Yapmak zorundayım tradutor Inglês
1,900 parallel translation
Bunu yapmak zorundayım.
I've got to do this.
Bunu ailem için yapmak zorundayım.
I do what I have to for my family.
- Çünkü yapmak zorundayım.
- Because I have to.
Seçim yapmak zorundayım. Hoş, inek tipli Dobby ya da Saz, ana haber bültenini okuyacak tipteki yeni kız arkadaşım mı?
'Oh, got to choose - nice geeky Dobby'or Saz, my primetime newsreader-type girlfriend?
Dostum, ama bir baş komiser olarak bunu öğrendiğim için hemen bir şeyler yapmak zorundayım.
- I am a friend. But I also heard this as a captain, which now forces me to do something.
Dediğini yapmak zorundayım, yoksa ordan küçük pembe bir Hulk olarak dışarı çıkacak.
I got to appease her, or she'll break out of that thing like a tiny pink hawk.
Benim de hoşuma gitmiyor ama seçim yapmak zorundayım.
I don't like it either, but I have to make choices.
Yapmak zorundayım!
I have to.
Üzgünüm, yapmak zorundayım.
I'm sorry I have to do this.
Birşeyler yapmak zorundayım. Evet.
I have to do something.
Seti benim için ayarlıyorlar... Bu noktada önemli olan, her şeyi bir araya getirebilmek. Bir araya gelmeyen şeyler olursa uygun değişiklikleri hızlıca yapmak zorundayım.
They've been building sets for me, evemhing at this point is a matter of making sure things come together and of those things don't end up coming together I have to have suitable replacements vey quickly.
Bugün imzalayacak olduğumuz anlaşma, aramızdaki savaşa son verecek ve insanlarımız arasında yeni bir dostluğun başlangıcı olacak. Neden zor işleri hep ben yapmak zorundayım?
The treaty we sign today marks an end to war, and the beginning to a new friendship between our people.
Bir şeyler yapmak zorundayım.
I've got to do something.
Bunların hepsini söküp yeniden yapmak zorundayım, Bayan Price.
I may need to unpick all this and start again, Miss Price.
Büyük sürpriz, yapmak zorundayım.
Big surprise, I have to.
Hazırlanın. Testleri baştan yapmak zorundayım.
I'm going to need you to stick around and retest.
Yapmak zorundayım.
I have to- -
gördüğüm şeyin ne olduğunu onaylatmaya geldim bunu yapmak zorundayım.
I'm coming clean on what I saw. I have to.
Yapmak zorundayım.
I had to.
Bunu yapmak zorundayım.
I have to do this.
Yapmak zorundayım, o tarafa gitme.
I have to. I have to, don't you go over there.
Artık benden ne isterse yapmak zorundayım.
I have to do anything she asks from now on.
Ne yapmak zorundayım?
What do I have to do?
Sanırım bunu yapmak zorundayım.
I guess I'll have to do.
Bunu yapmak zorundayım, tamam mı?
I need to do this, all right?
Bunu yapmak zorundayım.
We've got it.
Bunu yapmak zorundayım.
That is because I have to collect.
Yapmak zorundayım.
I need to do this!
Bunu yapmak zorundayım, Mary.
I have to do this, Mary.
Ama yapmak zorundayım.
But I have to.
Hikayeyi ilginç yapmak zorundayım, benim işim bu.
I had to make the story exciting, it's my job.
Neden hep ben yapmak zorundayım?
Why do I always have to?
Şimdi yapmalıyım, Yapmak zorundayım, fakat hayır, sen beni gerçekten haklı sanabilirsin...
I should just, I gotta, but no, can you really expect me to just...
Çünkü bir arkadaşım için iyilik yapmak zorundayım.
Because I'm doing a favor to a friend.
Bunu yapmak zorundayım.
I got to do it.
Bunu yapmak zorundayım.
But this is not a good idea.
İşim bazen hiçte hoş olmuyor ama bu hoşuma gitmese de bunu yapmak zorundayım.
Sometimes my work isn't very pleasant, and I have to do things that I don't like doing.
Doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri yapmak zorundayım.
I have to do what I think is right.
- Sezaryen yapmak zorundayım.
I have to perform a c-section.
Bundan iyisini yapmak zorundayım.
I'll have to do better than that.
Anne, bunu yapmak zorundayım.
Mom, I have to do this.
Çin'de politik bale yapmak zorundayım. Burada daha iyi dans ediyorum.
You know, I must dance political ballet in China, but I dance better here.
Yüksek teknoloji görüşme odalarımız, kameralarımız ve filmlerdeki gibi çift taraflı aynalarımız oluncaya kadar böyle yapmak zorundayız.
Until we have high-tech interview rooms, videos and two-way mirrors like in movies we have to make do.
- B., bunu yapmak zorunda değilsin. Evet, zorundayım.
B., you don't have to do this. yes, I do.
Sanırım en iyisini yapmak zorundayız.
Oh, I guess we'll have to make the best of it.
Benimle çıktığın süre boyunca seni korumak zorundayım bu yapmak zorunda olduğum bir şey.
While your dating me, I should protect you, it's what I should do.
Size yardım edemem ama... böyle prokatif bir film yapmak için sizi cesaretlendirmek zorundayım.
Um, I can't help but think... it must have taken a lot of courage to make such a provocative film.
Bunu yapmak zorundayım.
I have to go through with it.
Teslimat için 5 gün daha düş. Fazla mesai yapmak zorundayız. Geceleri de çalışmak zorundayım.
Five days less for delivery, we'll have to work overtime, and I'II do nights...
Cesedini ne yapmak istediğinizi sormak zorundayım.
You're the only known relative. I do have to ask you what you wanna do with the remains.
Kızılderili çadırında mı yapmak zorundayız?
Wait, we get to do it in a teepee?
zorundayım 57
yapmayacağım 170
yapmalıyım 51
yapma 5445
yapmalısın 91
yapmadım 132
yapma ya 98
yapmak istiyorum 29
yapmadın 55
yapmak istemiyorum 51
yapmayacağım 170
yapmalıyım 51
yapma 5445
yapmalısın 91
yapmadım 132
yapma ya 98
yapmak istiyorum 29
yapmadın 55
yapmak istemiyorum 51
yapmayın 745
yapmalıyız 39
yapma ama 158
yapmaz 37
yapmazsan 25
yapmayacaksın 53
yapmamalısın 52
yapma böyle 70
yapma be 35
yapmam 83
yapmalıyız 39
yapma ama 158
yapmaz 37
yapmazsan 25
yapmayacaksın 53
yapmamalısın 52
yapma böyle 70
yapma be 35
yapmam 83
yapma bunu 151
yapmamalıydın 32
yapma lütfen 102
yapman gereken 22
yapma yahu 40
yapma baba 50
yapma dostum 69
yapmayın çocuklar 34
yapmak zorundasın 42
yapmak mı 28
yapmamalıydın 32
yapma lütfen 102
yapman gereken 22
yapma yahu 40
yapma baba 50
yapma dostum 69
yapmayın çocuklar 34
yapmak zorundasın 42
yapmak mı 28