English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turco → Inglês / [ I ] / It

It tradutor Inglês

4,037,364 parallel translation
Kaçırdığınız şey pörtlek gözleri olan bir yastık ve kağıt havludan kollar, tamam mı?
OK. So what you're missing is... It's a pillow with googly eyes and paper towel arms, all right?
Katıldığım tarikatın broşürlerini dağıtıyordum.
I was handing out flyers for this cult I had joined, you know.
Sanki hiçbir şey anlamıyorlar gibiydi.
Like they didn't understand it.
İngilizce anlayanlar da sevmemişlerdi sanki.
And those that understood English, it was like, they didn't like it.
Kenardaki ucuz koltuklarda oturduğu için bunu göremeyenler, elinizi kaldırın.
And for those you at the crappy sightline who can't see this, raise your hand. Raise your hands if you can't see this.
Belki de buraya gelmeden önce Guy Fieri'nin Büyük Amerikan Çöp Izgarası'nda yemek yeme fırsatınız olmadı.
Perhaps you didn't have time before the show to eat at Guy Fieri's Great American Garbage Fire.
Hışırdatın, tıpkı balık şekilli jelibon paketinizi açar gibi. Jelibonların en kalitelisi olan balık şekilli Swedish Fish.
Really, indulge the crinkle as you undress your Swedish Fish, the Lamborghini of the gummies.
Babam aslında kardeşimdi, bu yüzden bugün birlikte yemeğe gidemeyiz.
My father was my brother and that's why we can't go to lunch today.
Bir daha benim oyunumda asla açılışı batırma.
Don't ever pooch the opening in my show again.
Ne gerçek hayatta ne de oyunda, asla tırnağını tırnağımın arasına sokma.
Not in life or in the play ever, ever put your nail in between my nail.
Sahiden, bunu bir daha yapma. Asla.
For real, don't ever do that ever again, for real.
Bilmiyorum.
I don't know.
Gil'in saçları, tıpkı JonBenét Ramsey'nin gizemli cinayet vakası gibidir.
Gil's hair, it's like the JonBenét Ramsey case.
Hayır, fark etmedim dostum ama sen böyle devam et.
No, I haven't, my friend, but keep going with this.
Tıpkı Miles Davis gibi dostum.
Oh! That's like Miles, baby.
Artık su numarasını yapmak istemiyorum.
I don't want to do the water anymore.
Adam beni hiç anlamıyor.
- Oh, no. I mean, he doesn't get me at all. You know?
- Artık bunu yapamam George.
[splattered laughter] - I can't do it anymore, George.
Bu söz havada asılı kalır, tıpkı Lenny Kravitz'in o güzel penisinin öylece pantolonundan çıkıp dışarı sarkması gibi.
This line hangs there in the air like Lenny Kravitz's very nice, very full penis, remember when his pants split and it fell out.
Eğer yeterince büyük bir avans gönderirlerse yeni kira miktarını dert etmemize gerek kalmaz.
Maybe if they sent a big enough advance, we don't have to worry about the new rent.
Avans almazsan ne olur?
What happens if you don't get the advance?
Avans olmazsa parasız kalırız, bu daireyi de kaybederiz.
Without that advance, we don't have any money, and we're gonna lose our apartment.
2.500 dolarımız olmadığı için evimizi kaybedeceğiz.
Because we don't have $ 2,500, we're gonna lose our home.
Bir daha yapma bunu.
So don't do it again.
Bana soracak olursan diyorum ki, oyun sırasında bana akıl vermesen daha iyi olur sanki.
Um, if we're doing feedback, I-I was thinking, maybe you don't have to give me notes during the play.
Bunu da CBS işi gibi batırmak istemezsin, değil mi?
You don't want to blow this the way you did CBS, do you?
Bence seyirci anlamaz.
I don't think the audience knows.
Hey hayatım, bana tavuk güveç getirsene veya artık mevcut olmayan başka bir yemek de olur.
Hey, sweetheart, bring me chicken cacciatore or another food that doesn't exist anymore.
Bunu söyleyemez miyim?
- Oh, shit. Can't say?
New York'un en önemli şahsiyetleriyle söyleşi yapıyoruz sadece ve önlerine eşek kadar, kocaman bir ton balığı koymuyoruz tabii.
- No, no. We merely interview the greatest personalities in New York and they don't at all get a huge fucking tuna comeuppance.
- Şu düğmeyi istemiyorum. - Öyle mi, tamam.
- I don't want that button.
Anlamıyorum.
I don't understand.
- Oraya girmeyelim şimdi.
- I don't want to go there now.
New Yorker dergisinin kokteyl partilerine gelmez miydi?
He wasn't at New Yorker cocktail parties?
- Gelmesi de tuhaf olurdu zaten, değil mi?
- That would be very unlikely, wouldn't it?
- Hayır, sanmıyorlar.
- No, they don't.
Presbiteryenler yapmaz mı bunu?
Presbyterians don't do that?
Hayır, hatırlamıyorum.
No, I don't. I can't remember that.
Benim açığımı kapatıyor çünkü Lapin Agile'i hatırlayamadım.
He's covering for me because I couldn't remember Lapin Agile,
- Karşılaşmadılar mı?
- They didn't meet?
- Hayır, sanmıyorum.
- No, I don't think they ever met.
- Bilmiyorum yani.
- I don't know.
Chris Christie'yi beyzbol formasıyla gördün mü hiç, bilmiyorum ama sığmak için karnını çekince böyle görünüyor.
I don't know if you saw when Chris Christie wore a baseball uniform, but he really squeezed into it just like that.
- Elimizde yok.
- We don't have that.
Ama dedi ki, "Fotoğrafı çekenin kamera kullanmayı bilmediğine emin olmalısın."
But he said, "Make sure to give your camera to someone who doesn't know how to use it."
Parktaki bir bankta yaşadığımıza inanamıyorum.
Can't believe we're living on a park bench.
Köstebeklerle kavga etmeseydin şimdi metro tünelinde yaşıyor olabilirdik.
We could be living in the subway tunnel if you hadn't blown it with the mole people.
Parkta yaşamak o kadar da kötü değil.
Living in the park isn't so bad.
Neredeyse böyle bir şarkı hiç yoktu diye düşüneceğim.
I'm starting to think that song doesn't even exist.
- Sana anlatmadığım şeyler var.
- I haven't been totally honest with you.
Bu parktan ayrılmak istemiyorum.
I don't want to leave the park.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]