Doğrusu şu ki tradutor Português
92 parallel translation
Doğrusu şu ki, çok önemli bir delili saklamayı önerdi bana eğer bu zahmetinin karşılığını ödersem.
Na verdade, me propôs ocultar uma evidência vital se eu o desse uma compensação.
Doğrusu şu ki, onun hakkında pek bir şey bilmiyordum. Pis iş.
Na verdade, não percebi muito do assunto.
Doğrusu şu ki, senin yanından hiç ayrılmadı.
A verdade é que Ele nunca saiu do teu lado.
İşin doğrusu şu ki bilmiyorum.
A verdade é que não sei.
Doğrusu şu ki, epey yoruldum.
No momento, estou muito cansado.
Doğrusu şu ki, burada Howard Hunt'ın herhangi bir şey aldığına dair bir kart yok.
Afinal não tenho nenhuma ficha provando que o Sr. Hunt levou daqui livros.
Şimdi yapmak istediğim şey senaryoyu kolaylıkla okumak ve doğrusu şu ki ben de pek aşina değilim.
Agora, quero que leiam o guião, e, sinceramente, eu mal o conheço.
Doğrusu şu ki, size borcumu asla ödeyemem.
A verdade é que nunca lhe poderei pagar.
Doğrusu şu ki, sen bir aptal olmalısın yoksa hala orada duruyor olmazdın.
Deve ser um sacana muito estúpido para ainda estar aí.
Doğrusu şu ki terk ettiğinde Draim'in kalbini kırdın.
A verdade é que o magoou, quando se foi embora.
Andy benden bir şey sakladı, fakat doğrusu şu ki ben ondan her gün bir şeyler saklıyorum.
O Andy esconde-me algo de mim, mas... A verdade é que eu escondo coisas do Andy todos os dias.
Doğrusu şu ki, eğer benim SG-1'in yerini almama izin verirseniz...
Para que fique esclarecido, se me deixassem tomar o lugar da SG - 1.
Doğrusu şu ki... onu satacağım.
A verdade é que... vou vendê-lo.
Ve, eee, işin doğrusu şu ki, bebeğimiz olamıyor.
E... bem, a verdade é que... não podemos ter filhos.
Onu tek başıma durdurmaya çalıştım ama doğrusu şu ki bu tek kişinin yapabileceği birşey değil.
Eu tentei fala com ele, mas é verdade é que, esse não é um trabalho para um homem só.
Doğrusu şu ki, beni bu işe sen bulaştırdın.
E a verdade é que foste tu que me meteste nisto.
Ama sanırım doğrusu şu ki, son günlerde gerçekten mutlu olduğunu farkettim.
Mas a verdade é que tens andado muito feliz ultimamente.
Ama doğrusu şu ki seninle aramızda ve seninle aramızda sorunlar vardı.
Mas as coisas não estavam a correr bem entre nós. Nem entre nós.
İşin doğrusu şu ki, Tanrı bizi olduğumuz gibi sever.
A verdade é que Deus nos ama tal como somos.
Gördün mü, bebek yüzünden olmalı, çünkü doğrusu şu ki, yalnızken nadiren başıma gelir.
Só pode ter sido o bebê, pois essas coisas não acontecem comigo quando eu estou sozinho.
Doğrusu şu ki, yarış pilotu olmak istiyorum.
Com que intenção? A verdade é gostaria de ser um piloto de corridas.
Doğrusu şu ki, seninle biraz vakit geçirmesi ayaklarını yere bastırır diye umuyordum.
Na verdade, esperava que passar algum tempo contigo a fizesse crescer um pouco.
Ama doğrusu şu ki bir dakika olsun kızımı veya başka bir kadını inciteceğini düşünmedim.
Mas, a verdade é... Eu nunca pensei, por um minuto... que fosses capaz de a magoar ou a alguma mulher.
Doğrusu şu ki, raporun sadece ufak bir sarsıntı yapacak.
A verdade é que o seu relatório só vai causar uns abalos.
Doğrusu şu ki, yeni başlıyordu.
Na verdade, estava só no começo.
Doğrusu şu ki, unuttum.
A verdade é que me esqueci.
Pekala, genç adam, itiraf etmeliyim seni yanlış değerlendirdim. Doğrusu şu ki, senin velinimetin, bana kafamı kestirecek diye korktum.
Rapazinho, confesso que te julguei mal,... para falar a verdade,... achei que o teu benfeitor ia fazer-me comer a minha cabeça.
Benim de bir travma geçirdiğimi anlattım. Doğrusu şu ki, bütün bunlar sırasında tek düşündüğüm... sendin.
Que eu tinha passado por um trauma semelhante, mas na verdade... estava a pensar o tempo todo... era em ti.
Doğrusu şu ki, hepsi onun suçu.
E se queres saber, culpo-a a ela!
Doğrusu şu ki, Barney ve James yıllar boyunca annelerinden farklı açıklamalar aldılar.
