Oyun Çeviri Portekizce
24,282 parallel translation
Ruiz tehlikeli bir oyun oynuyor.
A Ruiz está a jogar um jogo perigoso.
Bir oyun oynamak ister misin? Tabii ki.
- Queres jogar a um jogo?
Oyun başladı, asker çocuk.
Vamos começar, soldado.
Başlasın oyun, geliyorlar.
Vai começar! Aqui vêm eles!
Bu bir oyun, Julius Vanessa'yı istediklerini biliyor.
O Julius sabe que querem a Vanessa, é uma jogada.
Biliyor musun, bu çılgınca. Daha önce düzgünce oyun bile oynamamıştım.
Sabes, é louco, nunca sequer joguei videojogos antes.
Bizimle oyun oynuyordu.
Estava a brincar connosco.
Oyun oynamıyorum ben.
Eu não estou a fingir.
Çok tehlikeli bir oyun oynuyorsunuz.
Sei que estão a jogar um jogo muito perigoso.
İçinde olduğumuz oyun bu, ekibim. Kazanalım o zaman!
É este o jogo que vamos jogar por isso vamos ganhá-lo.
Üzgünüm kardeşim, oyun saati bitti.
Lamento, mana, acabou a brincadeira.
Oyun oynayalım mı?
Queres jogar um jogo?
Ama oyun bitti.
Mas este jogo acabou.
Hayır, ama MIT'teyken master tezimi oyun yapay zekalarıyla ilgili yaptım. - Makine öğrenimiyle ilgili bir sürü şey yaptım. - Oyun için mi?
Não, mas no MIT, fiz uma tese sobre IA nos jogos e aprendizagem das máquinas.
Oyun başlasın.
O jogo vai começar.
Jared burada olduğuna göre oyun salonuna iki masa lazım.
Jared, preciso de duas mesas na sala de jogos.
Kusura bakma ama her şey bu oyun bir parçası değil.
Com todo o respeito, nem tudo aqui faz parte do jogo.
Bu yerin bir oyun olduğunu söylemiştin.
Disseste que este sítio era um jogo.
Al sana bir oyun ;
Aqui vai um jogo para vocês...
Oyunculuğu öğretebilirsin. Okuldaki oyun standartlarına göre bile, kız berbat. Popüler olmayı öğretebilirsin.
Bem, pode ensinar-se a actuar, não a ser popular.
Bu dünyadaki en güçlü iş yapan rüşvet, oyun programındaki tam sayfa reklamdır.
Com o maior suborno do mundo : uma página de graça no panfleto de anúncio da peça.
Oyun devam ediyor!
A arquibancada!
Şu yakışıklı oyun kurucuya da katlanamıyorum.
Não suporto aquele quarterback bonitão.
Oyun kurucu, topu yakışıklı bir şekilde kapıyor seksi bir şekilde pasını atıyor ve Tanrı vergisi yakışıklılığıyla, karşı sahayı yakıyor ama karşılayacak kimse yok!
O belo quarterback pega na bola, de forma sensual dá um passo atrás, e com a boa aparência dada por Deus, atira a bola para o fim do campo!
Oyun nasıl bitecekti, Anya?
Qual era o objectivo, Anya?
Bana bir oyun hazırladı ve oynamamı istedi.
Ele construiu-me um jogo. Queria que eu o jogasse.
Bu dünyanın da tıpkı dışarıdaki dünya gibi bir oyun olduğunu anlamama yardım ettin.
Ajudaste-me a compreender que este mundo é igual ao mundo lá fora... Um jogo.
Rakibin kaybetmeye programlanmışsa o oyun oynamaya değmez.
Não vale a pena jogar se o oponente está programado para perder.
Burada tam olarak ne olduğunu bilmiyorum, adını ne koyacağımı bilmiyorum ama şunu biliyorum ki oyun oynamak için fazla yaşlıyım...
Olha, eu não sei ao certo o que está a acontecer aqui, não sei bem o que lhe deva chamar, mas sei que já sou crescidinho para joguinhos, por isso...
Çocuklar oyun oynuyor.
Crianças a brincar.
Benimle oyun oynama Mary seni uyarıyorum.
Não sejais dissimulada comigo, Maria. Estou a avisar-vos.
Burada oyun oynamıyoruz.
Não estamos aqui para brincar.
Her şey bir oyun hayatım.
Tudo isto é um jogo, minha querida.
Ben kıytırık bir oyun tasarımcısıyım.
Sou só um reles designer de jogos digitais.
Oyun bitti.
Acabou o jogo.
Oynadığın oyun ne bilmiyorum ama babamdan uzak durmanı istiyorum.
Não sei qual é o teu jogo, mas quero que te afastes do meu pai.
Oyun oynamıyorum.
Não tenho nenhum jogo.
Başından beri oyun oynamışsın.
Atraiçoou-me deste o início.
- John, oyun oynayacak...
John, não é altura para...
Sende sahiden hiç oyun yok.
Não tens jeitinho nenhum.
Pekâlâ, alakayı tam olarak anlaman için sana klasik oyun teorisinin kısa bir tarihini anlatacağım.
Para compreenderes a relevância, preciso contar-te um resumo da teoria clássica do jogo.
- Bu şerefsizle artık oyun oynamıyoruz.
Não cooperamos - com este anormal.
Oyun oynamak ister misin?
Queres jogar a alguma coisa?
Ulusal Oyun Alanı Birliği için yardım amaçlı bir kriket maçındaydım.
Fui a um jogo de críquete para caridade da National Playing Fields Association.
Tamam, hadi başka bir oyun oynayalım.
Vamos jogar outro jogo.
Oyun başlasın dostum.
Começa o jogo, amigo.
Yeni bir oyun.
Um novo jogo.
Aslında daha da utandırıcı olan o oyun evine girip çocuğu yakalarsam herkesin bana, her zaman olmak istediğim kahramanmış gibi bakacağını düşünmemdi. Pardon.
Na verdade, o mais embaraçoso é que pensei que, se entrasse lá e trouxesse o miúdo, todos me veriam como o herói que sempre quis ser.
Alacaklarını al, oyun zamanı
- Agarra nas tuas coisas, vai começar.
Bu oyun böyle oynanmıyor ama...
Não é assim que este jogo...
Tehlikeli bir oyun oynuyorsun arkadaşım.
Está a jogar um jogo perigoso, meu amigo.
oyuncular 152
oyuncak 38
oyuncu 30
oyun bitti 163
oyunu 20
oyunlar 25
oyun oynama 28
oyun yok 20
oyuncaklar 27
oyun mu 56
oyuncak 38
oyuncu 30
oyun bitti 163
oyunu 20
oyunlar 25
oyun oynama 28
oyun yok 20
oyuncaklar 27
oyun mu 56