They were all there translate Turkish
363 parallel translation
They were all there and they touched music martial.
Herkes oradaydı. Askerî marşlar çalıyordu.
Suddenly they were all there with their rifles.
Bir anda, tüfekleriyle bitiverdiler.
They were all there before the police were there.
Polis gelmeden hepsi oradaydı.
They were all there to be manipulated.
Hepsi yönlendiriliyordu.
In one minute, there were 17 blue boys out there... all knowing exactly what the fuck they were doing, and they were all there!
Bir dakika içinde 17 aynasız tepeden tırnağa silahlanmış dolmuştu oraya. Ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı. Onlar önceden de oradaydılar!
They were all there.
Hepsi oradaydı.
Yes, they were all there.
Evet, hepsi oradaydı.
They were all pretty miffed about you not being there.
Toplantıya katılmamana hepsi oldukça sinirlendi.
All the lab boys, you know, they were vacuuming the rug and they said that there was powder carbon around.
Çünkü halıdakileri toplamışlardı ve kömür tozu bulduklarını söylediler.
Why, that barrel had wooden slats... nailed down on the top and the bottom... and there were steel bands all around it... and they left it in the middle of the desert.
Fıçının üstüne ve altına çivilenmiş tahta çubuklar vardı etrafı çelikten bantlarla sarılıydı ve onu çölün ortasına bırakmışlardı.
Maybe they were all nuts, but there's one thing they did do :
Belki hepsi deliydi, ama bir şeyi başardılar.
Well, if they were all girls there wouldn't be any...
Kız olsalardı ortalıkta hiç...
I went into my apartment, and there they were all inside.
Daireme girdiğimde ikisi de içerideydi.
And there were drawn upon a heap 100 ghastly women, transformed with their fear, who swore they saw men all in fire walk up and down the streets.
O sırada bir sürü kadın gördüm, korkudan heykellere dönmüştü suratları. Yeminler ederek yollarda bir aşağı bir yukarı koşuşan alevler içinde insanlar gördük, dediler.
There they were, all of them against you, but you were stubborn.
Orada herkes size karşıydı ama o kadar inatçıydınız ki.
( Burnside ) There they were, a happy couple... and all because they believed... that Prince Burhan had killed himself for love of her.
İşte oradaydı, mutlu bir çift... ve hepsi Prens Burhan'ın kendini... O'nun aşkından öldürdüğüne inandıkları içindi.
Well in this letter, he said that they was getting pushed around and bombed and all of a sudden our airplanes were there.
Mektubunda diyordu ki itilip kakılıp bombalanmışlar. Birden bire bizim uçaklarımız oraya varmış.
Like in all the little towns, there was in Montreuil sur Mer a class of young men who were nibbling on their private income, being deeply bored while they thought they were having fun.
Ufak şehirlerin hepsinde olduğu gibi Montreuil'de de bir genç grubu vardı. Eğleniyoruz sanırken kişisel gelirlerini tırtıklayıp duruyorlardı.
Well, there weren't, and they were all really ugly.
Fazla alternatif yoktu, olanlar da çok çirkindi.
All at once they were there, eating his food, shouting for more, filling the air with terrifying words about dragons, fire, stolen gold and death.
Birdenbire, içeri daldılar, yemeklerini yiyip, dahasını istediler, ortamı ejderhalar, yangın, çalıntı altın, ölüm gibi korkunç kelimelerle doldurdular.
You see, there were five little pigs... and they all lived together.
Bak burada küçük bir patika var. Büyük bir tavşan geçiyormuş.
If there's any chance at all, it's to continue to search in the area they were lost. We searched the area.
Kayıp oldukları alanı aramaya devam etmeliyiz.
In England at that time, there were several foreign governments, but they were all governments, whereas de Gaulle and the Free French were not.
De Gaulle ve Özgür Fransızların durumuna ilişkin bugün bile hâlâ tam olarak anlayamadığımız iki şey var.
There were flags everywhere and they all carried machine guns.
Ağustosta tatile çıkmıştım.
There were people there on both sides, both for and against me, but they all felt sure the judge would ask for further inquiry into how well she could imitate handwriting.
"Bunu söyleyen kocandı." Sonra bocalamaya başladı. Sadece güzel el yazısını taklit ettiğini söyledi. Tüm salonu bir mırıldanma aldı.
If there were no obligation at all, People could do whatever they wanted.
Yükümlülükleri hiç olmasaydı istedikleri her şeyi yapabilirlerdi.
If you were some cheap gunsel with a big name running out in front of ya, they'd all be buying you drinks, rubbing up against you, fixing up what they're gonna tell the kids and the ones who weren't there.
Ensesi kalın birinin yanında tetikçi olarak çalışıyorsan sana barda içki ısmarlarlar. Kimse sana karşı gelmez. Yanına arkadaşlarını da alıp gününü gün de edersin.
There's a room above the stacks... where they keep all of the actual notes... the professors took when they were law students here.
Rafların üstünde bir oda var... Orada, profesörlerin öğrenciyken... tuttukları notların asıllarını saklıyorlar.
