To live translate Turkish
38,250 parallel translation
And I had to live knowing that I had driven you away.
Ben de seni kendimden uzaklaştırdığımı bilerek yaşamak zorunda kaldım.
They want you to live.
Yaşamanın istiyorlar.
They want you both to live.
İkinizin de yaşamanızı istiyorlar.
It's where I have to live, and it's where I have to survive.
Yaşadığım yer burasıdır. Ve burada hayatta kalmam gerekiyor.
What about my right to live in a neighborhood where I can walk down the street at night?
Peki ya benim, geceleri rahatça yürüyebileceğim bir mahallede yaşayabilme hakkım?
A man like that doesn't deserve to live.
Öyle bir adam yaşamayı hak etmiyor.
My son should not have to live in a world where evil like this is allowed to exist.
Oğlum, böyle bir kötülüğün var olabildiği bir dünyada yaşamak zorunda olmamalı.
I got a local thing called Tue Believers, sort of a loose-knit faith group that subscribes to fasting, abstinence, and ritual cleansing in order to live a righteous life.
Erdemli bir hayat için oruç, cinsel perhiz ve arınmayla ilgileniyorlarmış.
It's the last place on Earth you would choose to live.
Dünya üzerinde yaşamayı seçeceğiniz en son yer.
You've told me you've always wanted a... pristine, unspoiled place to live out your days in peace.
Bana her zaman hayatının kalan günlerini el değmemiş bir yerde, huzur içinde yaşamak istediğini söylerdin.
You know, I will take the high road, because you two will have to live the rest of your lives knowing that the kid that you used to torment saved you.
Biliyor musun, doğru olanı yapacağım çünkü geri kalan ömrünüzü, hayatınızı eskiden eziyet ettiğiniz çocuğun kurtardığını bilerek geçireceksiniz.
So you want to... you want to live on your own?
Tek başına mı yaşamak istiyorsun?
It's not that I love to live.
Yaşamayı sevdiğimden değil.
The chemicals that we need to live are in there?
İhtiyacımız olan kimyasallar içeride mi?
Someone has to pay for their chance to live
Onlara yaşam sansı vermek için birileri para vermeli
I have less than a month to live.
Bir aydan az ömrüm kaldı.
My sister is going to live because of you.
Kardeşim senin sayende yaşayacak.
We don't need people telling us how to live our lives.
İnsanların nasıl yaşamamızı söylemelerine ihtiyacımız yok.
Jerry used to live next door.
Jerry eskiden yan komşumuzdu.
Are you saying you'd like to live with me?
Benimle yaşamak istediğini mi söylüyorsun?
Hey, Widow Douglas, I want to live with my dad!
Hey, Dul Douglas, Babamla yaşamak istiyorum!
I tried to let it go, but I just knew that I wouldn't be able to live with myself knowing that you were still out there.
Boşvermekten yoruldum, ama farkettim ki, senin hala hayatta olduğunu bile bile yaşayamazdım.
Do you want to stay with the alien people, or do you want to live in the real world?
Uzaylı insanların yanında olmak mı yoksa gerçek dünyada mı yaşamak istersin?
Yet, a few special animals manage to live here.
Yine de birkaç özel hayvan burada yaşamayı başarıyor.
I don't know if this is going to live any more, because that was on the floor.
Yani bu bundan sonra çalışır mı, bilmiyorum. Yerde yatıyordu çünkü.
To live here demands the most extraordinary survival strategies.
Buralarda yaşamak en sıra dışı hayatta kalma stratejilerini gerektirir.
To live, the bull must somehow shake off the lioness.
Boğa, hayatta kalmak için aslanı savuşturmak zorunda.
Along with the rest of the team, they hope to film up close and personal with the monkeys that have come from the wild to live in the hustle and bustle of the city.
Ekibin geri kalanıyla birlikte şehrin hayhuyunda yaşamak üzere yabandan gelen maymunlarla yakından ve kişisel bir çekim yapmayı umuyorlar.
Oh, good, maybe he can build a nicer bridge to live under.
