English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Inglês → Turco / [ G ] / Got to run

Got to run tradutor Turco

1,751 parallel translation
I've got to run an errand.
Bir işim var.
I got to run.
Gitmeliyim.
Actually, I got to run to the bank,
Bankaya uğramam gerek.
I got to run to the dry cleaners,
Sonra kuru temizleyiciye de gideceğim.
Look, I've got to run a diagnostic, but theoretically, transferring power to the shields should be relatively easy.
Bak, tanı programını çalıştırmam gerek, ama teorik olarak gücü kalkanlara aktarmak nispeten daha kolay olmalı.
- Hey, I got to run.
- Artık gitmem gerek.
I've got to run.
Yemeğin keyfini sür.
I got to run to the office.
Odama kadar gitmem gerekiyor.
Lola : I got to run.
Gitmem gerek.
Tell mom I've got to run an errand I... I'll come back later
Annene işimin çıktığını söyle, geri döneceğim.
Sometimes you got to run before you can walk.
Bazen daha yürümeyi öğrenmeden koşman gerekir.
- Well, I've got to run.
- Pekala, benim gitmem gerekiyor.
Mom, I've got to run, okay?
Anne, gitmem lazım, tamam mı?
- l got to run.
- Gitmem gerek.
Got to run.
Gitmem lazım.
I got homework, and I got to run an errand.
Ödevimi yapacağım, ve sonra ayak işlerini.
Look, hon. I got to run. Go, go.
Bak tatlım, kapatmam lazım tamam git, git
I got to run.
Gitmem gerek.
hate to bleed and run, but i got to be on the eastside in 20.
Kanayıp kaçmaktan nefret etsem de... 20 dakika içinde doğu bölgesinde olmalıyım.
Hate to bleed and run, but I got to be on the eastside in 20.
Kanayıp kaçmaktan çok nefret ederim ama yirmi dakika içinde doğu bölgesinde olmalıyım.
Hate to beat and run but got to be on the East Side in twenty.
Ayak üstü uğramaktan nefret ediyorum ama 20 dakika içinde Doğu Yakasında olmalıyım
I got to run.
Kapatmalıyım.
All right? Come on. I have to run half a mile in four minutes, and I've got to climb that fence, do some pull-ups, and then hit those stairs.
Pekâlâ, 800 metreyi 4 dakikada koşmak zorundayım sonra şuradaki çite tırmanıp birkaç barfiks çekeceğim ve sonra birkaç merdiven çıkacağım doğru mu?
I mean, we still got some good outside shooters, and they're in pretty good shape, so if we push it, we might just run the score up high enough to where we don't need no big man in the paint.
Yani dışardan atış kullanabilen iyi şutörlerimiz var ve çok iyi durumdalar böylece kazanmak için boyalı bölgede iri bir adama da ihtiyacımız kalmaz.
Okay, so now I got a bunch of prints, and what am I supposed to do but run them through the database.
Veritabanında araştırdım.
You've got a company to run.
Yönetmek zorunda olduğun bir şirket var.
I got one more lead to run down.
Birine daha bakmam lazım.
- I'll catch up. Got an errand to run.
Ufak bir işim var.
Oh, you got a minute to run upstairs and chat with your captain?
Bir koşu yukarı çıkıp baş komiserinizle konuşacak kadar vaktiniz var mı?
But you need a server farm to run it, and they've got zip.
Bunu çalıştırmak için koca bir sunucu ağına ihtiyacın var ve onlarda bunun tırnağı yok.
{ And I bet } You've got the batteries to run them { all night long }.
Ve bahse varım, tüm gece açık bıraksak bile, o piller bitmeyecektir.
When they start commenting on you to each other, you've got them on the run.
Aralarında sizinle ilgili konuşmaya başladıklarında, üstlerine gidin.
- I got to go run an errand.
- Bir yere yetişmeliyim.
You got nowhere to run, man.
Kaçacak yerin kalmadı. Duydun mu?
Well, if you'll excuse me, I've got a business to run. No.
İzninle işimin başına dönüyorum.
Got to make a run.
Biraz işim var
So they fired all their carhops, they got rid of most of the things on the menu and they created a revolutionary idea to how to run a restaurant.
Elbette tüm servis elemanlarından ve mönüdeki fazlalıklardan kurtularak.. Ve bir restoranın idaresi için "devrimci" bir fikirle ortaya çıktılar..
So, you both run for president, because one of you has to win and you've got your access to the tunnel.
Yani, siz ikiniz başkanlık için yarıştınız, çünkü birinizin kazanması ve tünele ulaşması gerekiyordu.
I got to run.
Çok meşgul bir adamım. Acele etmeliyim.
I don't know hom much food you got in there, but when you start to run out, you're not gonna let go.
Orada ne kadar yiyeceğiniz var bilmiyorum,... ama tükenmeye başladığında, gidemeyeceksin.
I got an errand to run.
Halletmem gereken bir iş var.
She received a message from our side, to run away before we got there.
Biz oraya varmadan, içimizden biri kaçması için ona mesaj atmış.
She got caught trying to run away with the child and was beaten to death.
Çocukla beraber kaçmaya çalışırken yakalanmış ve ölene kadar dövülmüş.
Nothing personal, Captain... but I got a business to run, and you got an army to feed.
Yüzbaşı, kişisel almayın ama benim yürütmek zorunda olduğum bir iş sizin de doyurmak zorunda olduğunuz bir ordu var.
Thanks to Roanoke, the Leafs have got the Kings on the run.
FORMUNA YENİDEN KAVUŞAN ÇOCUK! Roanoke sayesinde Leafs Kings'i zorluyor. Leafs'in gizli silahı bu mu?
I got word that you guys are planning to run with a story that Matt Damon is attached to this Benjamin Disraeli Bobby Mason picture that I'm producing.
Bir şeyi açıklığa kavuşturayım. Matt Damon'u Benjamin Disraeli ile bağlantılı düşünüyormuşsunuz. Benim prodüktörlüğünü yaptığım Bobby Mason filminde yani.
Well, I got to make a run to the parts store.
Yedek parçacıya kadar gitmem gerekiyor.
I've got a bunch of medical stations to run.
Uğramam gereken birkaç tıbbi merkez var.
Well you know your daddy don't like you to run around and we got that church supper tonight.
Biliyorsun, baban çok dolaşmandan hoşlanmıyor, ve bu akşam kiliseye yemeğe gideceğiz.
We designed and built it, so we've got the contract to run it.
Dizaynı ve kurulumu bize ait, o yüzden işletme hakkı da bize ait olacak.
I've got an idea I want to run past you- -
Aklımda bir plan var. Sana anlatmak istiyorum.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]