Mesele şu Çeviri Portekizce
1,268 parallel translation
Mesele şu ki, ben bir polis değilim ki bu sizi direk olarak Adalet Bakanlığı'na sevk edebilirim demek oluyor ve onlar da yasa gereği, siz avukatın kokusunu duyana kadar.. ... sizi ellerinde 6 ay tutabilirler.
O que se passa é que eu não sou polícia... o que significa que vos posso entregar directamente ao Departamento de Justiça... que, segundo o Acto Patriótico, vos podem deter até seis meses... antes de poderem cheirar um advogado.
Bak şimdi, mesele şu ki.
Isto é o que se passa.
Mesele şu, String, sokaklarda değiliz.
O problema, String, é que não estamos na rua.
Mesele şu, en azından yeni limanı gelecek yıl mutlaka hazırlatacağız ki bu da, yıl da bir kaç yüz gemi daha demek.
A questão é que talvez tenhamos o cais dos cereais de volta, no próximo ano, o que significa mais uns 200 navios por ano, pelo menos.
Mesele şu, bir yol yakaladık.
A questão é que encontrámos um padrão.
Mesele şu, şehrin hemen en güzel yerlerinde sizin adamlarınız var.
Mas a verdade é que estão numa das melhores zonas da cidade.
Mesele şu, elinizde güzel mal yok ama en güzel yerler sizde.
A questão é : vocês têm o melhor território e produto reles.
Mesele şu, çok acil olarak bir tane avukat tutmamız gerekiyor.
Acho que temos de arranjar um advogado criminal rapidamente.
- Fakat mesele şu ki, Jimmy içeride kalırsa ölür.
O Jimmy está a morrer por dentro.
Asıl mesele şu Teğmen...
A verdade, tenente, é que...
Mesele şu, bir kaç ay öncesinden kalan borçlarımı ödedim.
A verdade é que recebi um pagamento atrasado, de há cerca de um mês.
Mesele şu, sanırım siz ikiniz..... fazla duyulmadan minibüsü getirecek kadar güçlüsünüz.
A questão é que sei que têm poder suficiente para recuperar a carrinha sem grande alarido.
Mesele şu, senin teklifini kabul edersem, hiç bir şey olmayacak.
Mas não vai ser assim, se eu aceitar a tua proposta.
Yani Preston, mesele şu ki, sen inanılmaz salak bir adamsın. Aynen öyle.
Sabes, o teu problema, Preston, é seres incrivelmente estúpido.
Mesele şu ki, beş yüz yıl sonra... o insanların nereye kaybolduğunu hala bilmiyoruz.
A questão é que 500 anos mais tarde ainda não sabemos para onde foi essa gente.
Mesele şu ki, toplantıya hep şunlarla son verdiniz : "kolay dava, adil olalım, çirkinleşmeye gerek yok."
A questão é que na nossa reunião foi sempre muito certinha... vamos tentar ser transparentes, não usemos aspectos desagradáveis.
Mesele şu ki, Salı günü açık değiliz.
O único problema é que... não abrimos às terças-feiras.
Mesele şu ki, Swapmisha hamile bırakılan tek kişi değil.
A Swapmisha não foi a única que ficou grávida.
Mesele şu ; eski yaşamından kalan inançların yeni gerçeğinle uyuşmuyor.
A questão é que está a transpor atitudes de um tipo de vida anterior que já não se adequam à sua nova realidade.
Mesele şu ki, mesleğim risk değerlendirmek.
O problema é que o meu trabalho é avaliar risco.
Tanrı aşkına, mesele şu anda ne yaptığın.
É a experiência, por amor de Deus!
Herneyse, Mesele şu ki, bu tacı halkı demir yumrukla yönetmeyi öğrenene kadar takmayacaksın.
Prosseguindo, a questão é, que não a vais usar até aprenderes a governar com mão de ferro.
Bak, mesele şu bu haliyle kendine hiç benzemiyorsun.
Bem, observa... tu não te pareces contigo próprio com esse visual.
