On the whole tradutor Turco
4,850 parallel translation
There was only one man on the whole planet who envisioned an infinitely grander cosmos.
Tüm gezegende, sonsuzluga uzanan genislikte bir kozmosun varligini hayal eden tek bir insan vardi.
I want you to do that... on the whole truck.
Bunu her yere yapmanı istiyorum.
On the whole, the women are willing.
Genele bakarsak, kadınlar gönüllü.
Have we not progressed beyond nerd bigotry as a society on the whole?
Ne yani Evan inek olduğundan onun için fazla mı havalı mı olduğunu düşünüyorsun? Toplum olarak ineklere karşı ön yargınızı atlamadınız mı?
Can we just pump the brakes on the whole resurrection situation until Aidan gets home, Sally, please?
Aidan eve gelene kadar şu diriltme olayında... -... frene basabilir miyiz biraz Sally?
I mean, he's broken enough legs to make colonel in the KGB, but he's going to turn his back on the whole lot because he fancies a trip to Harrods?
Albaylığa gelebilmek adına KGB adına o kadar bacak kırmış, ama sırf Harrods'a bir gezinti hayal ettiği için sırtını mı dönecek?
Well, I'm just sorry it took so long, but the airline has this whole voucher BS, so it takes forever, but that's no reason to pay for a trip you're not gonna go on.
Bu kadar uzun sürdüğü için kusura bakma havayolunun fatura saçmalığı yüzünden bir ömür sürdü ama uzun sürüyor diye gitmeyeceğin bir geziye de para verilmez.
And I'm not exaggerating when I say that he knows the critical pressure point on every person of note or influence in the whole of the Western World and probably beyond.
Ve tüm Batı Dünyasında ve muhtemelen ötesindeki her önemli kişinin önemli baskı noktasını bildiğini söylersem, abartmış olmam.
So, if one of you isn't on the ball then that affects the whole family.
Yani, birinizin iyi olmaması tüm aileyi etkiler.
I am gonna be in the front row and I'm gonna watch the whole thing'cause I cannot wait for that beast...
Ön sıralarda olacağım ve her şeyi izleyeceğim çünkü o yaratığın sonu için sabırsızlanıyorum.
The whole reason everybody is here tonight is because I called that Ramsey Michel on line and they all come here to watch me stick it into his ass.
Bu akşam bunca insanın gelmesinin tek sebebi Ramsey Michel'i internetten çağırmış olmam ve onların da onun götünde nasıl patlatacağımı izlemek istemeleri.
And I sleep on a side of the bed and I cannot remember the last time that I brought home a whole roasted chicken and just ate the entire thing.
Artık yatağın bir yanında uyuyorum ve en son ne zaman bütün kızarmış bir tavuk getirip hepsini yediğimi hatırlamıyorum.
You know how I feel about weapons in the house, so I'm just gonna take this whole box and I'm gonna put it somewhere, because the last thing I need is you and your friends playing "moose hunt" in our front yard.
Evde silah olması konusunda ne düşündüğümü biliyorsun,... o yüzden bu kutuyu alıp,... başka bir yere koyacağım,... çünkü ihtiyacım olan son şey,... sen ve arkadaşlarının ön bahçede... "geyik avı" oynamanız.
And I'll manage the whole thing from my porch with one beauty sitting on my lap... and another mopping my brow.
Ve her şeyi kucağıma oturmuş bir güzelle diğer güzel alnımı ovarken kanepemden hâlledeceğim.
... and then you look down the front row and somebody yawns something like that, and the whole thing falls away and you're just this...
Sonra ön sıradakilere bakıyorsun, biri esniyor veya öyle bir şey oluyor o zaman her şey kayboluyor ve garibanın teki olarak kalakalıyorsun.
I didn't want you on that thing the whole time when we're here.
Burada olduğumuz süre içinde o şeyle zaman geçirmeni istemedim.
She's on the verge of death through the whole delivery.
Hikâye boyunca kadın ölümün kıyısında.
I know. It's not in the department's policy to hire outside security when we have a whole fleet - of blue boys on the payroll.
Çalışan bir alay polis varken dışarıdan güvenlik görevlisi işe almak karakol prensiplerinde yer almıyor.
He spent his whole life dining out on the fact that he knew Byron and Shelley and claimed to know Keats, which he didn't.
Hayatı boyunca Byron ve Shelley'i tanıdığı için akşam yemeği ısmarlatmış.. ... öyle olmadığı hâlde Keats'i tanıdığını iddia etmiş.
You can do your whole "Color Purple" thing on the ride there, but I'm going.
Burada tüm o "Mor Yıllar" şeyini yapabilirsin sataşırken ama ben gideceğim.
Was the whole world on fire?
Bütün dünya mı?
Go on, show us the whole picture.
Dön de tümüyle görelim.
Over here, this is our security command or observation... our eyes and ears on the whole block.
Burası bizim tüm bloktaki gözümüz ve kulağımız.
To go on air like that in front of the whole country and say what you did?
Tüm ülkenin önünde yayına çıkıp onca şeyi söylemen?
Oh, right, you got that whole thing going on with the mother of your other kid.
Doğru, diğer çocuğun annesiyle ilgili sorunların var.
Seems like it goes with the whole "kidnapping Americans off the street" thing you got going on down here.
Olan biten bütün bu "Amerikalıları sokaktan kaçırma" işiyle uyuşuyor gibi.
As I have continued to say throughout this whole process, anything that contributes to promoting stability in the region I hope will be greeted with enthusiasm on all sides.
