Have to translate Turkish
695,817 parallel translation
I have to tell you, you were... You really scared me back there at the bar.
Sana şunu söylemeliyim ki o barın orada beni gerçekten korkuttun.
I don't wanna have to explain it to people.
Bunu insanlara açıklamak zorunda kalmak istemiyorum.
I have to go make a call.
Bir telefon açmak zorundayım.
I don't want anyone to have to suffer. So I'm gonna be straight with you.
Kimsenin acı çekmesini istemiyorum, bu yüzden sana karşı açık olacağım.
I have to get the okay from my employers.
Pekâlâ, işverenlerimden onay almak zorundayım.
Now I have to come up with a whole back story for you.
Şimdi senin için komple bir geçmiş hikâyesi bulmak zorundayım.
This doesn't have to be such a chore.
Bu iş bu kadar angarya olmak zorunda değil.
You don't have to let me know right now.
Bana hemen haber vermek zorunda değilsin.
I didn't want to before, but I have to tell him now, for his own safety.
Daha önce Reid'e inanmamıştım, ama şimdi kendi güvenliği için inanmalıyım.
We have to go to the courts.
Mahkemeye gitmeliyiz.
We have to be,'cause it's predator or prey.
Öyle olmalıyız çünkü avcı olamazsak av oluruz.
I have to be at the courthouse in one.
Birde mahkemede olmalıyım.
You have to make sure it stays safe.
Senin onu güvende tutman gerek.
You have to stop doing that, or your mother's not gonna let you keep visiting me.
Bunu yapmayı kesmen gerek yoksa annen beni ziyaret etmene bir daha izin vermez.
Just... We have to get out of here before the nurse comes back.
Hemşire gelmeden buradan çıkmalıyız.
We have to go.
Gitmemiz gerek.
Henry, you have to accept these things are not real.
Henry, bu şeylerin gerçek olmadığını artık kabullenmelisin.
You have to fight.
Savaşmalısın.
Then you know what you have to do.
O zaman ne yapman gerektiğini biliyorsun.
You just... have to believe in me.
Bana inanmalısın.
And that's why I have to do this.
Bu yüzden de yapmalıyım.
This is why I have to go, because you still believe this nonsense is true.
İşte bu yüzden gitmem lazım. Hâlâ bu saçmalığın gerçek olduğuna inanıyorsun.
Well, Belle's gonna have to wait.
Neyse, Belle'in beklemesi gerekecek.
You have to do whatever I say.
Ne söylersem yapmak zorundasın.
You don't have to kill him.
Onu öldürmek zorunda değilsin.
All you have to do now is put the heart down and let our boy finish his mission.
Tek yapman gereken şey, kalbi geri koyup bizim oğlanın işini bitirmesini beklemek.
You didn't have to do that.
Hiç gerek yoktu.
Well, first of all, you have to understand, I used to be really poor.
Öncelikle şunu anlamalısın eskiden gerçekten fakirdim.
You'll have to talk to a doctor.
Doktorla konuşmalısınız.
Well, I'll tell you, Cathy, I can't wait for you to hear what I have in store for us.
Sana şunu söyleyeyim Cathy, bizi gelecekte bekleyen şeyimi duyman için sabırsızlanıyorum.
Did the lawsuit... have anything to do with your relocation?
Açılan davanın yerinizi değiştirmenizle bir ilgisi var mı?
You don't think he could have something to do with this, do you?
Onun bununla bir ilgisi olabileceğini düşünmüyorsunuz, değil mi?
You won't happen to have his number handy, do you?
Dostum Hayward. Sizde onun cep telefonu numarası yoktur, değil mi?
Have you ever been to Atlantic City?
- Daha önce hiç Atlantic City'ye gittin mi?
You have no idea how much this means to me, Cassie.
Bunun benim için önemini tahmin edemezsin Cassie.
Were Reid and Diana scheduled to have a visit?
Reid ve Diana'nın planlı görüşmesi var mıydı?
She must have hid it before WITSEC had the chance to find it.
Tanık Koruma bulmadan önce silahı saklamış olmalı.
I guess we have 12 hours to make an airtight case for you to bring to them.
Sanırım 12 saat içinde onlara somut bir vaka sunmalıyız.
We have to deal with Cat Adams again?
Evet.
Emma and I have some business to discuss.
Emma ile biraz iş konuşacağız.
But now, thanks to you, I have a 14-year-old boy - who still believed in fairy tales.
Ama senin yüzünden hâlâ peri masallarına inanan 14 yaşında bir oğlum var.
I might have a theory where to look.
Nerede arayabileceğimize dair bir teorim var.
But this book... meant the world to her, and she really wanted you to have it.
Ama bu kitap onun için dünyalara bedeldi ve senin olmasını gerçekten istemişti.
We don't need her to have a happy life.
Mutlu bir hayat için ona ihtiyacımız yok.
And no matter what may have happened between us... she would always want to be a part of your life.
Ve aramızda ne yaşanmış olursa olsun hayatının bir parçası olmayı hep istedi.
Even if you take everything away from her, which I have, there's still that one last pesky speck of belief that just refuses to die out.
Elinden her şeyini almış bile olsam - ki aldım - hâlâ ufak bir inanç kırıntısı yaşamak için direniyor.
Well, it appears we have some ground to cover.
Yürüyecek epey yolumuz var belli.
Your magic will really allow us to have it all?
Büyülerin bize tüm bunları sağlar mı cidden?
I would have been okay to drive.
Kendim kullanabilirdim.
They have a spiciness scale from one to ten.
Birden ona kadar baharat derecesi var.
Bonnie, I'm sleeping on the couch, you have nothing to worry about.
Bonnie, kanepede uyuyacağım, endişelenmene gerek yok.
have to go 40
tomas 217
touche 95
toto 177
toes 106
to infinity and beyond 21
toma 39
tomo 54
today is my birthday 30
tone 191
tomas 217
touche 95
toto 177
toes 106
to infinity and beyond 21
toma 39
tomo 54
today is my birthday 30
tone 191