There was tradutor Turco
112,448 parallel translation
For once, there was no traffic.
Hayret ki trafik yoktu.
So there was nothing premeditated?
Önceden planlanmış değildi yani?
Yeah, there was a... a gas leak in the building earlier.
Binada gaz sızıntısı varmış.
There was this one guy, Mike Dunne.
Mike Dunne diye bir adam vardı.
I'm telling you, Foerstel, there was nothing there.
Foerstel, orada hiçbir şey yoktu.
What my colleagues and I are here to determine is whether or not there was any quid pro quo involved between your trip to Turkey and your subsequent co-sponsorship of the military aid bill to that country.
MECLİS ETİK KOMİTESİ Meslektaşlarımla burada, Türkiye seyahatiniz ve yapılan askerî yardıma olan desteğiniz için bir karşılık alıp almadığınızı saptamak üzere toplandık.
I appreciate your candor, Congresswoman, so I can categorically deny that there was any connection between the two events.
Açık sözlülüğünüz için teşekkürler. Böylece iki olay arasında bir bağlantı olduğunu kesinlikle inkâr edebileceğim.
I took a trip and there was a bill.
Bir seyahate çıktım, bir faturası oldu.
There was just this sadness about him, you know?
Kederli bir tarafı var çocuğun.
You see, during the war, there was an understanding...
Savaş sırasında bir uzlaşma mevcutmuş.
There was nothing you could do.
Yapabileceğin bir şey yoktu.
When I was a little boy in Memphis, there was this record shop, Hoppy's.
Memphis'de ufak bir çocukken, bir kasetçi vardı, ismi Hoppy's idi.
But I think the real reason why he didn't ask me to speak was that he knew there was someone else who was much more deserving of this mic than me.
Aslında bugün burada konuşmamamı istemesinin asıl nedeni, bu mikrofonu alıp konuşmayı hakeden başka birinin olduğunu bilmesiydi.
There was a Van.
- Kamyonet gibi bir şey vardı.
But, yes, apparently there was some boning.
Ama, bir şey yapıldığı ortada.
There was also a boot print relating to a person unknown.
Ayrıca bilinmeyen bir kişiye ait bir bot izi de vardı.
There was nothing that connected the boot print to the personal items.
bot taban izini kişisel eşyalara bağlayan hiçbir kanıt yok.
'Tim was convinced there was a conspiracy to protect'a suspect in the offences Michael Farmer's been charged with.
'Tim, Michael Farmer'ın suçlanmasının...''sebebinin, bir başka şahsı korumak'için kurulmuş bir komplo olduğuna ikna olmuştu.'
'A few seconds later there was a second message.
'Birkaç saniye sonra ikinci bir mesaj gelmiş.'
Turns out that Tim was a bit of a security nut, so there was nothing backed up online either, according to his ISP.
İnternet sitesinin internet servis sağlayıcısına göre, Tim'in biraz da bir güvenlik manyağı olduğu ortaya çıktı.
There was an item of evidence, sir, KRG-13, the isolated blood spatter from Tim Ifield's flat.
KRG-13 no.lu delil ile ilgili, efendim. Tim Ifield'ın evindeki izole kan sıçraması.
There is a connection between MacLeish and Lozano. And this FBI Agent, Hannah Wells, was onto it.
MacLeish ve Lozano arasında bir bağlantı var ve FBI Ajanı Hannah Wells de bunun farkındaymış.
I was down there in North Dakota.
Kuzey Dakota'daydım.
There is a connection between MacLeish and Lozano. And this FBI agent, Hannah Wells, was on to it.
MacLeish ve Lozano arasında bir bağlantı var ve FBI Ajanı Hannah Wells de bunun farkındaymış.
I know that there has been a great deal of speculation with regards to an article that was published in this morning's New York Standard.
Biliyorum ki New York Standard'da yayımlanan bir haberle ilgili etrafta epey spekülasyon dolanıyor.
I was there, we don't need to do the play by play.
Oradaydım, oyun oyunu oynamamak zorunda değiliz.
