Bu kan tradutor Português
11,024 parallel translation
Bizim tezimiz, bu kanıt bir jüri karşısında ortaya konulursa büyük olasılıkla saldırgana ait olduğunun düşünüleceğiydi.
O nosso argumento era que o júri podia olhar para estas provas e decidir que deviam ser do perpetrador.
Ve bir grup bilim insanı 30 yıldır bu kanıtları topluyor.
Uma equipa de cientistas anda a reunir essas provas ao longo dos últimos 30 anos.
Savunma Makamı bu kan tüpünü mahkemeye getirerek emniyet mensuplarının tüpte oynamalar yaptığını jüriye göstermek istemektedir.
A defesa pretende levar o tubo a tribunal... PRÉ-JULGAMENTO 10 DIAS ANTES... e apresentá-lo ao júri para demonstrar que o tubo foi adulterado pelos agentes.
Öyleyse bağlı olduğunuz federal kurumu, eyalet yetki sınırlarına giren bir suç soruşturmasına dahil etmenizin amacı bu kan örneğinin delil yerleştirmede kullanıldığı iddiasını boşa çıkarmaktı.
O propósito de envolver a sua agência federal neste crime estatal foi eliminar a alegação de que o tubo foi usado para forjar provas.
Bu topluluğa kendimizi kanıtlamak için bir şansımız var. Biraz saygı kazanalım.
Temos uma oportunidade de provar à comunidade, ganhar um pouco de respeito.
Kan vücutlarında normal bölgeye akın etmeye başlayınca bu seansların sizi ölü yada diri bırakıp bırakmadığının farkına varacaksınız.
Quando todo o teu sangue voltar para os locais normais do teu corpo, vais importar-te se as sessões de beijos deixaram-te vivo ou morto vivo. Passe.
Plasenta, bağlı olduğu tüm kan kaynaklarını sömürüyor ve yırtıldığı zaman da bu durum oluşuyor.
A placenta suga o fluxo sanguíneo de tudo o que toca e quando isso rasga, ocorre a hemorragia.
Bu görüntüler hiçbir şey kanıtlamaz.
Aquele vídeo não prova nada.
Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz.
Isso não prova nada.
Bu da kanıtı. Hiç komik bile değil.
- Isto não tem piada nenhuma.
Casey, eğer bu yüzden tutuklanırsam yapabileceğim en iyi savunma senin ekibine verdiğin gazla Kevin'in kanıt odasından çaldığı NZT'nin etkisindeydim demek olur.
Casey, se eu for preso por isto, a minha melhor defesa é dizer que consumi NZT, que o Kevin roubara das provas, e que tu encorajaste-nos a tomá-lo.
- Bu çıkan seni yakalayacak Sly.
- Este aqui vai apanhar-te, Sly.
Bir plan yapıyorum ama bu sırada zombileri ailelerinden uzakta tutup iyi bir asker olduğumu kanıtlayarak yaşıyorum ve eminim ki Liv bunu ayıplanacak bir şey olarak görür.
Estou a trabalhar num plano, mas... Entretanto, tenho de continuar a raptar zombies, a retirá-los das suas famílias, e provar que sou um bom soldado. E tenho a certeza que a Liv iria achar isto...
Ama bu yavrular onun yaşam alanının zorluğunun üstesinden geldiğinin kanıtı.
Mas estas crias são a prova de que ela superou o desafio do seu habitat.
Şu tıkanıklığı açtığımızda bu su azgın bir nehre dönecek.
Quando limparmos a obstrução, o fluxo vai ficar forte demais.
Steven Avery'yi bu olayla ilişkilendirecek tek bir fiziksel kanıt yoktu.
Penny A. Beerntsen Não existe nenhum tipo de provas físicas, neste caso... ADV.
Bu durumda, DNA kanıtı ile ilgili Mahkemenin değerlendirme yapması gerekiyor.
JUIZ DE MANITOWOC Neste caso, as provas de ADN fazem com que o tribunal especule.
