all believe in you, Larry.
Hepimiz sana inanıyoruz, Larry.
Ambassador, though you may not believe it, we do as much as we can to "redeem" these people, in this country.
Büyükelçi, siz kabul etmeseniz de bu ülkede elimizden geldiğince bu insanları kurtarıyoruz.
Well, now that we have seen one another, if you'll believe in me, I'll believe in you.
Pekâlâ, şimdi birbirimizi gördük. Eğer sen bana inanırsan, ben de sana inanırım.
We don't believe in what you're doin'here, Sarah.
Burada yapmaya çalıştığınız şeye inancımız yok, Sarah.
Do you want Antonio to be baptised by the church in which we all believe?
- Antonio'yu hepimizin onayladığı bir kilisede vaftiz etmek istiyor musunuz?
We have reason to believe you are in possession of subversive documents.
Elinizde bölücü belgeler olduğuna dair geçerli bir nedenimiz var.
We've every reason to believe you're in a case...
Olayda senin parmağın olduğuna inanmak için elimizde her türlü delil var...
We've reason to believe you're involved in a murder case.
Bir cinayete vakasına karıştığına dair delillerimiz var.
We have reason to believe Mr. Black is not only influencing your decisions... in regard to this company, but that you are relying on him to make them for you.
Bay Black'in yalnızca sizin kararlarınızı etkilediğini düşünmüyoruz, aynı zamanda bu şirket adına kararları sizin için almasına izin verdiğinizi düşünüyoruz.
Nevertheless, I must tell you... in this affair, we are both her creatures... as I believe her letters to me will prove.
Yine de size söylemeliyim... bu işte, ikimiz de onun kurbanlarıyız. Bana yazdığı mektuplar bunu kanıtlayacaktır.
You believe we can win in Uruguay?
Uruguay'da kazanabileceğimize inanıyor musunuz?
we believe you 53
we believe 80
we believe so 30
believe in yourself 26
in your mouth 17
in your dreams 215
in your hands 23
in your 51
in your heart 60
in your face 181
we believe 80
we believe so 30
believe in yourself 26
in your mouth 17
in your dreams 215
in your hands 23
in your 51
in your heart 60
in your face 181
in your own time 47
in your house 29
in your own words 44
in your absence 21
in your room 49
in your condition 33
in your eyes 70
in your own way 24
in your bed 21
in your head 52
in your house 29
in your own words 44
in your absence 21
in your room 49
in your condition 33
in your eyes 70
in your own way 24
in your bed 21
in your head 52