It was right there in front of you, but you were too busy listening to the people in the other chair.
Gözünün önünde duruyordu ama sen diğer insanları dinlemekle meşguldün.
I was watching for a truck over there and... Weller was sitting right in that window with a... with a woman.
Şu tarafta kamyonda bekliyordum ve Weller tam şu camın yanında... bir kadınla oturuyordu.
It says that she was there... when Sandstorm infiltrated your group.
Sandstorm grubunuza sızdığında orada olduğunu söylüyor.
I stopped by your office and was surprised you weren't there.
Ofisine uğradım ve seni göremeyince şaşırdım.
The arrhythmia was caused by a minor septal defect, which means there's a very small hole between two of the heart's chambers.
Ritim bozukluğuna sebep olan şey, iki kalp odasının, arasındaki duvarda, meydana gelen küçük bir delik.
I didn't even know that was still there.
Hala orda olduğunu bile hatırlamıyordum.
Oh. I was thinking I was gonna spend most of my time there.
Vaktimin çoğunu orada geçiririm zannediyordum.
You know, uh, for a minute there, you actually convinced me that I was like you.
Biliyor musun? Bir dakikalığına, bile olsa senden hoşlandığıma beni ikna etmiştin.
My uncle used to work there as a bellman when it was segregated.
Ayrıştırıldığımız dönemde amcam orada hizmetli olarak çalışıyordu.
Oh. I was hoping you would be there.
Keşke evde olsan.
And I wish you were here. Or I wish I was there.
Burada olmanı isterdim, ya da ben orada olmak.
She was there with you?
Yanında mıydı?
I was there?
- Ben de mi oradaydım?
The good news is, we had our film crew there, which proves that Larry was not directly responsible for turning Roger Bentman into a stain on the sidewalk.
Şanslıyız ki dizi ekibimiz oradaydı ve bu Robert'in amele sümüğü gibi kaldırıma yapışmasının Larry ile alakası olmadığını kanıtlar.
I was wondering - - could there be another explanation, a simpler one?
Merak ediyordum - başka bir açıklama olabilir mi, daha basit bir açıklama?
We already know who was there.
Orada zaten kimin olduğunu biliyoruz.
And I called a taxi and I thought he was already there, but they normally send a text, so I realised that it couldn't be mine.
Ve bir taksi çağırdım ve taksinin geldiğini düşündüm, ancak normalde bir mesaj gönderiyorlardı, bu yüzden benim olamayacağının farkındaydım.
Just because the phone was there doesn't mean Farmer was.
Telefonun orada olması... Farmer'ın orada olduğu anlamına gelmiyor.
And was there any other evidence that you brought to the attention of the Senior Prosecutor?
Üst düzey savcının dikkatine... sunduğunuz başka kanıtlar vardı mı?
Is there any clues as to what Tim was doing getting Hana to come to his flat?
Tim'in Hana'yı evine gelmesini.... nasıl sağladığına dair ipucu var mı?
Although no more biological material was found at the site of Leonie Collersdale's body parts, there has been a significant new finding...
Leonie Collersdale'in cesedinin parçalarının bulunduğu yerde başka biyolojik... materyal bulunmamasına rağmen, önemli yeni bir bulgu var...
There's also the question of who was the source of AC-12's case against me.
Ayrıca AC-12'nin bana karşı açtığı... davanın kaynağının kim olduğu sorusu var.
And you were the only person who knew he was there, Mr Huntley.
Ve onun orada olduğunu bilen tek insan sensin, Mr Huntley.
Unless he was in there already.
Belki de saldırgan zaten daha önceden binadaydı.
Because I was there..... that night.
Çünkü ben o gece..... oradaydım.
there was this 68
there wasn't 74
there was a time 64
there was a problem 25
there was no other way 31
there was a boy 17
there was nothing 90
there wasn't time 38
there was a girl 56
there was an explosion 49
there wasn't 74
there was a time 64
there was a problem 25
there was no other way 31
there was a boy 17
there was nothing 90
there wasn't time 38
there was a girl 56
there was an explosion 49