Şüpheli Steven Avery'ye ait DNA, anahtarın üzerinde bulunduğundan ve Bay Avery'nin kanı Teresa Halbach'in aracının içinde bulunduğundan bu davanın özel savcısı olarak, en azından benim kafamda Teresa Halbach cinayetini kimin işlediğine dair bir soru şareti yok. Steve!
Como foi encontrado ADN do suspeito, Steven Avery, na chave e foi encontrado sangue do Sr. Avery no carro de Teresa Halbach, não há dúvidas, pelo menos para mim como procurador especial neste caso, sobre quem é o responsável pela morte de Teresa Halbach.
Bu sorun karşısında Harpia kartalı son derece becerikli olduğunu kanıtlıyor.
Diante de tal crise, a Harpia tem-se mostrado dotada de admiráveis recursos.
Bilim insanları artık bu ayıların, araştırmaya ilk başladıkları andan ortalama % 20 daha ufak halde olduklarını kanıtlayabiliyorlar.
Estes cientistas provam que, em média, os ursos estão 20 % mais pequenos do que quando o estudo começou.
Bence bu dava mahkemeye giderse o itirafın videosunu DVD veya video oynatıcıya koyup mahkemede oynatsınlar başka kanıta gerek kalmaz.
Acho que se este caso for a julgamento... IRMÃO DE TERESA... colocamos a gravação da confissão no leitor de DVD e temos ali logo o caso.
Sonuç olarak, Steven'ın "Araçta benim kanım bulunduysa birisi yerleştirmiş demektir" iddiası, bizim de bu yönde kanıtlar aramamızı gerektiren bir iddia olabilir diye düşündük.
Parece-nos que o argumento dele de que o sangue dele está no veículo porque alguém o colocou lá, talvez seja corroborado pelas provas.
Çünkü onun ya da Brendan'ın bu işi yapmadığını kanıtlamak için elimden pek bir şey gelmiyor.
Porque não posso fazer nada para provar que ele não o fez e que o Brendan também não.
Bütün dünyaya Teresa Halbach'in arabasındaki kanın bu tüpten gelmediğini göstermeliyiz.
Temos de mostrar ao mundo que o sangue que está no carro da Teresa Halbach não veio deste tubo de sangue.
Söz konusu kanıt bu ipucunun peşine düşmediklerini, çünkü bu ipucunun Bay Avery'den başkasına işaret ettiğini gözler önüne seriyor.
Isto é para demonstrar que eles não seguiram esta pista de investigação, porque esta pista aponta para outro lado e não para o Sr. Avery.
Brendan'dan elde ettiğimiz bu bilgilerin ardından kan izlerini ve suçun işlenmesinde kullanılan aletleri aramak için bazı yerleri yeniden kontrol etmemiz gerektiğini düşündük.
Depois de recolhermos a informação do Brendan, sentimos que havia áreas que tinham de voltar a ser revistas, em busca de provas de sangue e de utensílios usados para estes crimes.
- Evet, hatırlıyorum. - Şunu sorayım, Bay Fassbender : Sadece bu davada, Avery cinayet soruşturmasında kaç tane fiziksel kanıt ele geçirildiğini biliyor musunuz?
- Deixe-me perguntar-lhe, Sr. Fassbender, sabe quantos itens de provas físicas foram recolhidas neste caso, na investigação do homicídio Avery?
Bunu yapmalarının nedeni de, "Eğer kurban burada öldürüldüyse belki bu çatlaklardan içeri kan sızmıştır" diye düşünmeleri, değil mi?
E fizeram-no porque pensaram : "Se a vítima foi morta aqui, talvez o sangue tenha entrado pelas rachas." Certo?
Bu arada üzerinde test yaptığınız o kadar kanıt içinde hiç Brendan Dassey adında bir beyefendinin DNA'sını buldunuz mu?
Já agora... Em todas estas provas que testou, encontrou algum ADN de um senhor chamado Brendan Dassey?
Şu ana kadar sunduğunuz kanıtlar içinde bu suçun hangi kısımlarının nerede işlendiğine dair bir şey duymadım.
Não o ouvi a apresentar provas sobre onde acha que partes deste crime foram cometidas.
Bu davada elimizde pek çok bilimsel kanıt var ve kanıtların tümü tek bir kişiye işaret ediyor.
