The point is translate Turkish
9,965 parallel translation
The point is I thought I'd be saving the world from behind a computer, not being hunted for sport by the "zero dark thirty" all-stars.
Aslına bakarsan dünyayı bilgisayar arkasından kurtara bileceğimi düşündüm, "Zero Dark Thirty" nin en iyileri tarafından sırf spor olsun diye avlanacağım değil.
The point is is that the weeks after the farmhouse massacre when I was crushed by guilt and self-loathing, do you know the one person in the world that I wanted to talk to?
Mesele şu ki çiftlik evi katliamından haftalar sonra içime pişmanlık ve kendime nefret dolduktan sonra şu dünyada konuşmak istediğim tek kişi kimdi biliyor musun?
No, no, it's not, but the point is, we all have secret thoughts.
Meselenin özü şu ki ; hepimizin gizli düşünceleri vardır.
The point is if you're going to be one of us, you got to be ready to sacrifice.
Önemli olan şey, eğer bizden biri olacaksan, fedakarlık yapmak için hazır olmalısın.
The point is, you betrayed Harvey, the same way that kid betrayed Jon Snow.
Asıl nokta, sen, Harvey'e, çocuğun Jon Snow'a ettiği gibi ihanet ettin.
The point is,
The point is,
The point is she was celebrating, all right?
Asıl konu neyi kutluyordu?
Whatever. The point is that we still have many wonderful years left.
Önemli olan hala harika yıllarımız var.
The point is you have a chance.
Anlamı, ikinci bir şans elde etmen.
The point is, when the chips were down... the odds were against us, and the pilots had left the building...
Demek istediğim, bıçak kemiğe dayandığında durum aleyhimizeyken ve pilotlar binayı terk etmişken...
The point is, you learn how to do a job by doing the job.
Asıl nokta başarabileceğin bir iş bulmakta.
The point is we rescued her from the nightmare of alcoholism.
Asıl nokta onu alkolizm kabusundan kurtardık.
The point is the panic.
Asıl mesele kaos.
Anyway, the point is to sup with her.
Her neyse, asıl onunla sup etmektir.
The point is, Dixon was on a detail that was looking for Ramos.
Mevzu şu ki Dixon, Ramos'u arayan ekipte görevdeydi.
The point is, is that we have a ton of driving left to do just to go to a town where there's probably not a case.
Olay daha önümüzde bir sürü yol var ve gittiğimiz yerde muhtemelen bir iş bulamayacağız.
The point is, it can't hurt you anymore.
Artık size zarar veremez.
Okay, look, the point is I've moved on.
Bakın, sonuçta, ben üstesinden geldim.
Well, whether we were both right or just me, the point is things worked themselves out, so I think we can go home.
İster ikimiz haklı olalım, ister sadece ben haklı olayım önemli olan her şeyin kendiliğinden çözülüyor olması. Artık eve gidebiliriz bence.
The point is, I really do want kids.
Demek istedigim çocuk yapmak istiyorum.
I mean, yes, she's pissed at me, but the point is, she's not calling me back, and I'm worried about her.
Bana kızdı ama önemli olan şu ki, beni geri aramıyor ve ben onun hakkında endişeleniyorum.
It's ironic, but the point is we can't trust you.
İronik bir durum ama asıl mesele şu ki sana güvenemeyiz.
Sorry, the point is, it's done.
Üzgünüm, kısacası hepsi bitti.
That's neither here nor there. The point is, I can't fucking trust you anymore.
Asıl sorun, bundan sonra sana hayatta güvenemem.
One of those map fragments was bogus. But I'm sure this is the extraction point.
O harita parçalarından biri sahte, ama eminim burası ihraç noktası.
Is this the access point?
Erişim noktası bu mu?
I secured a spot for you on the dais with the brass, but we need to make sure that your keynote is on point.
Sana orada bir konuşma ayarladım ama nokta atışı yapman gerek.
From what I remember, that place is a little pricey, leading us to our last talking point, the budget.
Hatırladığım kadarıyla o mekan biraz pahalıydı ki bu da listedeki son şeye oluyor, bütçe.
The whole point of this shindig is to start over, so...
Bu şenliğe bütün mesele Baştan başlamak, bu yüzden...
You know what the shortest distance between point "a" and point "b" is, Henry?
