English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / Anglais → Turc / [ N ] / Not the whole time

Not the whole time traduction Turc

161 traduction parallèle
Not the whole time.
Her zaman değil.
- Uh, not the whole time.
Yani. Her zaman değil.
Well, not the whole time, but I had a couple once.
Hep yoktu. Ama bir kez bir çift kanaryam olmuştu.
No, not the whole time.
Yok, tüm süre değil.
I mean, not the whole time.
Yani başından sonuna kadar değil.
NO, NOT THE WHOLE TIME.
- Hayır! Başından beri değil!
Not the whole time.
Sürekli değil.
No, not the whole time.
Yo, hep değil.
Of course it not rain this time of year in whole history of Okinawa but the colonel not make mistake.
Elbette bu aylarda asla yağmur yağmaz. Okinawa tarihinde görülmedi ama albay hata yapmaz.
Don`t know. l`m just not used to being locked up the whole time.
Bilemezsiniz. Sürekli kilit altında tutulmaya alışkın değilim.
"You will apologize to the soldier you slapped... to all doctors and nurses present in the tent at the time... to every patient in the tent who can be reached... and last but not least to the 7th Army as a whole... through individual units, one at a time."
"Tokatladığınız askerden özür dileyin bunu, o gün olaya şahit olan, sağlık personeli çadırda bulunan bütün yaralılar ve 7'nci ordunun toplayabildiğiniz komuta birlikleri önünde, yapmanız gerekiyor."
Valuable kill-time wasted running down them cooped-up pencil necks, and not a good chop on the whole bunch.
Değerli öldürme zamanımızı sıska herifleri yakalamaya harcadık... ve o avukat sürüsünden iyi et alamadık.
This time it's one woman that's got him, and not the whole female race.
Ama bu sefer onca kadının içinden yanlış bir kadına tutuldu.
It's not so much that I don't like the lessons. I just hate sitting still the whole time.
Dersleri sevmediğimden değil ama bütün gün oturup durmaktan nefret ediyorum işte.
This is not happening. I don't know where I was taken, because the whole time I was like this... in pain.
Nereye götürüldüm bilmiyorum, çünkü acıdan hep bu şekildeydim.
You could spend time in a room and not even know that he'd been there the whole time...
Bir odada saatlerce beraber kalsanız bile tüm o zaman boyunca onun orada olduğunu fark etmeyebilirdiniz...
You're not one of those guys that's that's gonna yap the whole time, are you?
Sen şu elemanlardan değilsin, hani şu boş konuşanlardan? Onlardan hazzetmem. Değilim.
If anyone asks, let's not tell them it rained the whole time.
Soran olursa hep yağmur yağdığını kimseye söylemeyelim.
Those birds have not left his side the whole time.
Kuşlar her daim onun yanında olması.
In time, we'll have the whole story, but not now.
Zamanla tüm öyküyü öğreneceksiniz ama şimdi değil.
Whole time you were drivin', he was tellin'her he's not the guy. He's not the guy.
Sen tırı sürerken hep ben Nick değilim deyip duruyordu.
Kids today should be prepared to pick up a book, and not just go around the whole time with all these modern ears.
Çocuklar kitap okumalı. Ortalıkta o modern şeylerle dolaşmamalılar. O kulaklarla.
I'm sorry I didn't get her name, but hopefully my son did... because I have not been here the whole time.
Maalesef adını bilmiyorum, ama umarım oğlum biliyordur... Ben de şimdi geldim de.
But well, you know, Claire, the thing I admire about you is that in no time at all you can get on the wrong side of the whole group. I'm proud of you when you do that, it's not easy to be horrid.
Senin en imrendiğim yönün ne biliyor musun Claire tüm gruba istediğin şeyi söyleyebilirsin.
We were not together the whole time.
Bütün gece birlikte değildik.
- Tofurkier. Drat that Mrs. Kim for not taking her eyes off me the whole time... it's like she was anticipating my napkin maneuver.
Hey Bayan Kim sanki benim peçete manevramı anlamış gibi yemek boyunca gözlerini üzerime dikti.
Three quarters of the French Army at one time or another defended Verdun, a national effort that ensured whole units were not totally destroyed in the battle.
Fransız ordusunun dörtte üçü aynı anda veya farklı zamanlarda Verdun'u savundu Verdun, savaşta yok olmayan tüm kaynakların akıtıldığı ulusal bir çaba haline geldi.
I'm talking about the whole fucking universe, moving ahead in time, not horizontally, man.
Ben zamanla içinde ilerleyen, lanet olası bütün evrenden bahsediyorum.
However, if they're not able to catch him by the time he reaches metro airspace, then we have a whole new set of problems.
Bununla birlikte, eğer onları şehir merkezine girmeden, gerekli olan sürede yakalayamazlarsa, başımıza bir sürü yeni dert açılacak.
