Tek yol bu traduction Anglais
1,023 traduction parallèle
Tek yol bu.
Only this way.
Kaldıkları yerden tiyatroya gitmek için kullandıkları tek yol bu köprüdür.
They just cross over there on the way to the theatre from those dormitories. " That's right.
Yükünü hafifletmek için tek yol bu gibi gözüküyor.
It seems to be the only way to be relieved of his burden
Tek yol bu, başka çaremiz kalmadı.
That's the only way and you all know it.
Tek yol bu.
It's the only way.
Bu işi yapmak için bildiğim tek yol bu.
It's the only way I know to get the job done.
Yukarı çıkan tek yol bu mu?
This is the only way up?
Benim için tek yol bu, başka yolu yok.
It's a blitz-out for me, or forget it.
- Tek yol bu!
It's the only way.
- Cevap verebileceğim tek yol bu, genç adam.
It's the only way I can answer you, young man.
Bildiğim tek yol bu.
Only way I know.
Gidebileceğim tek yol bu.
It's the only way to go.
Bunun yürümesi için tek yol bu.
- That's the only way it'll work.
Tıbbın acizliklerini azaltacak tek yol bu.
And cover up what we don't know.
Buraya varmak için izleyebileceğin tek yol bu kayalıklardaki ağız.
The only way you can get in is through that inlet.
Arai nakliye yerine giden tek yol bu.
It's the only road for Arai relay
Tek yol bu. Gidelim.
Let's go.
Elibori'nin çalışmalarına ve araştırmalarıma göre tek yol bu.
According to the works of Elibori and my own research... it is the only way.
Tek yol bu...
It's the only way...
Tek yol bu.
- It's the only way.
Tek yol bu.
- It's the only way!
Tek yol bu
That's the only way.
Bana yardım edebileceğin tek yol bu.
It's the only way you can help me now, baby.
- Sanırım tek yol bu.
It's one way, I guess.
Tek yol bu.
It is the only way
Bu konuda karar vermek için bir tek yol var. O da çöp çekmek.
There's only one way to settle this, and that's to draw straws.
Tek çıkar yol var o da, bu işte başarılı olmak.
It's the only way to stay ahead in this business.
Bu tek yol.
It's the only way.
Tek çıkar yol bu.
It's the only way.
Bu sözde uygarlıkta yaşamımı sürdürebileceğim tek yol hoş olmayan hiçbir şey görmemektir.
The only way I could possibly survive in this so-called civilization is not to see anything unpleasant.
Postu kurtarman için tek çıkar yol bu.
It's the only way to save your neck.
Tek yol doğruca yukarısıydı bu yüksek, beyaz sokakların yukarısı güneşte, gökyüzünde alev almış dev bir canavarın büyük beyaz bir kemiği gibiydi.
The only way was straight up up those steep, white streets in the sun, that was like a great white bone of a giant beast that had caught on fire in the sky.
- Hayır, korkarım bu tek yol.
- No, I'm afraid that's the only way.
Bir kez daha yürüdüm... tek başıma, aynı koridorlar boyunca... aynı metruk odaların içinden... aynı revakların altından... aynı penceresiz galerilerden... aynı eşiklerin üstünden... böylece yol alarak labirentte, adeta gelişigüzel... ve bir kez daha... bu devasa otelde herşey terk edilmiş... boş salonlar, koridorlar... salonlar, kapılar... kapılar, salonlar... boş sandalyeler, geniş koltuklar... merdivenler, basamaklar... basamaklar, art arda... cam eşyalar, boş bardaklar... bırakılmış bir bardak, cam bir bölme... mektuplar, kayıp bir mektup... anahtarlıklara asılı anahtarlar... kapı numaralı anahtarlar :
Once again I advanced... alone, along these same corridors... through the same deserted rooms... past the same colonnades... the same windowless galleries... across the same thresholds... taking this route in the labyrinth as if by chance... and once again... everything was deserted in this immense hotel... empty salons, corridors... salons, doors... doors, salons... empty chairs, deep armchairs... stairs, steps... steps, one after another... glass objects, empty glasses... a dropped glass, a glass partition... letters, a lost letter... keys hanging from their rings... numbered door keys :
Bu, kendini bir şeye adamış bir adamın takip edebileceği tek yol.
That is the only way for a man of dedication.
Geriye kalan tek iyi yol bu.
It's the only decent way left.
Ve bu tek geçerli yol, ben...
And it's the only way I...
Bu denize ulaşan tek yol.
This is the only road that meets the sea.
Tek yol bu.
That's the only way to do it.
Bu konuşmamız için tek yol.
This is the only way you'd talk to us.
Ve bu bana tek yol bırakıyor.
And it only leaves me one recourse.
Becerebildiğim tek şey, Albert, bu kirli iş, tam yol ileri.
So all I can do, Albert, is just do the dirty job all the way down the line.
- Tek yol bu gözüküyor.
- It seems the only way.
Bu binaya girmek ve çıkmak için tek yol.
It is the only way in or out of this building.
Acres, bu tek yol mu?
Acres, is this the only way?
- Bu tek yol.
- This is the only way.
Bu tek yönlü bir yol!
This is a one-way street!
Görebildiğim tek şey, geniş bir yol üzerinde sallanan gri bir perdeydi. Yaklaşık olarak bu barın iki katı büyüklüğündeydi.
I arose myself and I turned over e alone saw a curtain cinereous in the way of the wide road, of the double of the size of this bar.
Tek yol bu dedi.
He said it was the only way!
Bu tek yol.
That's the only way to go.
Tek güvenli yol bu.
It's the only safe way!