A noktası ile B noktası arasındaki en kısa mesafe nedir bilir misin Henry?
If Dan Zheng is to be believed- - and I think at this point he is- - his last assignation with Gail Sarkisian was the same day this e-mail was sent.
Eğer Dan Zheng buna inandıysa - -ve bence bu noktada inandı- - Gail Sarkisian'la son görevi e-postanın gönderildiği günle aynı gündü.
I don't want blood on my hands is the fucking point.
Elimin kana bulaşmasını istemiyorum. İşte sebebi bu.
The questioner's point is it doesn't seem to be working.
Soruyu soranın demek istediği, bunun görünürde işe yaramıyor olması.
And the terminal point of addiction is damnation. "
"... ve bağımlılığın son noktası lanetlenmedir. "
That's not the point, this is highly classified.
Mesele bu değil, bunlar çok gizli şeyler.
There's a point where, intuitively, you really do hit the red line on where you're getting to the point of taking serious risk, and that is injury or death or whatever it is.
Sezgisel olarak kırmızı bölgeye girdiğiniz bir an vardır, orada ciddi risk alma noktasına gelirsiniz ve bu da yaralanma olur, ölüm olur, artık ne olursa.
The point of the story is he does whatever it takes to save his pal.
Hikayeden çıkarılacak ders o dostunu kurtarmak için ne olursa yapar.
What is the point of having all these muscles If you can't open a stupid little plastic box? Winn.
Aptal bir plastik kutuyu açamayacaksan o kadar kasın olmasının ne anlamı var ki?
Our vic's name is Harrison Crane, and at one point, he was the richest man in Hawaii.
Kurbanımızın adı Harrison Crane. Zamanında Hawaii'nin en zengin adamıydı.
Now, we all know radiation is bad, but with an RDD, the poisoning is almost besides the point.
Hepimiz radyasyonun kötü olduğunu biliriz ama RDA ile birlikte zehirlenme kısmı hiç konuşulmaz bile.
Uh... wh-wh-whoever's running point on the Pentagon's antivirus team is behind on their security patches.
Sanırım çocuk sana aşık oldu. Birileri Pentagon'un antivürüs ekibinin güvenlik yamalarının önüne geçiyor.
The point of these therapy sessions is to get information that they can use or sell.
Bu terapi seanslarının amacı kullanacak ya da satacak bilgi elde etmek.
Point is we've been walking in the middle of these nowhere woods for I don't even know how long.
Olay şu ki, hiç bilmediğimiz bir ormanda ne kadardır yol aldığımızı bile bilmiyoruz.
Look, the point is, I get it.
Tamam.
Um, the serial number is gone, past the point of raising it.
Seri numarası silinmiş bulmak için artık çok geç.
The point of this is to save everyone's bacon, including yours.
Olay herkesi kurtardığın, kendin de dahil.
We're at the point where sacrifice is inevitable.
Kurban vermenin kaçınılmaz olduğu bir noktaya geldik.
My point is, chill out, grab a beer, and accept the fact that our lives... belong to her.
Vurguladığım nokta rahatlayıp bir bira alın ve hayatımızın ona ait olduğunu kabullenin.
This is the rendezvous point.
Buluşma yeri burası.
My point is. The past is the past.
Demek istediğim, geçmişte olan geçmişte kaldı.
Its unique selling point is the bright orange bottle.
Eşi benzeri olmayan parlak turuncu şişede satılıyor.
the point is this 23
the point 85
the point being 31
point is 259
is it 9219
israel 117
is something wrong 1059
is here 159
islam 16
isis 48
the point 85
the point being 31
point is 259
is it 9219
israel 117
is something wrong 1059
is here 159
islam 16
isis 48
island 46
isabel 421
isaac 589
issue 86
issues 74
istanbul 39
isobel 100
isabella 232
isn't it 16586
isles 199
isabel 421
isaac 589
issue 86
issues 74
istanbul 39
isobel 100
isabella 232
isn't it 16586
isles 199
isabelle 287
isaiah 54
isak 44
issued 23
isaacs 61
isn't it lovely 28
isn't 159
isn't she lovely 35
isn't it romantic 18
is she beautiful 26
isaiah 54
isak 44
issued 23
isaacs 61
isn't it lovely 28
isn't 159
isn't she lovely 35
isn't it romantic 18
is she beautiful 26