Temos muitas provas científicas, neste caso, que apontam para que um indivíduo tenha cometido o crime.
Bu kısımda çok sayıda kan lekesi var ve tümü temas yoluyla bulaşmış kan lekesi.
Nesta área há muitas manchas e são... ANÁLISE PADRÕES DE SANGUE LABORATÓRIO CRIMINAL DE WISCONSIN... são descritas como manchas de transferência por contacto.
Aracın bu bölümünde incelediğiniz kan lekelerini tarif eder misiniz?
Descreva as manchas que observou, nesta parte do veículo.
Bu da gösteriyor ki, bu bölgedeki kan kurbanın saçından bu yüzeye bulaşmış.
Isto indica pelo ensanguentado, que transfere sangue daquela ponta peluda para esta superfície.
Sırf bu yüzden onun kanını temin edip polisler bulsun ve cinayetten suçsuz yere hapse atılsın diye o kanı evine yerleştirecek kadar utanıp öfkelenmiş miydiniz?
E isso deixou-o tão envergonhado e zangado que obteve e colocou sangue, para que o Sr. Avery fosse erradamente acusado num caso de homicídio?
Soruşturmada aktif olarak yer almaya devam ettiler,... kanıtların çoğunu onlar topladılar,... ve aslında üstlenmemeleri gereken bu rolü üstlenerek kendilerini aynı zamanda Steven Avery'nin bu suçu işlediğini kanıtlamaya adadılar.
Continuaram ativamente na investigação, processaram a maioria das provas e assumiram um papel que não deviam ter tido. Também se empenharam em encontrar provas de que o Steven Avery tinha cometido o crime.
Bu polis memurlarının bu iyi, sağlam, örnek vatandaşların kanıt yerleştirmekle itham edildiklerini duyduğumda kan beynime sıçrıyor.
PROCURADOR ESPECIAL... quando a defesa... Quando ouço que estes agentes, estes bons cidadãos, homens decentes, são acusados de forjar provas, o meu sangue ferve.
Bildiğiniz üzere zaten sıradışı olan bu dava şimdi daha da sıradışı ve eşi benzeri olmayan bir dava haline geldi. Çünkü ülke tarihinde ilk defa itirazlara rağmen, bir uzmanın kan lekesinde EDTA bulunup bulunmadığına dair fikir beyan etmesine izin veriliyor.
Este caso, tem sido estranho e agora tornou-se ainda mais estranho, porque é a primeira e única vez, neste país, em que é permitido a um perito exprimir uma opinião sobre o EDTA estar ou não numa mancha de sangue, quando há problemas.
Dr. LeBeau, bu davanın, polisin kanıt yerleştirdiği iddiasının ortaya atıldığı...
CHEFE DA UNIDADE DE QUÍMICA DO FBI QUANTICO Dr. LeBeau, sabia que era um caso que envolvia uma alegação de a polícia ter forjado provas?
Birinci olasılık, eğer kan lekesinde EDTA'nın varlığına rastlanırsa o zaman bu, o kanın bir tüpten geldiğinin göstergesidir,... söz gelimi mor başlıklı bir tüp.
O primeiro é quando encontramos EDTA na mancha de sangue... EDTA E EDTA-FE DETETADOS... há uma indicação de que o sangue veio de um tubo, como um tubo de tampa roxa.
İkinci olasılık ise EDTA izine rastlanmaması,... bu da kanın EDTA tüpünden değil, vücuttaki bir kesikten oraya bulaştığını gösterir.
O outro cenário é quando não detetamos EDTA... EDTA E EDTA-FE NÃO DETETADOS... o que sugere que o sangue veio de um sangramento e não de um tubo preservado com EDTA.
Bu davada incelemeniz için size gönderilen Teresa Halbach'in RAV4'ünden alınan kan örneklerinde EDTA olup olmadığıyla ilgili bir sonuca varabildiniz mi?
Conseguiu chegar a uma conclusão sobre a presença de EDTA nas amostras de sangue que testou do RAV4 da Teresa Halbach, que lhe foram enviadas?