A verdade é que o Barney e o James têm muitas... explicações diferentes para as suas mães ao longo dos anos
Bu işe başladığımdan beri sahaya çıkmak istiyordum. Doğrusu şu ki bunu mahvetmek istemiyorum.
Desde que arranjei este emprego que queria entrar em acção, e a sério, não queria mesmo fazer asneira.
Seni bunca zamandır hep tehlikeye attım, ama doğrusu şu ki, Ashley, seni incinmiş olarak göremeye dayanamıyorum.
Estou sempre a pôr a tua vida em perigo, mas a verdade é que, não suporto ver-te magoada.
Doğrusu şu ki, kurtarılması gereken sensin, sıradan bir yaşamadan, utançtan.
A verdade é que, tu és o único que precisa de ser salvo, de uma vida de mediocridade, de vergonha.
Bak üzgün olabilirsin, ama doğrusu şu ki bekaretini bu şekilde kaybetmek istemezdin.
Podes estar chateada, mas a verdade é que, não era esta a forma como querias perder a virgindade.
- Doğrusu şu ki : Kimse neyin otizme yol açtığını bilmiyor.
Na verdade, ninguém sabe o que causa o autismo.
Doğrusu şu ki eğer kârlı, hem de büyük kârlı işler yapmaya başlamazsak Newstead'in başı büyük derde girecek demektir.
A verdade é que... se não começarmos a ter lucros, grandes lucros, depressa a Newstead vai estar em sérios apuros.
İki çocuk büyüttüm ve doğrusu şu ki... boşanıyorum.
Estive ocupada a tratar a tempo inteiro dos meus dois filhos, e estou a divorciar-me.
İkimiz birlikte çok eğlenirdik ve işin doğrusu şu ki, tıpkı onun gibi olmak isterdim.
Ele e eu costumávamos fazer todo tipo de merdas juntos. A verdade é que quero ser exactamente como ele.
İşin doğrusu şu ki...
A verdade é que eu...
Doğrusu şu ki, Tyler ve Betty ailemi canlandırmaları için tuttuğum oyuncular.
A Betty e o Tyler são actores que contratei para fazerem de minha família.
Doğrusu şu ki, kocam benim planımla evlenecek kadar şanslıydı.
A verdade é que o meu marido teve a sorte de casar-se com um plano.
- Sanırım doğrusu şu ki biz sadece hepinizi biraz daha yakından tanımak istedik ve ben hepinizin kocamı biraz daha yakından tanımanızı umuyorum. Çünkü bu adamla ilgili bir şey varsa futbolu sevdiğidir.
Acho que a verdade é que só queríamos conhecê-los melhor, e só esperava que conhecessem melhor o meu marido, porque se tem uma coisa nele, é que ele ama futebol.
Kuru temizleme işimin kötü bir fikir olduğunu kabul etmek istemedim, ama doğrusu şu ki sen haklıydın.
Não queria admitir que a lavandaria era má ideia. Bem, a verdade é que tens razão.
Doğrusu şu ki, onu gerçekten hatırlamıyorum.
A verdade é que eu não me lembro dela.
Benim de kafam senin kadar karışık ve şaşkınım! Ama doğrusu şu ki kafamda yeni bir kelime çınlıyor.
Estou tão confusa e surpresa quanto tu... mas há outra palavra a buzinar na minha cabeça.
Sean, bunu duymak senin için zor olacak, çünkü o senin annen fakat doğrusu şu ki, olması gereken bu.
Sean, vai ser difícil para ti ouvir isto porque é a tua mãe, mas a verdade é essa... é assim que tem de ser.
Doğrusu şu ki, daha önce burada yaşamıştım.
A verdade é que já morei aqui.
JFK, Dallas'ta suiskaste uğradı ve tabii ki Teksas'ta başka bir petrol zengini bölge, bunun yanında Beyrut'ta hiç petrol yok ama petrol zengini bir bölgenin ortasında kalıyor ve işin doğrusu şu ki, sözü geçen yer sermaye bankası için petrol zengini bir bölge.
O JFK foi morto em Dallas, claro, mas isso é no Texas, outra região rica em petróleo. Beirute situa-se no seio de uma região petrolífera e é de facto a capital financeira dessa mesma região.
İşin doğrusu şu ki yeteneklerinizi köreltmeyip gezmeniz lazım. Başka bir hastaneye gidecek olsanız bile.
Aqui está a verdade, precisas de viajar, até para outros hospitais.
Albert nasıl özür dileyeceğimi bilemiyorum doğrusu gerçek şu ki ben bir geri zekalıyım.
Escuta, Albert... não há maneira que possa pedir desculpa. A verdade é que sou um idiota.
Bir kontrol manyağı olup çıkabiliyorum ama doğrusu şu ki senden gerçekten hoşlanıyorum.
Sei que posso ser um pouco de maluco e controlador e...