Bütün süreç boyunca söylemeyi sürdürdüğüm gibi bölgede istikrarı sağlamaya katkıda bulunan her şey umuyorum ki tüm taraflarca coşkuyla karşılanacaktır.
I spent the whole spring working on Christopher's garden.
Koca ilkbahar Christopher'ın bahçesini düzenledim.
Our whole existence hinges on the lies we tell humans.
Bizim varlığımız devamı insanlara söylediğimiz yalanlara sayesinde.
- How'd you get on that whole, um, helping the handicapped thing? - I don't know.
- Bu engellilere yardım etme konusu nerden çıkmıştı?
Three-and-a-half days, I was on the witness stand, and for three-and-a-half days, I swore to tell the truth, the whole truth, and nothing but the truth, so help me God.
Üç buçuk gün boyunca tanık sandalyesindeydim ve sadece doğruyu söyleyeceğime yemin etmiştim.
We've only been here for five minutes, and the whole situation has gone completely "howard the duck" on us.
Yalnızca beş dakikadır buradayız fakat tüm olay bir "Ördek Howard" olayına döndü.
Now you have the nerve to try and blame the whole thing on Harry Selfridge!
Şimdi de bütün her şey için Harry Selfridge'i suçlamaya cüret ediyorsun!
You have the nerve to try and blame the whole thing on Harry Selfridge.
Ve şimdi de bütün bu olan biteni Harry Selfridge'in üzerine atmaya cüret ediyorsun.
You're gonna bring the whole place down on our heads.
Tüneli başımıza yıkacaksın.
But listen, if we really wanna put O'Malley's Cove back on its feet again, we're gonna have to do something to let the whole world know about this place.
Ama bakın, O'Malley'nin Koyu'nu yeniden kalkındırmak istiyorsak bütün dünyaya burayı tanıtacak bir şey yapmalıyız.
Bad enough this guy has brought. The whole Cabal down on our heads. Now you want to invite him to our home?
Bu adamın tüm Kabal üyelerini başımıza sardığı yetmezmiş gibi şimdi de onu evimize mi davet ediyorsun?
Dear, Nicky, the whole weight of the decision lies solely on your shoulders now...
Sevgili Nicky, kararın bütün yükü şu anda yalnızca senin omuzlarında.
Oh, come on. He's been the victim his whole life.
Oh, hadi ama o zaten büyün hayatı boyunca kurbanı oynadı.
So, we totally blew away our whole fund-raising goal and I am pretty sure it's because of the awesome show you and your friends put on.
Yani, tüm bağış toplama hedefini tamamen uçurduk ve senin ve arkadaşlarının ortaya koyduğu muhteşem gösteriden kaynaklandığına oldukça eminim.
That gas explosion put the whole bloody asylum on yellow alert.
O patlama bütün Tımarhane'yi sarı alarma geçirdi.
The whole world will be watching this on the first of next month!
Dakikam bitmiş. Tüm dünya gelecek ayın ilk günü bunu izleyecek!
You got the whole "heightened sense" thing going on.
Tüm hislerin en yüksek seviyeye ulaşmıştır.
Just so you know, the whole byronic-hero thing doesn't really work on me.
Bil diye söylüyorum, tüm o ironik kahraman lafları bana sökmez.
I'll give you a pass on account of the whole raised-by-monsters thing.
Sanırım bunu yaratıklar tarafından yetiştirilme olayına vereceğim.
The whole town, the same place at the same time, on the anniversary.
Bütün şehir, aynı yerde aynı vakitte yıldönümünde.
Look, when it blows up, and it will once it reaches a critical mass of users, Pied Piper will be able to search the whole world of recorded music to find out if there's a match to see if you're infringing on any copyrighted material.
Bak, tutulduğu zaman, ki belirli ölçüde kullanıcıya ulaştığında tutulacak Pied Piper telif hakkı olan bir eseri ihlal edip etmediğini görmek için tüm dünyadaki kayıtlı müzikleri tarayıp eşleştirme yapacak.
The whole month before she died, she would lie on an old couch on the screened porch, where the sunlight kept her warm.
Ölmeden önceki ay boyunca güneşin kendisini ısıtabileceği bir pencerenin önünde ki kanepede yattı.
Papa paid for the whole thing, every summer, all 125 campers on Lake Michigan.
Babam tamamını ödemişti, herkesinkini Michigan Gölü'ndeki 125 kampçının tamamını.
We got a whole wad of plastic explosives on the underbelly.
Bize kapak beş saniye ver. Sam, al senin.
I wore this thing on my wrist the whole time and that fool never even realized it.
Bu saati sürekli takıyorum ve o salak bunu fark etmiyor bile.
on the tv 16
on the other hand 1607
on the table 116
on the plus side 107
on the 426
on the floor 300
on the way home 32
on the roof 79
on the ground 440
on the contrary 1002
on the other hand 1607
on the table 116
on the plus side 107
on the 426
on the floor 300
on the way home 32
on the roof 79
on the ground 440
on the contrary 1002
on the other side 107
on the bench 17
on the right 145
on the beach 77
on the other 48
on the house 231
on the internet 51
on the dot 66
on the record 70
on the surface 75
on the bench 17
on the right 145
on the beach 77
on the other 48
on the house 231
on the internet 51
on the dot 66
on the record 70
on the surface 75
on the one hand 116
on the side 64
on the street 102
on there 23
on the sidewalk 17
on the inside 58
on their own 19
on their way 28
on the back 61
on the phone 192
on the side 64
on the street 102
on there 23
on the sidewalk 17
on the inside 58
on their own 19
on their way 28
on the back 61
on the phone 192