Fazla bir şey değil translate French
352 parallel translation
Seni bir an olsun görmek. Çok fazla bir şey değil.
te voir un instant ça te coûte pas grand chose,
Pek fazla bir şey değil.
Pas grand-chose.
Altın çünkü altın bir hiçti. Ayaklarının altındaki kumdan fazla bir şey değil... ya da dönüştüğümüz taştan.
D'Or, parce que l'or n'était alors guère plus que le sable que nous foulions ou la pierre que nous sommes devenus.
O da fazla bir şey değil.
- Ils ne savent rien.
Fazla bir şey değil. Sadece onu iyice dövdü.
Il l'a juste rouée de coups.
Fazla bir şey değil.
Presque rien.
- Fazla bir şey değil.
- Pas grand-chose.
Fazla bir şey değil ya da neyse...
Pas tant que ça, ou alors...
İstediğim fazla bir şey değil
Je n'en demande pas trop
Fazla bir şey değil ama, işe yarar görünüyor.
C'est peu, mais comme l'autre dessin s'était avéré utile.
Fazla bir şey değil.
Pas grand-chose.
Fazla bir şey değil.
Pas grand-chose à dire.
Boş bir kurtarma botu belki ufak bir bayrak, ülkemin simgesi. Fazla bir şey değil.
- Pas grand chose.
Fazla bir şey değil...
Pas grand-chose.
Şu an için pek fazla bir şey değil.
Ça ne fait pas grand chose.
Çok fazla bir şey değil. Senin adını taşırım.
J'aurais un acte de mariage.
Fazla bir şey değil.
- Pas grand-chose.
- Fazla bir şey değil, küçük bir iş.
- C'est mal payé. Le minimum.
Fazla bir şey değil, ufak bir hediye.
C'est pas grand-chose, tu sais.
Benim için yaptıklarından fazla bir şey değil.
Pas plus qu'il n'a fait pour moi.
- Neler oluyor? - Fazla bir şey değil.
- Que se passe-t-il?
- Fazla bir şey değil.
- C'est peu de choses.
Ben de " Fazla bir şey değil.
Et je dis : " Pas grand-chose.
- Fazla bir şey değil.
Pas grand-chose.
Tabii, fazla bir şey değil ama, ihtiyaçları o kadar zaten.
Ce n'est pas beaucoup, mais tout ce qu'il leur faut.
Fazla bir şey değil.
- Je ne n'ai rien pour la pluie.
Fazla bir şey değil.
Rien, quoi.
Mücevherler. Çok fazla bir şey değil.
Seulement une petite partie.
Fazla bir şey değil ama, önemli olan düşünce.
C'est l'intention qui compte, non?
- Fazla bir şey değil.
- Je ne lis pas de rapport d'autopsie.
Fazla bir şey değil.
- Comme d'habitude.
Her zaman değil. Bir gün seyircilerin alkışları ve gülüşlerinden daha fazla istediğin bir şey bulacaksın.
Un jour, vous trouverez autre chose, que vous désirerez plus que les applaudissements et les rires du public. "
- Bir şey değil. Buna daha fazla dayanamayacağım.
Cette fois, j'en ai assez!
büyük değil. Büyük bir yer istemem. İnsanlar beraber olduklarında fazla şey istemezler.
On n'a pas besoin de beaucoup... quand on est deux.
- Fazla bir şey değil.
Pas énorme.
Gerçi fazla bir şey olmadı. Senin sayende, benim değil. Ama bu kadarı da yetti.
Ça n'a pas créé trop de dégâts, juste assez pour y mettre un terme.
Bir dost olarak senden fazla bir şey istemiyoruz, öyle değil mi?
Ce n'est pas trop demander à un ami, si?
- Yanlızca küçük bir şey, fazla değil.
- Entre amis, on peut s'arranger.
- Fazla iş gerektiren bir şey değil.
- Simple comme bonjour.
Kullanabileceğim fazla bir şey yok, değil mi?
Je n'ai pas grand-chose pour moi.
- Fazla bir şey söylemedi, değil mi?
II n'avait rien à dire.
Yapabileceğin fazla bir şey yok, öyle değil mi?
Y a pas grand-chose à faire!
Çok da fazla bir şey değil. Sadece iki kelime.
Deux mots seulement.
Pek fazla bir şey yazmıyor, değil mi?
Ils ne disent pas grand chose.
Fazla değil, sadece birkaç sıyrık. Ciddi bir şey değil.
Juste une égratignure!
Silahları olmadan Colossus, fazla gelişmiş bir hesap makinesinden başka bir şey değil.
Sans ces armes, Colossus n'est plus qu'une super-calculette!
Fazla bir şey değil.
Peu de choses.
Öğrendiğime göre, sadece bir Avusturyalı süvari 50 binden fazla Bosnalı barbarı püskürtmeyi başarmış. Harika bir şey değil mi?
Une poignée de cavaliers tyraniens... a défait 50.000... barbares de Bosnie... des fanatiques.
Pek fazla bir şey değil, Snydie.
Pas grand-chose, vraiment...
Bu, birkaç beyaz pisliğin çok fazla ucuz alkol almasından başka bir şey değil.
C'est à cause de quelques pauvres blancs bouseux qui boivent trop de gnôle.
Tanrım, o gerçek değil ve o, bir insandan çok daha fazla şey yapabiliyor.
Il est fictif mais il est plus humain que moi.