Live a little translate Turkish
748 parallel translation
I wanted to live a little.
Birazcık yaşamak istedim.
Live a little, Ziggy.
Canlan biraz Ziggy.
Live a little, man.
Canlan adamım.
Let's live a little, Jarvess.
Biraz keyfimize bakalım Jarvess.
Why don't you live a little?
- Niçin böyle yaşamıyorsun? Adiyos!
Before that, he did live a little.
Ondan önce de birazcık yaşıyordu.
I always figured I'd live a little bit longer without it.
Bunu yapmazsam daha uzun yaşayacağımı düşünmüşümdür hep.
As a matter of fact, I live a little farther up Lexington.
Aslına bakarsanız Lexington'un biraz yukarısında oturuyorum.
to live a little longer.
biraz daha yaşamak istiyorum.
Gotta live a little.
Biraz hayatını yaşa.
I decided to live a little.
Biraz yaşamaya karar verdim.
Go out and live a little :
Çık dışarı, hayatını yaşa biraz.
Doctor, could you help me live a little more? I expect good news.
Biraz daha yaşamamı sağlayacaksın iyi haberler duymak istiyorum bilesin.
The tiniest thing, so that I can live a little longer.
Birazcık daha yaşayabilmem için en ufak şeyi.
But maybe if you're nice to me, I'll let you live a little longer.
Ama bana iyi davranırsan, birazcık daha yaşamana izin verebilirim.
- Come on, live a little.
- Haydi, biraz yaşa...
You owe it to yourself to live a little, Harry.
Sen de biraz yaşamalısın, Harry.
Live a little bit.
Biraz yaşa.
If you worried a little more, you might live to be old.
Siz de biraz endişe ederseniz yaşlanacak kadar yaşarsınız.
I got enough to live from my store, and I got my Sarah, and I make a little music with my violin.
Dükkânımdan geçinecek kadar kazanıyorum. Sarahım yanımda, ve biraz da keman çalıyorum.
I even wrote and reminded her and she forgot all about them. - Well, I guess you'll live through it. - She's a self-centered little beast.
Sizi daha sık aramak isterdim ama annem, babam, sen ve Ben arasındaki uzun mesafe aramaları herkesi iflasa sürükleyebilir.
We're gonna get a little place, and live on the fat of the land.
Ufacık bir yer alacağız. Kendi ektiğimizi kendimize toplayacağız.
A little wild by my standards maybe, but live and let live, I say.
Benim standartlarıma göre biraz hırçındı ama kimsenin işine karışmazdı.
YOU LIVE IN A LITTLE TOWN, DON'T YOU?
Sen ufak bir kasabada yaşıyorsun, değil mi?
There was little that could be done and the doctor gave him a month, at the most, to live.
Elden bir şey gelmiyordu ve doktor en fazla bir ay yaşayabileceğini söyledi.
We'll live it up a little.
Hayatın tadını çıkaracağız.
I'd like to live in a little house, just big enough for the two of us.
Küçük bir evde oturmayı isterdim. Sadece ikimize yetecek kadar büyüklükte.
I wanted to tell about the endless, humble daily chores... and about the skillful movements of the men in their frail floating huts... about the market boats filled with fruit and vegetable... and about fishermen leaving towards the south, down to the Sundarbans... and boats looking like igloos... where people sleep and cook and live in little holes... dug in the mountains of rice straw -
Sonu gelmez, günlük mutevazi işleri... erkeklerin kırılgan yüzer kulübelerindeki yetenek dolu uğraşılarını... mevye ve sebze ile dolu pazarcı teknelerini... Sundarbans'a doğru, Güney'e açılan balıkçıları anlatmak istedim... Ve iglolar gibi görünen evleri..
We guests who live here deserve a little consideration too.
Yıllardır burada kalan müşterileri de biraz düşünmelisiniz.
I was thinking we ought to live it up a little tonight.
Bu gece krallar gibi yaşamalıyız diye düşündüm.
It's the most charming little house, and I do think it would be fun to live in the country for a time.
Küçük, güzel bir ev, bir süre taşrada yaşamak eğlenceli olacaktır.
Live it up a little!
Yeni şeyler tecrübe et!
Adelaide, according to the laws under which we live, it's gonna take a little time.
Adelaide, kanunlara göre... -... biraz vakit alacak.
They all live seemingly normal, decent lives, but... They got their problems, and they've all got a little larceny in'em.
