Yalan bu translate English
6,008 parallel translation
Hayır, yalan bu.
No, that... that's bull.
Kendi kardeşinin, bu sırrı söylediği adamın, Oliver'ın cesedini gördüğü hakkında ona yalan söylemesi için hiç neden yok.
His own brother, the man who he trusted with this secret, would have no reason to lie to him about seeing Oliver's body.
Bu kötü bir yalan.
No, that's a bad cover.
Yalan söylemiyordum. Garip olan bu zaten.
That's the weird thing.
Bu bir sorundu,... çünkü en son bir araya geldiklerinde Stephie, Stu'nun sadece onunla yatmak için Scatman des Moines isimli ünlü caz trompetçisi olduğu hakkında yalan söylediğini öğrenmişti.
Narrator : This was an issue because the last time they were together, Stephie discovered Stu had lied to her about being a famous jazz trumpeter named scatman des moines just to sleep with her.
Bak, burası genelde yalan söyleyeceğim nokta, ama bu sefer, söylemeyeceğim.
Look, this is usually where I lie, but this time, I'm not going to.
Olmasını istediğim yol bu değildi, bu konuda yalan söylemeyeceğim.
It's not the way I'd have had things,
Seni severim Cage ve savaştan beri bu ofiste hep bir Wallace oldu ama bana yalan söylediğini anlarsam sonuncu Wallace ben olurum.
I love you, Cage, and there's been a Wallace in this office since the bombs, but if I find out that you're lying, there won't be one after me.
Onun işi bu. Yalan söyler.
That is what she does...
Eğer bu anlaşma hakkında endişelenmediğimi söyleseydim yalan söylemiş olurdum.
I'd be lying if I told you I wasn't concerned about this deal.
Ama bu kız bana yalan söyledi. Bende onu yalanı yüzünden kendimden uzaklaştırdım. Benden onu affetmemi istedi ama asla affetmedim.
But this girl lied to me, and I pushed her away because of that lie, and she asked me to forgive her, but I never did.
Genç kültürün seks takıntısını alaya alan ve gündeme getiren eski çalışmalarına hayranım ama üçüncü dalga bir feminist olarak merak ediyorum, kadın, ataerkil toplumda cinselliğini geri kazanabilir mi, yoksa bu kazanım erkeklerin bakışlarına daha rahat hitap edebilmek için kendimize söylediğimiz bir yalan mı?
I mean, obviously, I'm a fan of her early work which both satirized and celebrated youth culture's obsession with sex, but I do wonder as a third-wave feminist if it's even possible for women to reclaim their sexuality in this deeply entrenched patriarchal society, or if claiming to do so is just a lie we tell ourselves so we can more comfortably cater to the male gaze. - Uh, what?
Bu bir yalan ve ikimizin de ölümüne sebep olacak.
It's not. It's a lie, and it's gonna get us both killed.
Afedersin, bu yalan üzerine kurulu hoş, yapay ilişki yerine ailenle çatlamış ve hırçın bir ilişkiye sahip olmayı tercih etmez miydin? - Hayır.
- relationship based on lies?
Ben yaşlanana ve onlar ölene kadar yalan söyleyebilirim ve bu konuda senin söz hakkın yok!
I get to lie to them till I'm old and they're dead, and you don't get a vote!
Bu yüzden sana bunca zamandır yalan söylüyorum Laurel.
That's why I've been lying to you this whole time, Laurel.
Gör- bu insan sevgilisi yalan söylediği tarafımızdan kabul olur.
See- this human lover lied to become accepted by us.
Dikkatimi çeken, tüm insan ilişkilerini etkileyen, bir kızı ve bir erkeği bir araya getiren temel bir sevgi ölçeği olduğu. Bu, hisleri hakkında birbirlerine yalan söyleyip söylemediklerini anlamakta önemli.
It has come to my attention that there's a basic scale of affection on which all human relationships operate, and when a boy and a girl fraternize, it's important to understand where on that scale their feelings for each other lie.
Eğer bu şeyin devam etmesini istiyorsan, o zaman ona söylemelisin yoksa onca zamandır yalan söylüyormuşsun gibi görüneceksin.
I mean, like- you don't really know if you're cutting it off, and the thing is, if it keeps going on and then you tell him, it's gonna seem like you were lying the whole time.
Şunu anlamalısın, Jane sana baktığında bu kötü gidişatı hatırlayıp duruyor hamilelik ve ardından yalan söylemen.
