There was a boy tradutor Turco
513 parallel translation
There was a boy for you at the door.
Kapıda seni bekleyen bir oğlan vardı.
There was a boy in our outfit.
Bizim ekipte bir çocuk vardı.
There was a boy with freckles and red hair... and I thought he was the beginning of the world... but he never paid me any mind.
Çilli ve kırmızı saçlı bir çocuk vardı... onun benim herşeyim olduğunu sanırdım ama o bana bakmazdı bile.
Once upon a time there was a boy and a girl attending university together
Biz zamana bir delikanlıyla bir kız yaşarmış. Üniversiteye birlikte gidiyorlarmış.
There was a boy.
Sadece bir çocuk vardı.
There was a boy, Nola took him with her.
Bir oğlan vardı. Nola onu beraberinde götürdü.
Well, maybe you don't know it, but the way I seen it, there was a boy driving'this truck.
Görmemiş olabilirsin, ama benim gördüğüm bu kamyoneti bir oğlan kullanıyordu.
There was a boy.
Bir oğlumuz vardı.
And from that seed there was a boy
Ve o tohumdan bir oğlan olmuş.
And from that man there was a seed, and from that seed there was a boy
Ve o erkekten bir tohum çıkmış, ve o tohumdan bir oğlan olmuş.
Now, there was a boy I might have married.
- Şu anda evli olabileceğim bir çocuk vardı.
There was a boy for whom the lines were paths along which letters moved by means of a motorbike the pen
Bir oğlan vardı... Satırları yol olarak görürdü. Her harf bir motorsiklet sürücüsüydü ve motorsiklet ise... kalemi.
There was a story told when I was a boy about the neamh-mhairbh. The revenants.
Ben küçükken anlatılan bir hikâye vardı ölümsüzler, namevtler hakkında.
It seems that once upon a time, there was a little boy... about your size, Timmy...
Bir zamanlar, küçük bir çocuk varmış senin boyunda Timmy...
I was told a ghastly story when I was a boy, and you were there when it was told.
Küçük bir çocukken korkunç bir hikaye anlatmışlardı, anlatılırken siz de oradaydınız.
Then there is a boy who was born some years later.
Ve bir de bir yıI sonra doğmuş bir oğlum var.
Um, in your story, there was something about a friend who was with the boy.
Haberinizde delikanlının arkadaşı olan biri daha vardı.
Been standing there since your pa was a boy a-plowing in the same field.
Babanın çocukluğunda bu tarlayı sürdüğü zamanlardan beri orda duruyor.
Well, once upon a time... there was a little boy who lived in a little town.
Pekala, bir varmış, bir yokmuş... küçük bir kasabada yaşayan küçük bir çocuk varmış.
It was a boy of blocks. There is something worse.
Aracı falan olarak çalışmış ama en kötüsü geliyor bir süre hapiste yatmış.
Some of them hinted that there was... a sort of relationship between the lady and the boy.
Bazıları çocukla hanımefendi arasında... bir tür ilişki olabileceğini ima eden haberler yazıyor.
There was a wild colonial boy
Bir zamanlar vahşi bir koloni çocuğu varmış
There was only one young'un- - a little boy babe. Not this time.
Bu sefer değil!
There was a floral tribute at the Daigle boy's funeral... sent by the children of the Fern School.
Okuldaki çocuklar Daigle'ların oğlunun cenazesine çiçek göndereceklermiş.
- Once upon a time, there was a poor little rich boy.
- Bir zamanlar, zavallı, zengin bir çocuk varmış.
As a boy, in boarding school, then, always at relatives here and there, because at home, an extra mouth to feed was a problem.
Özgür bıraktı. Sürekli yatılı okullarda okudum okuldan sonra da hep akrabalarımda kaldım çünkü evde kalmak, beslenecek ekstra bir insan demek olacaktı.
There was one predicted when I was a boy.
Ben çocukken bekleniyordu.
There was a girl not much older than that boy in there.
Bir kız vardı, oradaki çocuktan fazla büyük değildi.
When I was a boy, Son, there was always two kinds of girls. Us boys, we'd never even mention them in the same breath but every now and then one of us boys would sneak off with a girl and we'd get a little steam out of our system.
Erkeklerle aramızda bundan söz etmezdik ama herkes bazı kızlarla sadece yatılacağını bilirdi.
When I was a little boy there was a priest Father Wilkins.