Mesele şu :
Eis o problema.
Mesele şu...
Eis a situação...
Mesele şu ki senin bu güzel yüzünü buralarda daha sık görmek isterdim.
A questão é, que eu adorava ver... a sua pequena estrutura óssea por aqui, mais vezes.
Mesele şu... Deniz camlarından bir balık servis tabağı yapmak istiyorum.
A ideia é, preciso de fazer um prato para peixe com estes vidros do mar.
Mesele şu ki, Dan, artık sen reklâm satışlarının başında değilsin.
O que se passa é o seguinte, Dan, Já não és o responsavel por esta área, agora é o Carter Duryea.
Mesele şu ki, sadece bir kanalı kesiyor.
Não é diferente de duas pessoas que não se amam casarem-se pelo green card.
Mesele şu ki ünvanı almak istiyorsan seni oraya çıkaracak kişi o olmayabilir.
A questão é que quando se quer chegar ao título talvez ele não seja a pessoa indicada para te levar até lá.
Mesele şu ki... Gerçekten inanmak isteyeceğim bir şey bulamıyorum.
O meu problema... é que não encontro nada em que queira mesmo acreditar.
Mesele şu Alan, Wayne'in gittiğini görmeye kararlı.
Em resumo, o Alan está apostado em ver o Wayne afastado.
Mesele şu : bu iş ölümcül mü?
A pergunta é : isto é mortal? Vamos tentar descobrir.
Mesele şu ki, bunu uzun mesafelerden yürütmeye çalışmak çok mantıklı olmayacak.
O pior é, que não fará sentido esta longa distância.
Mesele şu, Silver'ın anlattığı Linda'ya mı inanacağız yoksa eski kocası Vic'inkine mi?
A questão é, acreditas na versão do Silver acerca da Linda ou do ex-marido Vic?
Mesele şu ki, Patrick, içeri girip çıksalar da, uzasalar da, bu çok önemli, yapmadıkları bir şey var :
O facto, Patrick, é que... apesar de irem um pouco para dentro e para fora, apesar de se estenderem, o que eles não fazem...
Ancak mesele şu ki...
Mas a ideia...
Mesele şu... rahip ölüp gidecek.
A questão é... o diabo do pastor tem que morrer.
- Mesele şu, Jocko.
Sim. Aqui está, Jocko.
Mesele şu ki, Jonathan.
A questão é esta, Jonathan.
Mesele şu ki, Angie, birbirimiz için yaratıldığımızdan o kadar emindim ki...
O que se passe é, Angie, eu tinha tanta certeza que éramos perfeitos um para o outro...
Şu mesele.
Anda, senta-te.
Evet, şu mesele.
Ah, isso...
Oh, evet, şu mesele.
Pois... claro.
Mesele şu, ben bu pilice güvenmiyorum.
Eu não confio nela.
Edith'le şu mesele konusunda kafam karma karışık.
Esta história toda chateia-me, não sei que fazer com a Edith.
Mesele su yüzüne çıkıyor.
- Assim, o motivo emerge.
Şu anki mesele Saddam değil, şu anki mesele, insanların nasıl davranacaklarıdır.
O problema agora não é Saddam, mas sim o que acontecerá às pessoas.
Dünyanın bu bölümünde şu ana kadar onları aynı mesele olarak değerlendirmeyen biriyle tanışmadım.
Mas ainda estou para conhecer alguém esta parte do mundo que não os veja como o mesmo tema.
Buna göz yumuyordum... ama mesele, ben bir şey diyene dek... daha çok içmeye devam etmense, bir doktor olarak söylüyorum... keşke şu lanet içkiyi bıraksan artık.
Estou ignorando... mas se a ideia é deixá-la beber cada vez mais... até que eu diga algo, estou oficialmente dizendo... quero que pare de beber.
- Tamam. Şu J'yle başlayan mesele aramızda hep tuhaflık yaratıyor.
- Está bem... é sempre esquisito entre nós este tópico da letra "J".