Asıl mesele translate Spanish
736 parallel translation
Asıl mesele gerçekleri öğrenmesi değildi.
Honestamente, no es tan importante la verdad de esa niña, ¿ cierto?
Onu nasıl yakalayacağımız asıl mesele.
Cómo atrapamos a esa persona, esa es la clave.
Üstelik Rosa'nın yanında olurum. Asıl mesele bu.
Además así puedo estar cerca de Rosa.
İşte asıl mesele burada!
Entonces mató a la cerda.
Asıl mesele olarak aradığımız...
¿ O sí? En realidad estábamos buscando a....... Brunton.
Asıl mesele cesedi buradan çıkarmak.
Lo más importante es tener el cuerpo aquí.
Asıl mesele tam gaz giderken dayanabilecek mi?
La pregunta es si resistirá a toda velocidad.
Önemli biri ne de olsa, asıl mesele de bu.
¿ Qué pinta el director de la central en esto, señora? ¡ Claro que pinta, y mucho! Siempre será alguien importante, ¿ no cree?
Ama asıl mesele onun Halkla İlişkilerden olması.
El hecho es que él estaba en la Sección de Ciudadanos.
Asıl mesele oğlum.
Es mi hijo.
Yasaları rozetler yapmaz. Asıl mesele, insanların el ele verip rozetin simgelediği şey için savaşmasıdır.
No es la placa la que hace la ley, es la union de las personas adecuadas... que luchan y averiguan lo que ellos representan.
Asıl mesele, tabi ki, süpermarketler konusu.
Eso sí, el problema son los supermercados.
- Asıl mesele bu değil. Sen kimsin?
- Eso es lo de menos. ¿ Quién es usted?
Şimdi asıl mesele ; Başka bir tekne bulabilir miyiz?
El asunto ahora es : ¿ Qué otro barco podemos tomar?
Asıl mesele şu, birbirimizi sinir ediyoruz.
Lo que pasa es que estamos crispándonos los nervios.
Yukardan dökülen taşlar sana çarpmış ve bir yere tutunmuşsun, asıl mesele bu, neler olduğunu hatırlamıyorsun.
Hubo un desprendimiento y una roca te golpeó. No puedes acordarte de lo que pasó.
Asıl mesele, Barbara, onlar varken ne yapıyorsun?
La pregunta es, ¿ qué haces con ellos?
Hayır, asıl mesele başka.
De algo más.
Bu ikisinin yeminlerini çiğnemiş olmaları basit bir mesele. Asıl mesele, diğerleri üzerine yapacağı olumsuz etkiler.
El hecho de que hayan roto su juramento es un asunto menor, pero podría afectar a los otros.
Şimdi asıl mesele.
Ahora viene la grande.
Asıl mesele bu, Jerry.
Ese es el problema, Jerry.
Nedenini benden iyi biliyorsunuz. Asıl mesele de bu değil mi?
El por qué lo sabe Vd. mejor que yo, ¿ no es cierto?
Asıl mesele kapağın diğer tarafında koca bir asma köprüyle beraber bir kale var.
Usted ve, el punto fue, por otra lado de la cobertura había un castillo, una cosa enorme, con un puente levadizo.
Asıl mesele şu ki Naziler bizi Paris'in her yerinden görüyor.
Lo principal es que los nazis nos vean por todo París. Muy bien, adelante.
Ama buradan o parayla gidemezsiniz. Asıl mesele bu.
Pero no se irán de aquí con el dinero... y eso es lo que tienen que tomar en cuenta.
- Asıl mesele bunu neden yaptıkları.
- La pregunta es por qué lo hicieron.
Bilmiyorum. Asıl mesele de bu zaten.
Ése es el meollo.
Buradaki asıl mesele ayrıcalık ile ilgili değil.
No hay nada malo en tener privilegios.
- Asıl mesele, onlar yetişebilecek mi?
- La cuestión es, ¿ y ellos?
Asıl mesele bu, Teğmenim.
De eso se trata, teniente.
Şu anki asıl mesele kendimizi fark ettirmemek.
Para nosotros lo importante ahora es no dejarnos ver.
Savaşta asıl mesele kimin kimi vurduğu değildir. Savaşta esas olan kimin kimi iyi çözdüğüdür.
La guerra, de hecho, no significa quien mata a quien primero, sino quien engaña a quien.
Asıl mesele şu, telefonların dinlendiğini biliyordunuz, adınızı temize çıkarmak için bu durumu kullandınız.
La cosa es ésta : Si sabía que colocaron esos micrófonos entonces sabía que podría usarlos como coartada.
Ama asıl mesele, onların hayatlarında daha uygun bir zamanı beklemek.
Se trata sólo de que esperen el momento adecuado en sus vidas.
Asıl mesele, birilerine ötmeye başlamak üzere.
El asunto es, que la están preparando para hablar con algunas personas.
Asıl mesele yakalanmamak.
La cuestión es salirse con ello.
Asıl mesele, tüm bunları yaptıktan sonra hedefin durumuna ilişkin bir fotoğraf çekmekti.
Esta fue una de las cosas por las que se molestaron, de que tomaramos una foto después de todo esto.
- Ama asıl mesele onun...
- No, pero la cuestión es que él piensa...
- Evet, asıl mesele de bu işte.
- Sí, pero esa es la cuestión, sabes.
Asıl mesele bana kalırsa "içerik".
Creo que la palabra clave es "sustancia".
Asıl mesele, Howard Beale'i öldürmeli miyiz, öldürmemeli miyiz?
El asunto es, ¿ matamos a Howard Beale o no?
- Asıl mesele şu ki, onlar bir şey arıyordu.
- Buscaban algo.
Vücut kas oranıyla ve ebatlarıyla yargılanıyor asıl mesele, simetri.
Se asigna un puntaje al cuerpo por los músculos, la proporción... la simetría, todo eso.
Fakat asıl mesele bu değil.
Pero ese no es el tema.
Asıl mesele de bu.
- Entonces, ¿ no me esperas?
Mesele şu, bunun ne kadarı vergiden düşülebilecek faiz... ne kadarı vergiden düşülemeyen asıl ipotek ödemesi?
Lo importante es cuál es el interés, que es deducible, y cuál el pago real de la hipoteca, que no lo es.
Asıl mesele ne biliyor musun?
¿ Sabes?
Bu onu nasıl değiştirir, asıl bunu kestirmek mesele.
La cuestión es cómo eso lo cambiaría.
Nerede bilmiyorum, önemi de yok zaten. Asıl mesele şu. Amerikan filmi olduğu için saldırıyorlar, halbuki çok iyi filmdir.
Se ataca a un film sólo porque es americano, aunque sea bueno.
Asıl mesele bu...
La cosa es ésta.
Asıl kilit mesele zaman yolculuğunun zararlı yan etkileri olmadan ve istikrarlı bir şekilde yapılabilmesi.
El punto clave que ahora se investiga es si ese viaje puede ser hecho consistentemente con causas que precedan a los efectos, y no al revés.
mesele bu 28
mesele 64
mesele ne 68
mesele nedir 145
mesele yok 23
mesele bu değil 76
mesele de bu 30
mesele o değil 48
mesele değil 30
mesele şu 62
mesele 64
mesele ne 68
mesele nedir 145
mesele yok 23
mesele bu değil 76
mesele de bu 30
mesele o değil 48
mesele değil 30
mesele şu 62