You have to understand, when Jane looks at you, she just keeps remembering this sequence of events in her head... the pregnancy, the lying.
Bu bir yalan.
That is a lie!
Bana yalan söyledin ama zaten işin bu, değil mi?
You lied to me, but that's what you do, right?
Bu da yalan gibi görünüyor evet.
Them meeting at a party?
Ama bu size söylenen bir yalan.
But those that lied for you,
- Bu bir yalan.
- That's a lie.
Babanın ambar konusunda yalan söylediğini düşünüyorsun ve ilk hamlen bu mu?
You think your father is lying about the silo, and your first move is a BE?
Buna işaret deriz Rodney, ve bunu stres altında olduğun için yapıyorsun ve bu da bize yalan söylediğini gösteriyor
It's called a tell, Rodney, and the reason you were doing it is you were under stress and making up a lie.
Son dakikada biraz sürüş işi istedi, bu nedenle yalan söyledim.
He wanted some driving doing last minute, so I just lied.
Bu sadece beyaz bir yalan. Sadece...
It's just a white lie, you know.
- Son söyleceklerim bunlar. - Bu yalan yere yemin dostum.
~ That's it and that's the last you'll hear of it. ~ That's perjury, mate.
Belki de yalan söylüyordur ama bu seferki doğru.
Oh, well, maybe he lies a lot. But that one's true.
Ama bu da bir yalan.
This too is a lie.
Bu kadar uzun süre gizli görev yapınca yalan söylemeye alışmış olmalısınız. Manipülasyonlara. Bana kahve getirip kedimle ilgili sorular sormak gibi.
That long undercover, you must have gotten used to lying, manipulation, like bringing me coffee, asking about my cat, simulating trust and closeness.
- Hayır, bu bir yalan.
No, that's a lie...
Bu sefer hangi yalanı söyledi?
Will get him what he wants.
Ama bu tatlı bir yalan.
Now, that's just a sugar lie.
Yalan söylemeyeceğim, dostum. Bu beni etkiledi.
I'm not gonna lie to you, man, that got me.
Bu konuda yalan söylemeyeceğim.
I'm... I'm not gonna lie about it.
Bu yüzden ben de ona yalan söylemek zorunda kaldım.
But then I in turn have to lie to her.
Ve bu Amanda ile ilgili değil, bu bizimle ilgili. Benden kesin dürüstlük isterken nasıl yalan söyleyebildiğinle ilgili.
And this is not about Amanda, this is about us... about how you can lie to me, yet demand absolute honesty.
Bu arada, seni istiyorum toz kapalı yeteneklerinizi yalan makinesi, Bayan Jones.
Meanwhile, I want you to dust off your polygraph skills, Ms. Jones.
Bu tutarsın artık gizli, şüpheli... bak, ben de sana... ben senin için yalan söyleyecek değilim.
The longer you keep this a secret, the more suspicious you're gonna look, and I am not gonna lie for you.
Tüm bu yıllar boyunca Gwen Hala ile ilgili yalan söylemene inanamıyorum.
I am blown away that you have been lying about aunt Gwen all these years.
- Bu bir yalan değil mi?
- Isn't that a lie?
Demek istediğim bu sizin kastettiğiniz anlamda bir yalan değil.
I mean, it's not a lie in the way that you mean it.
Bu kadar utanç verici bir şey hakkında neden yalan söyleyeyim ki?
Why would I lie about something so embarrassing?
Üstesinden gelebileceğimizden fazlasını alamayacağımıza,... geçmişteki trajedilerin bizi koruyacağına dair yanlış bir kanı var ama bu bir yalan.
We're under this false pretense that we won't ever get more than we can handle, that past tragedies will somehow protect us, but it's a lie.
Ayrıca bu şeyin acayip havalı olmadığını söylesem yalan olurdu.
Plus, I'd be lying if I said it didn't look insanely cool.
Belki dedim artık bu sayede bir yalanı yaşamaktan kurtuluruz.
I thought maybe this meant that we could... stop living the lie.
Hayatlarını kurtarmak için yalan söyleseler bile, bu sefer de krala karşı yalan söylemekten idam edilirler.
If they lie to save themselves, they'll be committing perjury in front of their king. They could be executed.
Bu doğru değil, yalan söylüyorlar!
It's not true ; they're lying!