The only traducir turco
151,102 traducción paralela
However, the mistake has been made and the only thing to do is to set it right.
Ancak bir hata yapıldığı ortada ve yapılacak tek şey düzeltmek.
I realize now it's the only thing I truly want, so you don't have to worry yourself about my red hair.
Artık gerçekten istediğim tek şeyin bu olduğunu anladığımdan kızıl saç takıntımı boş verebilirsin.
Men and women who have told themselves that the only way to survive is to join the enemy.
Kendilerine, hayatta kalmanın tek yolunun düşmana katılmak olduğunu söyleyen insanlardan.
The only way Ken would have had that information is if winslow had told him.
Ken'in bunu bilmesinin tek yolu Winslow'un ona söylemiş olması.
Second, I'm not the only one who knew I had brain eaters living next door.
İkincisi beyin yiyicilerin yanında yaşadığımı bilen tek kişi ben değilim.
The only reason it hasn't happened before now is that Lexa commanded it.
Önceden bunların yaşanmamasının tek nedeni Lexa'nın öncülük etmesidir.
The only thing that's inevitable is praimfaya.
Kaçınılmaz olan tek şey Praimfaya.
The only thing that's inevitable is Praimfaya.
Kaçınılmaz olan tek şey Praimfaya.
Bellamy was the only one we could get in time.
Bellamy zamanında yetişebileceğimiz tek kişiydi.
Skaikru wasn't the only clan that showed dishonor at the Conclave.
Skaikru oturumda onursuzluk gösteren tek klan değildi.
It's the only way you're gonna stop me.
Beni durdurmanın tek yolu bu.
It's the only way you're gonna stop me.
Beni durdurabilmenin tek yolu bu.
It's the only choice.
- Tek seçenek bu.
I've spent my whole life building something to leave to my family, Jeanne Anne, and oil is the only way I can keep it.
Tüm ömrümü aileme bir şeyler bırakabileyim diye harcadım Jeanne Anne. Ve şimdi onların bizde kalabilmesi için tek çare petrol.
You're the only that can make this decision. We understand that.
Kararı sadece sen verebilirsin.
When the truth is, the only wrong thing you can say... is nothing at all.
İşin aslı yanlış yapacağınız tek şey hiçbir şey söylememek olacaktır.
You're the only set of twins we ever had.
Sahip olduğumuz yegane ikizlersiniz siz.
But right now, the only real lead we have is sitting in that room, so let's just try and focus.
Ama şuanda tek yardım o odada oturuyor, odaklanmaya çalışalım.
Well, it's the only one that they get, and I made this happen.
Ellerinde bundan başka bir şey kalmadı. Üstelik benim yüzümden.
The only reason I let it get this far is, uh, pride, I guess.
Gururum yüzünden işlerin bu kadar uzamasına neden oldum.
So Grey isn't the only one trying to get Minnick out.
Minnick'in gitmesini isteyen tek kişi Grey değil.
- My mother's not the only Avery in this hospital.
- Annem bu hastanedeki tek Avery değil.
The bladder isn't the only thing at stake.
Tehlikede olan tek şey mesane değil.
The only fight here is to keep this child alive, to fix his heart.
İkiniz de sadece çocuğu kurtarmak için savaşıyorsunuz. Kalbini düzeltmek için.
The only thing that's urgent here, Your Honor, is that we have a T.R.O. from another judge's court.
Acil olan tek şey sayın yargıç başka bir yargıçtan elimizde bir sınırlama emri olması.
The only two Aryans in a Chinese restaurant.
Burada farklı ırktan sadece ikimiz olacağız.
The only constant is the law.
Elimizdeki tek şey hukuk.
The only constant we have is the law.
Elimizdeki tek şey hukuk.
He made it seem like it was the only way out.
Kurtulmanın tek yolu oymuş gibi gelmişti.
Walter, the only thing I'm thinking about right now is Cabe and how serious this is.
Walter, şu anda aklımdaki tek şey Cabe ve durumun ne kadar vahim olduğu.
And as for things I want, they're so numerous that it would take me a great deal of time to name them all, so I shall only mention the two most important.
