Kıs Çeviri Portekizce
219,533 parallel translation
Kazakistan'daki bir türden de bir kısım alındığından şüpheleniyorlar. Bu şaşırtıcı bir şey.
Eles suspeitam que é uma espécie parcialmente criada a partir de uma casta Kazakh, o que é surpreendente.
O kısım bitti.
Essa parte já está.
- Sıkıntı da o zaten.
Esse é o problema.
Olay şu ki bayağı sıkı çalışıyordu.
A questão é... ele tem trabalhado arduamente.
Ama sıkı çalışıyorum.
Mas eu trabalho no duro.
Harikaymış, sık sık görüşüyorsunuz o zaman.
Bem, isso é óptimo. Então vai vê-lo muitas vezes.
Karışık bir durumdu.
Foi complicado.
Bunları hiç aşamadık ama üç sene önceki son teşebbüsümüzden beri yeni bir yaklaşım üstünde çalışıyoruz.
Nós nunca conseguimos ultrapassar isso. Mas desde a nossa última tentativa há três anos, nós temos estado a trabalhar uma nova abordagem.
Sıkıntı yok.
Está tudo bem.
Kızlarının gelmeyeceğini sanıyorlarmış, şimdi geleceği tutmuş.
Eles julgavam que a filha não iria e agora vai.
Birlikte çalışırken çok yakındık. Uzun saatler sürüyordu.
Trabalhámos muito em estreita colaboração.
Ardından benim kardeşimin ölümü, onun kardeşinin göreve çağrılışı sonrası iyice yakınlaştık.
E então, depois do meu irmão morrer e o irmão dela ter sido chamado... nós ficámos mais próximos.
Bence her türlü sıkıntı çekeceksiniz.
Eu acho que vocês irão ter problemas de qualquer maneira.
Amerika'ya gelirken kullandığı kızlık soyadıyla eşleşen bir çıkış belgesine ulaşamamışlar.
Eles não conseguem descobrir nenhuns documentos de saída que correspondam ao nome de solteira que ela usava quando veio para a América.
- Hemşire, artık yarı zamanlı çalışıyormuş.
Ela é enfermeira. Trabalha em part-time agora.
Sana kolaylık sağlamaya çalışıyoruz ama söyleneni yapan güçsüz bir sekreter parçası olmadığını da biliyoruz.
Estamos a tentar ir com calma consigo... mas sabemos que não é apenas uma secretária sem poder a fazer o que lhe dizem.
Sadece yeşil ışık yaktıklarını söylüyor.
Só diz para seguirmos em frente.
Bir sıkıntımız yok.
Sem problemas com ele.
Mart 1983'te kış çok çetin geçmişti.
Março de 1983 é muito próximo.
Neredeyse bu bölgedeki bütün yolları, bu yüzden üzgünüm ama millet, buraya sıkışıp kaldınız.
Aliás, todas as estradas na zona, por isso, lamento dizer-vos isto, mas estão todos presos aqui!
Sanki ilk okuldaymışız gibi köşelerde fısıldaşmalarınızdan ve benden sır saklamanızdan bıktım usandım artık.
Estou farto de vê-la a sussurrar por aí e a guardar segredos de mim, como se estivéssemos na Primária!
Parçası olduğun şey insanlık dışı.
Você faz parte de algo desumano!
"Üzgünüm, sanırım sıkılmışsın... mucizenizden!"
Lamento que estejam aborrecidos com o vosso milagre!
Yahu önceden desenize. Belirsizlik, şüphe, karışıklık olacak, diye. En azından bir işteki kadar.
Não sabia que ia haver ambiguidade, dúvidas, confusão, ou pelo menos tantas como há num emprego.
Sessiz ve kızgın yüzlerce jet ski'ci için her gece başarısız üç gösteri yapmak.
Afundar três espetáculos por noite à frente de centenas de esquiadores silenciosos e zangados.
"Tamam, bir kez giderim ama gidene kadar hep ağlarım ve geri dönüşte de Dairy Queen'den alınmış fıstık parçacıklı parfe isterim."
Está bem, vou uma vez, mas vou chorar até lá chegarmos e quero um parfait de baunilha e amendoim da Dairy Queen quando voltarmos.
Sıcak çikolata, fıstık, dondurma, sıcak çikolata, fıstık, dondurma, sıcak çikolata, fıstık, dondurma, krem şanti, üstünde de vişne vardır.
Tem chocolate quente, amendoim, gelado, chocolate quente, amendoim, gelado, chocolate quente, amendoim, gelado, chantili e uma cereja por cima.
" Ama seni yer altına gömsem, altı yıl yer altında bekletsem, ışık, ses veya başka insan olmadan dursan seni yukarı çıkardığımda 'Sağ elini kaldırır mısın şimdi?
Mas se eu a enterrasse e a pusesse num subterrâneo por seis meses sem luz, sem som, sem contacto humano e depois a libertasse e perguntasse :
Halıya sıçsa, bunu günde üç defa yapsa bile... "Tuvalete yetişemedim." Babacık hâlâ bizi kucağına alıp yatağımıza yerleştirip bize sarılacak.
