We have to talk traduction Turc
3,910 traduction parallèle
We have to talk.
Konuşmamız lazım.
Do we have to talk about this now?
Şimdi bunu konuşmak zorunda mıyız?
I say we have to talk directly with him.
Onunla direkt olarak konuşalım diyorum.
Stefan, we have to talk about this.
Stefan, bunu konuşmalıyız.
We have to talk to the police.
Polise haber vermemiz lazım.
Ms. Janssen, I hate to drag you away from your adoring fans, but we have to talk.
Bayan Janssen, sizi hayranlarınızdan ayırdığım için üzgünüm ama konuşmamız gerek.
We have to talk sometime.
Biraz konuşmamız gerekiyor.
Go and bust some moves before we have to talk to the police.
Polisle konuşmadan önce git birkaç hareket göster.
We have to talk.
- Konuşmamız gerek.
We have to talk to her, even if the FBI is all over her.
FBI peşinden ayrılmasa bile onunla konuşmamız gerek.
What on earth would we have to talk about?
Seninle konuşacak neyimiz olabilir ki?
Look, Ted, there's something we have to talk about.
Bak, Ted konuşmamız gereken bir şey var.
Henry, we have to talk.
Henry, konuşmamız gerek.
Well, you did that on purpose. Yes. We have to talk.
Bunu bilerek yaptınız.
Jen, we have to talk. What's wrong?
- Jen konuşmamız lazım.
If you really think that I sent that, then we have nothing more to talk about.
Gerçekten benim yaptığımı düşünüyorsan, o zaman senle konuşacak birşeyim yok.
Sorry, I have to go, we'll talk again another time.
İçeri girmem lazım. Bu konuyu uygun bir zamanda tekrar konuşalım.
Oh, mom, do we really have to talk about that now?
Of anne şimdi bunu konuşmak zorunda mıyız?
So, you know, we don't have to talk if you don't want to.
Biliyorsun, istemiyorsan konuşmak zorunda değiliz.
We have plenty to talk about.
Konuşabileceğimiz pek çok konu var.
The thing with the other guy, it's... you know, that's over, so we don't... we don't ever have to talk about that ever again.
Diğer adamla yaşadıkların... Artık bittiğine göre o konuda bir daha konuşmamıza gerek yok.
We have a lot to talk about.
Konuşacak çok şeyimiz var.
Okay, we're gonna have to go talk to the nice lady, Dexter.
Tamam, gideceğiz gerekecek güzel bir bayan, Dexter konuş.
Well, if the last few weeks is your benchmark for ordinary, then we do have a lot to talk about.
Son birkaç haftada yaşananları olağan görüyorsan konuşacak çok şeyimiz var demektir.
No, Ross, he cannot talk to his wife for you, because you are with me, and we have a consult with a pregnant lady with abdominal pain.
Hayır Ross, senin için eşiyle konuşamaz çünkü benimlesin ve karın ağrısı şikâyeti olan hamile bir hasta için konsültasyonumuz var.
We have a lot to talk about.
Konuşmamız gereken çok şey var.
We're going to have to talk about Director's insurance and fiduciary responsibility, partner.
Yönetici sigortası ve vekalet sorumluluğu hakkında konuşmalıyız ortak.
It's terrible, what happened... but we'll just have to talk about it.
Korkunç şeyler oldu. Bunun hakkında konuşmalıyız. Beni ara.
We got to separate him from the rest of the TRPs, have a talk.
Onu ötekilerden ayırıp konuşmamız lazım. Parish bir konuda haklıydı.
That means we don't have to talk about it or think about it ever again, so... which became a two-night thing, and then, now it's kind of an every nightly thing.
Bu bir daha bu konuda konuşmamıza ya da düşünmemize gerek yok demektir. Ama sonra iki gecelik bir şey oldu ve sonra neredeyse her gecelik bir şey.
Look, we don't have to talk about it.
Evet evet.
Briggs is dead, but I think I have a lead on where the jewelry might be, so we might have a shot at coming out ahead on this, but I'm gonna talk to you about it when I get back to the office, okay?