Küçük bir çocukken Father Wilkins adında bir rahip vardı.
Once upon a time, there was a typical American girl who happened to bump into a typical red-blooded American boy.
Bir zamanlar tipik bir Amerikan kadını gücü kuvveti yerinde tipik bir Amerikan erkeği ile karşılaştı.
It's a pity, my dear boy, you didn't discover it was missing in the cases when we were standing there st, er, staring at each other.
Çok yazık, sevgili oğlum, Orada çantaların yanında durup birbirimizi süzerken kayıp olduğunu keşfetmemiştin.
And one time, in the bunch of us there was this boy who was 15 and he had killed his mother with a shotgun some years before.
Birisi, grubumuzdan biri 15 yaşındaydı 15 yaşında bir çocuk birkaç yıl önce annesini av tüfeğiyle vurarak öldürmüştü.
When I was a Boy Scout, I passed the first-aid test but there wasn't much in it about splinters.
İzciyken, ilk yardım dersinde birinci olmuştum. ... ama kıymık batmasını öğrenmemiştik.
Said there was a little boy, a pretty girl, a nigger and a Mississippi swamp rat.
Küçük bir çocuk, güzel bir kız, bir zenci ve Mississippili bir pislik.
- I was there when I was a boy.
- Küçükken gitmiştim.
So there was a drainpipe going down the wall, and the boy thought, "If I make it across and get hold of that, I'll be able to climb down."
Duvardan aşağı giden bir su borusu varmış, çocuk da eğer ona tutunabilirsem, aşağı inebilirim diye düşünmüş "
There was one on the farm there, when I worked as a boy.
Çocukken çalıştığım çiftlikte görmüştüm.
And from that boy there was a man
Ve o oğlandan bir adam olmuş.
Once there was a little boy who got lost.
Kaybolmuş küçük bir çocuk varmış.
I think he was once somebody's baby boy... and he had a mother and a father who loved him... and now there he is... half dead on a park bench... and where are his mother or his father... all his uncles now?
O bir zamanlar birisinin bebeğiydi... ve onu seven bir anne babası vardı... ve şimdi tam orada... parkta bir bankta yarı ölü halde... ve annesi, babası nerede... bütün amcaları?
I think he was once somebody's baby boy... and he had a mother and a father... who loved him... and now there he is... half dead on a park bench... and where are his mother or his father... all his uncles now?
Hep düşünürüm ki o da bir zamalar birisinin bebeğiydi. ve onun seven bir annesi... bir babası vardı... ve şimdi burada... yarı ölü halde bankın üzerinde... annesi ve babası nerede... ve bütün amcaları nerede şimdi?
He was once somebody's baby boy... and he had a mother and father who loved him... and now, there he is... half dead on a park bench.
Birzamanlar birinin bebeğiydi... ve onu seven bir annesi ve babası vardı... ve şimdi, işte burda... parkta bir bankta yarı ölü halde yatıyor.
There was a gardener boy at school who was known as the area's Casanova. We heard that he was about to seduce one of the kitchen maids.
Bölgenin Casanovası olarak bilinen okulun bahçivanı, genç bir çocuk vardı.
There was a white boy, captain.
Beyaz bir adam vardı yüzbaşı.
Massa, I swears there was a white boy in here stealing.
Sahip, yemin ederim beyaz bir adam burada yemek çalıyordu.
There was a model boy.
İşte örnek bir çocuk!
There was an interview last week with... a 14-year-old boy from Copenhagen... and it is very relevant to what we have been talking about.
Bu, Kopenhag'dan 14 yaşındaki bir erkek çocukla yapılan görüşme ve konuştuğumuz konuyu yakından ilgilendiriyor.
There was little reassurance or comfort here for a sensitive boy like Kepler.
Küçük hassas Kepler için burada pek fazla rahatlık yoktu.
There was a time, boy, when I searched for steel.
Çelik aradığım bir dönem oldu evlat.
- Boy, oh, boy, if there was ever a time...
- Vay canına. Zamanı olsaydı...
there was this 68
there was 570
there wasn't 74
there was a time 64
there was a problem 25
there was no other way 31
there was nothing 90
there wasn't time 38
there was a girl 56
there was one 46
there was 570
there wasn't 74
there was a time 64
there was a problem 25
there was no other way 31
there was nothing 90
there wasn't time 38
there was a girl 56
there was one 46