İyi, belki altında yaşayacak daha güzel bir köprü yapar.
She left a letter saying that she wanted to... live her own life, as a modern woman.
İstediğini söyleyen bir mektup bıraktı... Kendi hayatını modern bir kadın olarak yaşa.
I can live with whatever happens to me, but I couldn't if something were to happen to you.
Bana ne olursa olsun yaşarım ama sana bir şey olmasına dayanamam.
We'll all live happily ever after, and we can, uh, you know, ride our unicorns to work every day.
Sonra sonsuza kadar mutlu yaşarız, boynuzlu atlarımıza binip işe falan gideriz.
We're about to go live.
Canlı yayına girmek üzereyiz.
We are coming to you live from inside the Hawaii State Supreme Court.
Bugün size Hawaii Eyaleti Yüksek Mahkemesi'nden bağlanıyoruz.
We're now getting word we're going to go live now to the woman whose mother, Mindy Hesser, was the first victim of the ricin poisoning.
Şimdi risin zehirlenmesinin ilk kurbanı Mindy Hesser'ın kızının basın toplantısına bağlanıyoruz.
And I'd rather we overreact and be wrong than underestimate her and live to regret it.
Fazla tepki verip yanılmayı, onu hafife alıp pişman olmaya yeğlerim.
Teams live and die for each other, like they're supposed to.
Ekipler birbirleri için yaşar ve ölür. Yapmaları gereken odur.
- But you get to see the world. - Mm. Live out of a bag.
Ama dünyayı gezebilir, bir oraya, bir buraya gidebilirsin.
I wasn't about to try my experiment on the fangs of a live one.
Testimi canlı bir yılanın dişi üzerinde yapamıyordum.
Actually, a Laysan Albatross can live up to 40 years.
Aslında, laysan albatrosları 40 yıl yaşarlarmış.
A shot every six months, I guarantee you'll live to a hundred.
Her altı ayda bir aşıyla yüz yıl yaşayacağını garanti ediyorum.
Now let's turn to the scene on live.
Şimdi olay yerine canlı bağlanıyoruz.
If I lied to you, how could I live?
Sana yalan söylersem, nasıl yaşarım?
I don't think anybody could live up to your standards.
Sanırım kimse bu standartlarla yaşayamaz.
Lauren can move to Paris and... live her dream.
Lauren Paris'e taşınıp hayalini yaşayabilecek.
Seven people now have a kidney and will live long, healthy lives thanks to you.
Yedi kişinin de böbreği var ve sayende sağlıklı bir hayat yaşayacaklar.
If anything happened to Amanda right now, I... I couldn't live with myself.
Eğer şu an Amanda'ya bir şey olursa kendime katlanamam.
We're also coming to you live from a different apartment.
Aynı zamanda farklı bir daireden canlı yayınla karşınızdayız.
Made him feel more powerful to let me live?
Yaşamama izin vermesi ona daha güçlü hissettirmiş olabilir.
And what I will do with that knowledge... That you should live to see.
Bu bilgiyle ne yapacağımı... görmen için yaşaman gerekir.
Indri are so closely adapted to living here that now they can live nowhere else.
İndriler burada yaşamaya öyle uyum sağlamışlardır ki artık başka hiçbir yerde yaşayamazlar.
live 419
liver 115
lives 106
liverpool 34
lived 94
lively 33
live fast 20
live long and prosper 34
live your life 45
live to fight another day 19
liver 115
lives 106
liverpool 34
lived 94
lively 33
live fast 20
live long and prosper 34
live your life 45
live to fight another day 19
live it 17
live and let live 37
live or die 28
live a little 78
live together 30
live it up 25
live and learn 31
live aboard 36
livestock 18
live here 35
live and let live 37
live or die 28
live a little 78
live together 30
live it up 25
live and learn 31
live aboard 36
livestock 18
live here 35
live well 17
lives alone 37
lives are at stake 17
live with it 35
lived alone 23
to life 140
to listen 16
to lie 19
lives alone 37
lives are at stake 17
live with it 35
lived alone 23
to life 140
to listen 16
to lie 19