English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Turkish → English / [ E ] / Emın

Emın translate English

9,982 parallel translation
Al o molalarını da kıçına sok, hanımefendi,... seni aptal sürtük!
You can take'em and shove'em up your ass, lady, you fucking bitch!
Dişimi tırnağıma takıp çalıştım ama onlar gözlerini yuvarlayıp, kaşlarını çatarak baktılar ve bana bunun gençlerin işi olduğunu hatırlattılar.
I fought'em tooth and nail, but they rolled their eyes, scowled, and reminded me this is a youth-driven business.
Etraflarını çevirin.
Get'em, round'em up.
Çok yaklaşmayın, korkutacaksınız sonra hamburgerler mahvolacak.
Don't get too close. If you panic'em, you'll spoil the burgers.
Hey, "İnsanlar Yaşadıkça'da" oynanyan Burt Lancaster ve Deborah Kerr'ın nasıl seviştiğini hatırlıyor musun?
Hey, do you remember that scene in From Here to Eternity with Burt Lancaster and Deborah Kerr when they make love on the sand with the surf washing over'em?
Kazıtıp İsrafil bebeklerine dönüştürürken bir yandan da milyonlarcasını kürtaj etmeye devam ediyoruz.
Kitchifying babies and turning'em into these cute little Raphael cherubs, at the same time, we're aborting - 1.2 million of them a year?
Üşüme sıcaklığı 40'ın altında mıymış?
Up and at'em. 40 below with the windchill.
Onlara karşı saygılı olmak zorundasınız, şef.
You ought to treat'em with respect... Chief.
- Hâlâ yapıldığını bilmiyordum.
Didn't know they were still doing'em.
Çıkartın.
Flush'em out.
Şimdi şu ampulleri arkaya götür ama sakın kırma.
Now take these light bulbs out back and don't break'em.
Canlarını al.
Knock'em dead.
Ama onları ihbar etmek yerine, angarya işler yaptırırdı. Sabıkaları olmasın diye onlara ikinci bir şans verirdi.
But rather than report'em, she'd make'em do chores and stuff, you know, give'em another chance so they didn't get a record.
Onlar keçi ayağıydı ve hepsini attınız!
Ew. They were goat feet, and you threw'em out!
Kızgın Gurkha Hanna'nın kötü insanlar ve yerler çizelgesinde "çok çok kötü" ye giriyor.
Hanna scale of bad people, places and things. We got six of'em coming our way.
Eskiden zenginler resimlerinin çizilmesi için para verip sessamın önünde üç ay dururlardı, bu da aynı sey.
Well, in the old days, rich people with a lot of money would pay to stand in front of someone for three months to have'em paint'em, so it's the same thing.
Sanırım onları hakladın.
- I think you got'em.
Kitaplarını yemesini istemiyorsan deri ciltli kitap almayı bırak.
You want him to stop eating your books, stop buying'em leather-bound.
- Onlara Yaşayan Ölüler diyorlar. Bence bu Tanrı'nın bir armağanı. Ama öyle dersek yukarıdakini fazla yüceltmiş oluruz.
They call'em Deadites, and I'd say it's a gift from God, but that would be giving the man upstairs a little too much credit.
O sefil karavanın içinde kara büyü kelimeleri söylediklerini duydum.
I heard'em chant some weird voodoo stuff from inside that crappy trailer.
Emma, burada mısın?
Em, you in here?
Çünkü bunun tüm olayı... Onları suya sokabiliyorsun, ama ses çıkaramazsın, değil mi?
Because that's what the whole point of the... when the... ( stammers ) if you can lead'em to water, but you can't make a sound, right?
- Buna inandın mı?
- You believed'em?
Bu sayede Wrangler kot reklâmlarında oynayan adamların hangilerinin karılarını dövdüğünü bilebiliyorum.
That's how I can always tell which guys in the Wrangler Jeans commercials beat their wives. All of'em.
- Ellerini kaldır! - Eller başınızın üzerine.
You, get'em up.
Haydi, atın çantaya.
Come on. Put'em in the bag!
Onların içeri girmesine izin vermemeliydin.
They must leave You-have shoulds not let'em in.
Yedikleri karidesin içindeki karotenoid denilen madde yüzünden pembe olduklarını söylüyorlar.
Say they're pink'cause the shrimp they eat got some stuff called carotenoids in'em.
Rock and roll, deli gibi yumurta vermelerini sağlıyor ama onları biraz geriyor.
Turns out, rock'n'roll makes'em lay eggs like crazy, but it does stress'em out a little bit.
Diğer gerçeklikte onun nasıl çalıştığını gördüm. Sürekli emir verip kimseyi dinlemiyordu.
I saw how she worked in the alternate reality, always giving orders, never taking'em.
Bazıları Kubbe mıknatıslanınca insanların evlerinden alındı.
A bunch of'em got pulled off of people's homes when the dome was magnetized.
Christine onlara akşamki taşınma için yatakhaneyi hazırlamalarını söyledi.
Christine told'em to get the dorms ready for move-in tonight.
İçeri tıkın şunları.
Lock'em up!
Tam olarak aynı anda, ülke genelinde onlara saldıracağız. Yani tam olarak 3'te kapıyı açmalısın.
We're gonna hit'em right across the state at exactly the same moment, so I need to get that gate open exactly 3 am.
Önce yabani otlardan başlarsın ve direk söküp çıkarmazsın.
So you start with the weeds, and you can't just pull'em.
Onlarla üç yıl boyunca görüştüğüm California Bar Sözleşmesini garantiledikten sonra... Chauncey Hotel hesabını kapattın.
You closed the Chauncey Hotel account after I guaranteed'em that the California Bar Convention would meet there every fucking year.
- Onları nerede aldın peki?
Where'd you get'em?
Böyle herifler bir kızın nasıl etki altına alacaklarını iyi biliyorlar.
These guys, they have a way of getting under a girl's skin and they can't shake'em.
- Hepsini içeri alın.
- Bring'em all in.
Yani, bir yerden yakalayamıyorsanız, başka bir yerden yakalarsınız.
I mean, if you can't get'em for one thing, you get'em for something else.
Masseria'nın işlerinin bir kısımını istemiyorum, hepsini istiyorum.
I don't want a cut of Masseria's rackets. I want'em all.
Bu şişeleri aldığınız yere bırakın tamam mı beyler?
Put these bottles in the back, wherever you got'em, all right, men?
İşte bu yüzden yarın son maaş bordronuzu getirmenizi istiyorum ki düzgünce karşılayabileyim.
And that's why tomorrow I want each of you to bring in your most recent pay stub so I can match'em in good faith.
Onların haklı olduğunu kanıtlaman lazım.
So prove'em right to me.
Kırık kaburgası ve delik dalağıyla odanın içinde oynayacak mı?
Knock'em around the room with his broken ribs and punctured spleen?
Gelin de alın!
Get'em!
Bırakın yaklaşsınlar.
Let'em get close.
Aklını aldı çocukların!
And he gives'em the slip!
Onları kazanmanın yolunu bulman lazım.
You go get'em, kiddo.
- Çekilin, yol açın.
- Let's go, let'em through. Let'em through.
- Işıkları açın!
Light'em up!

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]