Briggs öldü ama mücevherlerin olduğu yeri bulmuş olabilirim. Peşine düşüp bir şansımı deneyeceğim. Ofise döndüğümde konuşuruz bu konuyu, tamam mı?
Annie, do we have to have another talk about you wanting to play house with me?
Annie, benimle evcilik oynamak istemen konusunda tekrar konuşmamıza gerek var mı?
And now, thanks to Kevin's complete misreading of the situation, we have our moment of maximum leverage, so let's just talk about this "F".
Kevin'in durumu tamamen yanlış yorumlaması sayesinde, elimizde öyle bir avantaj var ki, o yüzden artık şu "F" hakkında konuşabiliriz.
Don't talk. - We have to get him to a hospital.
- Onu hastaneye götürmeliyiz.
I know we don't talk about doggy years a lot, but I just wish you could have waited to find out how talented you were until I was gone.
"Küçük Davulcu Çocuk" olmamı sağlayan şey bu davul. Bebek davulu istiyor. Evet!
I thought we would have time to sit and talk with Axl about his hopes and dreams.
Bir yerde oturup Axl'ın hayalleri ve umutları hakkında konuşuruz sanmıştım.
Come on. We have to go talk to the Vet.
Hadi, veterinerle konuşmaya gitmeliyiz.
So we have nothing to talk about.
Konuşacak bir şeyimiz kalmadı.
- Sir, as you yourself have said, these people are not likely to talk, and we haven't a shred of evidence.
- Efendim sizin de söylediğiniz gibi bu insanlar konuşma yanlısı değiller ayrıca elimizde hiçbir delil yok.
Look, after this, why don't... We'll just head downtown to Serendipity's and we'll have ice-cream sundaes, and we'll kind of just... We'll talk...
Bundan sonra Serendipity'e doğru ineriz kendimize birer dondurma alırız ve konuşuruz biraz...
If you want to talk to him, we have to go to him.
Onunla konuşmak istiyorsan, ona gitmemiz gerekiyor.
And then we'd have some leverage to get him to talk, maybe get a warrant for his place.
Daha sonra da onu konuşturmak için elimize bir koz geçer,... belki de evi için arama izni çıkarttırabiliriz.
If you're free, maybe after the ceremony, we could have dinner and talk like we used to.
Müsaitsen törenden sonra akşam yemeğine çıkar eski günlerdeki gibi sohbet ederiz.
Um, can we have a moment to talk to you?
Bize bir dakikanızı ayırabilir misiniz?
We'll do a little March Madness, place some bets, and then I'll invite my good friend Stephen Hawking over, so she'll have someone to talk to.
March Madness izleriz, biraz iddia atarız sonra yakın arkadaşım olan Stephen Hawking'i eve çağırırım da konuşacak birisi olur kadının.
When you can tell me who shot my daughter, then we'll have something to talk about.
Bana kızımı kimin vurduğunu söylerseniz, ancak o zaman birşeyler hakkında konuşabiliriz.
We're going to have to go to the house and talk to him face-to-face.
Eve gidip onunla yüz yüze konuşmak zorundayız.
At least we have something to talk about.
En azından konuşacak bir şeyimiz var.
Peter, we need to talk. Jordan, I actually have to ask you a question.
Jordan, açıkçası sana bir soru sormak istiyorum.
You know, we don't always have to talk about my kids when we're alone.
Her yalnız kalışımızda çocuklarım hakkında konuşmak zorunda değiliz.
we have to talk about this 32
we have to go 1146
we haven't 212
we have 1448
we have a deal 218
we haven't met yet 21
we have a lot in common 51
we have no choice 232
we have it 62
we have a lot of work to do 49
we have to go 1146
we haven't 212
we have 1448
we have a deal 218
we haven't met yet 21
we have a lot in common 51
we have no choice 232
we have it 62
we have a lot of work to do 49
we have a situation 159
we have a winner 107
we have nothing to talk about 26
we have a problem 623
we haven't got time 26
we have to 499
we have to go now 162
we haven't met 79
we have to leave 157
we have to leave now 45
we have a winner 107
we have nothing to talk about 26
we have a problem 623
we haven't got time 26
we have to 499
we have to go now 162
we haven't met 79
we have to leave 157
we have to leave now 45