Caguemos no tapete, às vezes três vezes por dia, não consigo chegar à sanita, o papá ainda nos leva "de helicóptero"
Tenis topu atıp yüzüne portakal suyu sıkardık.
Atirávamos-lhe bolas de ténis, sumo de laranja ao focinho.
Birisi sınırlar olduğunu söylediğinde niye bu kadar sinirlendiğimi merak ediyordum ve... sebebi, yaklaşık 15 yıl önce tüm hayallerim nispeten kolayca gerçekleştiği için kendimi çok suçlu hissetmem sanırım.
Perguntava-me por que me enraivecia quando alguém sugere que há limites e deve ser porque me sinto terrivelmente culpada por os meus sonhos se realizarem facilmente há cerca de 15 anos.
Bunun, sıkı çalışma sonucu olduğunu düşünmek istiyorum.
Gostava de pensar que foi por ter trabalhado muito.
Yanında durduğum insanın emlak değerini düşürmemek için kendimi sıkı, şişkin ve ıslak mı tutmam gerekiyor yani?
Preciso de me manter elegante, carnuda e húmida para não diminuir o valor imobiliário da pessoa ao meu lado?
Yaşadığı en kötü deneyimle ilgili travma sonrası stres bozukluğunu bilinç akışı türünde travmatik bir monologla anlattı. " Bir gece kocamla komedi gösterisinde, en ön sıradaydık ve komedyen... Bir saat sürdü ve kimse gülmedi.
E ela entrou num monólogo de delírio pós-traumático sobre a pior experiência que eu, a noite em que o meu marido, estávamos na fila da frente de um espetáculo cómico e o comediante, durou uma hora e ninguém se riu.
İşimde sıkıldığım zaman
Quando me aborreço no trabalho,
Ama travma sonrası stres bozukluğun var, kıçını sıkıp uçak uçurabileceğini sanıyorsun.
Mas tens stress pós-traumático tão mau que achas que podes pilotar um avião com as nádegas.
" Yani... Linda, kendini birazcık şımartmalısın.
Bom, Linda, tens de te paparicar.
Kızımızın odasını size temizlettiremeyiz, yanlış bir mesaj olur.
Se for você a limpar, estaremos a dar a mensagem errada.
Sabah parmağımı kerpetene sıkıştırdım.
Belisquei o polegar com o alicate.
- Başarısızlık kokusu.
- Fracasso.
Neyse ki bu kız onun yanlışını düzeltti.
Por sorte, esta aqui estava lá para o desmentir.
Aslında, aslında artık çalışıyor.
Na verdade, funciona...
Sıkıştırmanın teorik limitini TechCrunch'ta geçtiğim zaman.
Quando ultrapassei o limite de compressão.
Sana altın yumurtlayan tavuk verdim. Bunun yerine çükünün eğik kıllarını, - Bok dolu, taş dolu, mısır dolu yerlere...
Dei-te a capacidade de teres ouro e tu misturaste pelos púbicos com merda, gravilha e milho.
Olmaz, çok sıkıcı bir iş bu.
Não. Esse trabalho é muito chato.
Kimse için sıkıntı yok o zaman, değil mi?
- Então está tudo bem, certo?
Karışık gelen nedir?
- Porque é tão confuso?
Sistemin biraz karışık olduğunu biliyorum fakat hiç tamamlamış ödev görmüyorum.
Sei que este sistema é muito confuso, mas não vemos tarefas concluídas.
Hamileliğin bir zayıflık olduğunu düşünen bütün kadın düşmanı piçleri çağırıp Laurie'nin Raviga'daki görevlerini aksatacağına ikna etmeye çalışıyor.
E convidou estes otários misóginos para os convencer de que ela está a descurar nas responsabilidades.
Uygulama, kişinin telefonundaki bütün verileri alıp sıkıştırıyor. Yüzde yirmi daha fazla yer açıyor.
A app pega nos dados e comprime-os, libertando até 20 % de armazenamento.
Açıkladığımızda kullanıcı ilgisini de üstümüze çekeceğiz. Lansmanda koca bir çıkış yakalayacağız.
Conseguimos o interesse do público e depois um lançamento em escala.
kısa 87
kişi 33
kısım 18
kışın 17
kişisel 39
kıskançlık 60
kişilik 16
kıskanç 44
kıskanıyorum 27
kısacası 154
kişi 33
kısım 18
kışın 17
kişisel 39
kıskançlık 60
kişilik 16
kıskanç 44
kıskanıyorum 27
kısacası 154
kısa boylu 32
kısa kes 39
kısa bir süre 21
kısa bir süre sonra 28
kısa bir süre için 27
kısa bir süre önce 26
kısa sürede 17
kışt 36
kişisel olarak 44
kısaca 78
kısa kes 39
kısa bir süre 21
kısa bir süre sonra 28
kısa bir süre için 27
kısa bir süre önce 26
kısa sürede 17
kışt 36
kişisel olarak 44
kısaca 78