Hepsi de kendince saygın bir hayat sürdürüyorlar ama... kendince sorunları var, ve içlerinde küçük bir hırsız yaşıyor.
You live in a quiet little place all of your own, don't you?
Tamamıyla kendine ait küçük sakin küçük bir yerde oturuyorsun, değil mi?
Maybe her house is a little old fashioned, but you don't have to live there forever.
Belki evi biraz eski moda, fakat sonsuza değin orada yaşaman gerekmiyor.
I say, when you got yourself a fine job, a little dough in the bank, a place to live. A gal who loves you.
Bak, kendine iyi bir iş bulup, bankada paran, oturacak yerin ve seni seven biri olduğunda.
I figured maybe we had five minutes to live, give or take a little.
Beş dakikalık ömrümüz kalmış olabileceğini düşünüyordum. Kaba tahminle tabii.
Not to live my life in vain, but to advance the humanity forward at least a little bit.
Hayatım boşuna yaşamak değil, en azından insanlığı biraz ilerletmek içindir.
If you'll settle down, with a nice little store, and you find a nice little woman and live in a nice little town and...
Küçük bir dükkanın olsa, bir hayat kursan güzel bir karın olsa, küçük bir kasabada yaşasanız...
A maid to live in? Someone to take care of your little girl?
Kızınıza bakacak yatılı bir bayan?
CASE IN POINT, WALTER BEDEKER, LATELY DECEASED, A LITTLE MAN WITH SUCH A YEN TO LIVE BEATEN BY THE DEVIL, BY HIS OWN BOREDOM,
Örnek olarak, yeni ölmüş olan Walter Bedeker büyük bir yaşama arzusu olan bu adamcağız şeytan, kendi sıkıntısı ve Alacakaranlık Kuşağı'ndaki düzenin işleyişi tarafından mağlup edildi.
There's a fucking Eskimo sitting in his little igloo... who does not know that we go live in 22 hours.
Buz evinde yaşayan eskimo varsa 22 saat sonra canlı yayın yapacağımızdan haberi olsun.
There's a wonderful little diner round the corner from where I live and after dinner we could, uh, well perhaps...
Oturduğum yerde, köşede çok iyi ufak bir lokanta var akşam yemeğinden sonra, şey yapabiliriz belki...
First, breakfast at a little café, then we'll dance from one end of Paris to the other, opera at five, then the guards and the singing of the Marseillaise, off to Montmartre for the fireworks, then supper and champagne and, you know, live.
Önce bir kahvede kahvaltı, sonra Paris'in her yerinde dans edeceğiz, operaya gideceğiz, sonra Marseillaise marşı, sonra havai fişekler, sonra akşam yemeği, yaşayacağız işte.
I just wanted to give you a little something to live with for a while.
Sadece sana küçük bir şey vermek istedim. Bir süre birlikte yaşayacağın bir şey.
I'm going to give you something else to live with for a little bit.
Sana kısa bir süre birlikte yaşayabileceğin başka bir şey vereceğim.
I remember when you were a little girl. You said you wanted to live on the moon.
Sen küçük kızken ayda yaşamak istiyordun.
We live in a period which makes great demands upon us. Consequently, there is little time for what is commonly known as private life.
Özel hayat olarak bilinen şeye çok az vaktin olduğu bir dönemdeyiz.
A little time, he'll live.
Biraz daha zaman, yaşayacak.
Are you aware that Her Gracious Majesty is over there... overseas in the far-flung empire, helping to keep the world safe... slogging her pretty little guts out so as you can live in a democracy?
Majestelerinin denizaşırı imparatorluklarda dünyayı güvende tutabilmek adına sen demokrasi içinde yaşayabilesin diye o güzel canını dişine taktığının farkında mısın?
live and let live 37
live and learn 31
live aboard 36
a little bit more 67
a little bit 790
a little bit of everything 17
a little 1985
a little while ago 61
a little tired 30
a little later 32
live and learn 31
live aboard 36
a little bit more 67
a little bit 790
a little bit of everything 17
a little 1985
a little while ago 61
a little tired 30
a little later 32
a little further 29
a little late 32
a little respect 43
a little while 50
a little to the left 38
a little louder 24
a little something 31
a little less 24
a little help here 84
a little girl 107
a little late 32
a little respect 43
a little while 50
a little to the left 38
a little louder 24
a little something 31
a little less 24
a little help here 84
a little girl 107