The soldiers who we had left there inside they had asked for them not to say to the Americans who were there, because all went to commit suicide.
İçeride kalan askerler orada olduklarını söylemememizi istedi. Çünkü hepsi intihar edecekti.
They were there all right.
Kuşkusuz onlar oradaydı.
They were there all the time because of the dampness of it.
Nemden dolayı her zaman oradaydılar.
They were all sitting there, arms crossed.
Hepsi kollarını bağlamış oturuyordu.
The nature of beauty and the substance of the stars, the laws of space and time... they were there all along, but we never saw them... until we devised a more powerful way of seeing.
Güzelliğin doğası ve yıldızların içeriği uzay-zamanın yasaları... Hepsi oradaydılar, fakat hiçbirini göremedik... Ta ki görmenin daha güçlü bir yolunu bulana dek.
And there were all of those books, and they were tan and red... and they had gold writing, and they smelled so good.
Bir sürü kitap vardı, kahverengi, kırmızı kitaplardı. Üzerlerinde altın rengi yazılar vardı ve güzel kokuyorlardı.
There they were, 30 of them, all lined up to interview for my job.
Oradaydılar 30 kişi hepsi benim işim için görüşmeye gelmişlerdi.
They were all in there.
Hepsi oradalarmış.
[Lanzmann] Were they told at the start! how many "Figuren" there were in all the graves?
Kendilerine tüm mezarlarda kaç tane "figüran" olduğunu başta söylemişler mi?
There's also talk of 3 death camps on the Bug River, for they were all located on or near the Bug.
Treblinka, Sobibor ve Belzec. Ayrıca Bug nehri civarına yerleştirilenler için nehir yakınlarına 3 ölüm kampı açılması konuşuluyordu.
to take off all the hair, but just to have the imagination that they're getting a nice haircut. - There were no mirrors, no?
Tek yaptığımız saçlarının güzelce kesildiği izlenimini bırakmaktı.
I heard "Breakfast with Irene and Roger"... this morning, and they said they were going... to the King Cole room tonight... and they said all their friends would be there.
Kahvaltı " yı dinledim. Onlar da bu gece King Cole Salonu'na gideceklerini söylediler.
Something happened there a few weeks ago. They were all killed.
Yaptım, çünkü yapmak istedim.
They were yelling "Kurt, Kurt", and there was all this chanting.
"Kurt, Kurt" diye bağırıyorlardı ve şarkı söylüyorlardı.
The reason that they were talking to the police at all... was that there'd been a three-day running knife fight in their apartment.
Polisle konuşmalarının tek nedeni evlerinde 3 gündür devam bıçaklı kavga olmasıymış.
And they were all booked... for disorderly and drunk behavior in there... including assault with knives, and all kinds of stuff.
Bıçakla saldırı, bu tip uygunsuz ve içkili tavırları yüzünden hepsi polis gözetimine alınmış.
There were guys, that's all they did all day, was take care of Paulie's calls.
Tüm gün, tek yaptıkları Paulie'nin telefon görüşmelerini ayarlamak olan kişiler vardı.
And there were so many people at the show... the paintings were getting crushed... and they had to take them all down... so it really looked kind of...
- Mükemmel. Neyse, o kadar kalabalıktı ki tablolar eziliyordu sonra hepsini indirmek zorunda kaldılar. Gerçekten, bu da biraz şey gibi oldu harika.
Instead, it was perfect and they were perfect and that's all there was to know about it.
Bunun yerine mükemmeldi ve onlar mükemmeldi, zaten bundan öte bilinecek bir şey yok.
There were so many of them. But they all died.
Ne kadar çok var... ama hepsi öldü.
Because if an intense burst of emotion... were to ignite them all at once... they would produce such a strong brilliance... that before our eyes there would appear a tunnel... of such radiance... showing us the path we forgot at birth... the same path that calls us back... to our divine origins.
Çünkü eğer güçlü ve patlayıcı duygular... bir seferde hepsini tutuşturursa... o kadar güçlü bir parlaklık üretirler ki... gözlerimizden önce daha parlak bir tünel... görülür. Bize doğumda... gördüğümüz ama unuttuğumuz yolun aynısının... bizi geri ilahi kökenimize çağıran... geri dönüşünü gösterir.
In fact, they were easy to find because no matter what the country all we had to was go to the local shoe store, and there they were.
Aslında bulunmaları çok kolay, çünkü hangi memlekette olurlarsa olsunlar ayakkabı dükkanına girince karşımıza çıkıyorlar.
And I keep finding all of these loose hairs all over our porch which look like they were once here here or in there.
... verandamızda sürekli bu dökülmüş saçları buluyorum. ... Bir zamanlar burada burada veya bunun içinde olan saçlar.
they weren't there 24
they weren't 91
they were 560
they were together 21
they were best friends 18
they were good 30
they were right 58
they were beautiful 18
they were not 22
they were here 104
they weren't 91
they were 560
they were together 21
they were best friends 18
they were good 30
they were right 58
they were beautiful 18
they were not 22
they were here 104