Not that I'm not cool with the whole concept... of corpses speaking to me... but if you were going to ask for my help... now would be the time.
Cesetlerin, benimle konuşma kavramından, pek memnun değilim ama yardımımı isteyeceksen şimdi tam zamanı.
In either the disconnected place... or the overly emotional reactive place... because they've gone to an earlier time in reality... the person is not operating as an integrated whole.
İster kopuk, ister aşırı hassas bir alan olsun, kendi gerçekliğinde geçmiş bir zamana gittiğinden, kişi bir türlü bütün olarak iş göremez.
- Why not? The whole time when they say "We'll wait for the men from space."
Bize sıramızı beklememiz söylendiğinde..
Not just sometimes, we're scared the whole time.
Ara sıra değil, her zaman korkarız.
And the only thing I can think the whole time was'I am not gonna let him get to you.
Ve bütün bu sürede tek düşündüğüm "Yemin ederim seni bırakmayacağım" oldu
Come on, Jackie. We're not morons. You had your eyes shut the whole time?
Bay McQueen, Bay Calabrese'nin her şeyden... payını aldığını nereden anladınız?
It's not as bad as it sounds. I was thinking of you the whole time.
Kulağa hoş gelmiyor ama ben hep ve hep seni düşünüyordum.
Did you know the whole time, not?
Hep biliyordun, değil mi?
Such a device would not allow for the gas to affect the whole ship in sufficient time.
Böyle bir cihaz bütün gemiyi yeterli zamanda etkilemeye izin vermez.
And this time I'm guessing they're not going to fall for the whole invisibility trick.
Bu sefer bütün bu görünmezlik numarasına kanacaklarını sanmıyorum.
The whole time that I was in that hole, not knowing if I would live or die, it makes a man think about what's really important.
Bunca zamandır, kurtulur muyum yoksa ölür müyüm düşünceleri içerisinde o çukurda kaldım. Bu durum bazı önemli şeyleri düşünmemi sağladı.
Not if I spend the whole time running around like this.
Sanki ben de bütün vaktimi burada bu şekilde geçireceğim de.
If this is not the real Atlantis, Rodney, you of all people would have noticed. - The whole time the gate's been down, it has been solid overcast. - The stars alone...
Eğer bu gerçek Atlantis değilse,... siz hepiniz anlardınız.
When my mother and father were killed, I was scared the whole time. But I pretended not to be scared...
Annem ve babam öldürülürken çok korktum, ama korkmamış gibi numara yaptım.
And the whole time, I knew all I had to do to save her was bringing her here, but saving my wife was not the mission.
O zaman onu kurtarabilmek için yapmam gereken tek şeyin buraya getirmek olduğunu biliyordum. Ama buradaki görev karımı kurtarmak değildi.
The eclipse will only last eight minutes, not enough time for the whole invasion.
Ateş Bükücüler güçsüzken? Tutulma sadece sekiz dakika sürecek.
But interestingly, during this whole time... despite having claimed, him not being able to do mathematics again, he never stops working on the Continuum Hypothesis.
Fakat ilginç bir şekilde, bütün bu zaman boyunca... bir daha matematik dersi veremeyebileceğini söylemesine rağmen, "Süreklilik hipotezi" üzerinde çalışmayı durdurmadı..
Not spending a whole lot of time with the girls, huh?
Kızlarla fazla vakit geçirmiyorsun, öyle mi?
You know, I've been around for a long time, met a lot of different people, mostly seen them do horrible things to each other, so I'm not so high on the human race as a whole.
Uzun süredir bu civarlardayım, değişik insanlarla karşılaştım, çoğu birbirine korkunç şeyler yapıyordu, bu yüzden insan ırkı için genel olarak pek iyi düşüncelerim olmadı.
She may be fated to die before her time, but what's the point of living for her and for us, if her whole life is spent chasing a tragedy that we're not sure is ever really gonna happen,
Vaktinden önce ölmek belki kaderidir ki bu yaşamın esası onun ve bizim için. Eğer tüm hayatı olacağından emin olmadığımız takip eden bir trajediyle geçirilecekse şimdilik bunun için yapabileceğimiz bir şey yok!
In California at that time, had he not been who he was, in other words, a famous controversial director with the legacy of his wife's murder behind him, the whole thing would have been completely different.
O dönemin California'sında eğer öyle biri olmasaydı yani eşinin cinayetinin mirasına sahip ünlü ve tartışılan bir yönetmen olmasaydı her şey çok farklı olurdu.
The worst part of the whole damn thing... not losing my life... my time on this earth... is losing my... my...
Tüm bunların içindeki en kötü taraf hayatımı kaybetmek değil. Bu dünyada geçirdiğim zaman şeyi kaybetmeme sebep oluyor...

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]