"Bu talebin amacı, kan tüpündeki EDTA'nın varlığının tespit edilerek bu tüpteki kanın delil yerleştirmede kullanıldığı iddiasının bertaraf edilmesi."
O propósito deste pedido é estabelecer a presença de EDTA no tubo de sangue, para eliminar a alegação de que este tubo foi utilizado para forjar provas.
Peki bu verilerden,... Bay LeBeau tarafından incelenen üç tane kan lekesinin, kan örneğinden,... yine incelenen Q-49 kodlu tüpten alınan kandan gelip gelmediği konusunda bir şey söyleyebilir misiniz?
A partir destes dados, pode exprimir uma opinião sobre se as três manchas analisadas pelo Sr. LeBeau poderiam ter vindo da amostra de sangue, do tubo Q-49 que também foi examinado?
O kan örneklerinin Bay Avery'nin kanının olduğu tüpten gelmiş olması da gayet mümkün ancak bu durum laboratuvar ortamında tespit edilemez.
É possível que as amostras possam ter vindo do tubo do sangue do Sr. Avery, e que simplesmente não tenha sido detetado pelo laboratório.
Yani bu teste rağmen RAV4'teki o üç tane kan lekesinde EDTA bulunması yine de mümkün mü?
Então, apesar dos testes, é possível que houvesse EDTA nas três manchas do RAV4?
Mahkemenin kanaatine göre bu suçlamanın jüriye sunulması bir anlamda jürinin, bu dava süresince sunulan kanıtlara değil de ortaya atılan iddialardan akıllarında kalanlara dayanarak boşlukları doldurmasına neden olacaktır.
Apresentar esta acusação ao júri, na opinião do tribunal, convida o júri a "preencher as falhas", se assim quiserem chamar-lhe, daquilo que, de outra forma, possam recordar como alegações sem qualquer base nas provas apresentadas no julgamento.
Bu davanın sonunda Wisconsin Eyaleti adına sizlere teşekkür ediyorum ve sizlerden istirham ediyorum Mahkemenin talimatlarına uyun davada sunulan kanıtlara bakın ve suçlu olduğu yönünde karar verin.
Agradeço-vos, na conclusão deste caso, em nome do estado de Wisconsin, pedindo-vos para seguirem as instruções do tribunal, para seguirem as provas e nos trazerem o veredito : culpado.
Benim düşünceme göre bu olanlar onu içeri tıkmaya ne kadar hevesli olduklarını kanıtlıyor.
O que se está a passar prova, na minha opinião... PRIMA DE STEVEN... prova que eles queriam mesmo apanhá-lo.
Bu davada sizlere, kamuoyunun bilmediği polisin elinde olmayan bilgilerin o gün olay yerinde bulunan bu genç adam tarafından verildiğini kanıtlayacağız.
Neste caso, vamos provar-lhes que coisas que o público desconhecia, coisas que a polícia desconhecia, foram contadas por um jovem que estava no local.
Bu eşyaların hiçbirinin üzerinde Brendan Dassey'yi Teresa Halbach'in ölümüyle ilişkilendirecek DNA, parmak izi ya da başka bir bilimsel kanıt yok, evet mi hayır mı?
Nenhum destes objetos tem impressões digitais, ADN, nem outras provas científicas que liguem o Brendan Dassey à morte da Teresa, sim ou não?
kano 21
kanal 29
kanatlar 20
kanıtla 70
kancık 38
kandırdım 50
kanada 259
kanser mi 20
kanlı 26
kan sayımı 83
kanal 29
kanatlar 20
kanıtla 70
kancık 38
kandırdım 50
kanada 259
kanser mi 20
kanlı 26
kan sayımı 83
kanunen 24
kandırdım seni 18
kanıtlayabilirim 43
kanıyor 77
kanun kanundur 19
kanıyorum 18
kanalı değiştir 19
kanımca 21
kanıt mı 35
kanaman var 23
kandırdım seni 18
kanıtlayabilirim 43
kanıyor 77
kanun kanundur 19
kanıyorum 18
kanalı değiştir 19
kanımca 21
kanıt mı 35
kanaman var 23