İstediklerime gelirsek sayıları öyle çok ki hepsini saymak çok fazla zamanımı alacaktır. Bu yüzden en önemli iki tanesinden bahsedeceğim.
The raps only needed one resource in order to maintain control, and we surrendered it to them without a fight.
Uzaylıların tek ihtiyaç duydukları şey düzeni sağlayacak bir kaynaktı ve bunu onlara biz teslim ettik. Hem de savaşmadan.
We only need to unite behind the law of our bloc.
Tek ihtiyacımız olan bloğumuzun arkasında birleşmek.
I was only able to make 3 suits, but I can take 7 in the Rover. Hey!
Yalnızca üç kıyafet yapabildim... ama dışarıdan yedi tane alabilirim.
It was the only choice.
Tek seçenek buydu.
Only choice, also an oxymoron, by the way.
- Tek seçenek, aynı zamanda bir tezat.
There's an entry for someone only under the letter l.
L harfine kayıtlı sadece bir kişi var.
Only the pretty ones.
Sadece güzel olanlara.
If that's the case, it's only because he's seeing himself.
Öyle çünkü sende kendisini görüyor.
We only need to move everything on the helicopter.
Sadece her şeyi helikopterle taşımamız lazım.
Only 400 cc in the pleurovac.
Pleurovac içinde sadece 400 cc var.
A hero is only human, but that's the point.
Bir kahraman sadece bir insandır. Fakat önemli olan da budur.
A title is only as good as the person who earned it.
Bir ünvan onu hak eden insan kadar değerlidir.
Trade it in for the riches of the present, and only then can you be happy.
Onu şu anın zenginlikleriyle takas et. Sadece bu şekilde mutlu olabilirsin.
I'm only a third of the way through this.
Daha anca üçte birine bakabildim.
Provence! Yeah, but only if I make the down payment.
- Ödemeyi zamanında yapabilirsem tabii.
Earlier today, the FBI shuttered the invitation-only investment fund, calling it a multibillion dollar Ponzi scheme, whose collapse has decimated the accounts of many of the nation's liberal elites.
Bugün erken saatlerde FBI bir yatırım şirketine kilidi vurdu. Birçok Liberal'in yatırımını hiç eden multi milyar dolarlık bir saadet zinciri.
The Rindells ran an... invitation-only investment fund, and you know what?
Rindell'lar yalnızca davet ile girilebilecek bir yatırım kuruluşu. Neden biliyor musun?
Only because he's an employee and he was on the clock.
Bunun sebebi o bizim işçimizdi ve mesai saatindeydi.
When there is a burst of anxiety, these muscles will tighten up, the eyebrows will rise upward, only for a second... see?
Bir kaygılanma anında bir saniyeliğine bu kaslar sıkılaşıp, kaşlar yükselir.
Yes, because the manager at the time talked only to our investigator, and signed this affidavit.
Evet yok çünkü işletmenin müdürü sadece bizim araştırmacılarımızla konuştu... -... ve bu yeminli ifadeyi imzaladı. - Ben bir şey yapmadım.
the only way 33
the only thing 56
the only one 46
the only trouble is 16
the only problem is 87
the only difference is 44
the only reason 28
the only thing is 68
the only question is 81
only 1631
the only thing 56
the only one 46
the only trouble is 16
the only problem is 87
the only difference is 44
the only reason 28
the only thing is 68
the only question is 81
only 1631
only you 239
only me 129
only the best 34
only a little 36
only time will tell 38
only you can 21
only for you 27
only then 35
only now 58
only thing 21
only me 129
only the best 34
only a little 36
only time will tell 38
only you can 21
only for you 27
only then 35
only now 58
only thing 21
only i 19
only better 42
only if you want to 26
only one problem 30
only child 42
only one way to find out 127
only once 48
only two 46
only one 202
only this time 157
only better 42
only if you want to 26
only one problem 30
only child 42
only one way to find out 127
only once 48
only two 46
only one 202
only this time 157
only joking 24
only just 22
only in america 16
only that 31
only about 26
only us 19
only problem 18
only by reputation 21
only problem is 60
only worse 25
only just 22
only in america 16
only that 31
only about 26
only us 19
only problem 18
only by reputation 21
only problem is 60
only worse 25