It was just like translate Turkish

It was just like one long flowing...

Sanki akıp giden tek bir...

It was just like the two-headed calf.

İki kafalı buzağı gibi.

It was just like I was fucking your sister or something.

Bir anda, sanki kız kardeşini sikmeye baslamıştım.

It was just like a Hugh Grant film.

Tıpkı bir Hugh Grant filmi gibiydi.

It was just like an aardvark.

- Burunları mı? - Karınca yiyenlerin burnuna benziyordu.

John Fogerty walked in, and it was just like...

.. adamların içeri girişini izledim. Ve dedim ki...

It was just like any other day and the phone rang. It was my grandmother and immediately my heart sunk because

Diğer günlerden bir farkı yoktu ve telefon çaldı arayan büyükannemdi ve kalbim durur gibi oldu.

It was just like he described it at the Irons house.

Tam da Irons'ların evinde anlattığı gibiydi.

It was love at first sight, just like when mom and dad got married.

İlk görüşte birbirimize aşık olduk aynen annem ve babam gibi.

Looks like it was just abandoned.

Sanki terk edileli çok olmamış.

It was probably just like a mistake in the reporting or something, babe.

Muhtemelen raporlarda bir yanlışlık falan olmuştur bebeğim.

She snuck in one night, wasted on Zima... and was all like, " I just lost it while we listened to'Kiss From a Rose.'"

Bir gece evden kaçtı, Zime içip kafayı bulmuştu "'Kiss From a Rose'u dinlerken bekaretimi kaybettim, " dedi.

- Yeah, but i just, like, i was thinking it could just, you know, just be us boys.

Ben düşünüyordum da biz sadece, anlarsın ya, erkek erkeğe gideriz demiştim.

- No, it just-it just looked like i was sobbing'cause it was raining.

Hayır ağlıyormuş gibi görünüyordum çünkü yağmur yağıyordu.

Just so tender and... it was like I was chewing avocado meat.

O kadar yumuşaktı ki avokado eti yiyor gibiydim.

It meant a lot to Christie and I was just trying to act like a good husband.

Christie için çok önemliydi ve iyi bir koca gibi davranmaya çalıştım.

And it was like just me being there made them happy.

Sanki orada bulunuşum onları mutlu ediyordu.

Part one of the two part plan was that I should just get on with ordinary life, living it day by day, like anyone else.

İki bölümlük planın birinci bölümü herkes gibi gün be gün yaşayarak... sıradan hayata devam etmem gerektiğiydi.

Well, I shot at targets a couple times, but... it was, well, it was boring. It's just like computer games.

Ben sadece birkaç kez atış poligonuna gittim ama çok sıkıcıydı, bilgisayar oyunlarına benziyordu.

Other than that, I did have sex out of wedlock one time, but it was different, it wasn't just sex, it was like...

Bunun dışında, ben, evlilik dışı bir kez seks yaptık ama bu sadece seks, sanki değildi, farklıydı...

I mean, it might have been buried under, like, a mountain of obscure'80s references and just, you know, a ton of other super inappropriate bullshit that I guess was intended as life lessons,

Yani, gömülü olabilir altında, gibi, karanlık 80'lerin referans bir dağ ve sadece, bilirsin, bir ton diğer süper uygunsuz saçmalık Sanırım hayat dersleri olarak düşünülmüştü, ama, yani, bize öğretmek yaptı

I was thinking of it more in terms of just, like, a Gertrude Steiny idea.

Ben daha çok Gertrude Stein tarzı düşünüyordum.

Okay, so it's like when the Manson family, before they committed any murders, and Squeaky Fromme was just like the Mary of Peter, Paul and Mary.

Manson Family cinayetlerine başlaman önceki gibi o zaman. Squeaky Fromme Peter, Paul and Mary'nin Mary'si gibiydi.

Just for a moment there, it was... Like everything was all right in the world again.

Burada bir anlığına her şey eskisi gibi dünya'da ki her şey düzgünmüş gibi göründü.

I was in my bed, and it was like a... just like a tornado came through the house.

Yatağımdaydım. Sanki... Evi bir fırtına vurmuş gibiydi.

And then he leans like this and just starts breathing into my ear like this a little bit, like just enough distance so you know that like, just enough distance so it's kind of like pushing, and then it was like boom, bam, boom...

Sonra da böyle yaslanıp, kulağıma doğru nefes vermeye başladı sanki birazcık mesafeyi koruyor gibiydi hani nasıl derler, yeterli mesafede kalıyordu, hani sanki itiyor gibiydi, sonra da şey gibi oldu : Tak tak tak...

Yeah, I just thought it was gonna be kind of like a bummer, like, trying to re-create college, but I was, like, texting with Kelly, and the more I thought about it,

Evet, sıkıcı olur diye düşünüyordum. Üniversite günlerini yad etmek falan. Ama Kelly ile mesajlaşıyordum, üzerinde düşündükçe ben Gitmezsem üzülürüm sanırım.

It was just, like, a really pathetic, gross thing to do.

Sadece, acınası, iğrenç bir şey yaptım.

- I guess I'm just so use to people telling me how to o things that I forgot what it was like to have someone trust in me.

Sanırım insanların bana neyi nasıl yapacağımı söylemelerine o kadar alışmışım ki bana güvenen birinin olması nasıl bir şey unutmuşum.

I don't know, I don't know. I mean, I looked at his accounts, and it looks like his holdings have been sold, and then everything was just dumped into tectonic pipelines.

Hesabına baktım, hisselerinin hepsi satılmış ve tektonik boruyollarına yatırılmış.

Maybe what happened to George was a one-in-a-million chance for someone like him, but it turns out he's just one of millions of kids this disease kills.

Hayır. George'un başına gelen onun gibi biri için büyük talihsizlikti belki...,... ama sonuçta bu hastalıktan ölen milyonlarca çocuktan biri işte.

It was just a series of limbs, like, more limbs than made sense and old person's skin and primal noises.

O kadar çok kol ve bacak vardı ki. Sanki, olması gereken fazlaydı. İhtiyarların derisini ve burunlarını görmeliydin.

We were having such a good time at Sound City, almost like it was a hang, and we just had to play.

Sound City'de muhteşem zaman.. .. geçiriyorduk, sanki takılıyormuş.. .. gibi, sadece çalmamız gerekiyordu.

It's a gritty place, but we were used to living on the edge, so it's just like - it was roomy.

- Zor bir yerdi ama biz uçlarda yaşamaya alışkındık, .. o yüzden bize çok ferah geliyordu.

A little happy accident or whatever, and it's like, everyone, "Oh, what was that that just happened?"

- Kazara bir şeyden sonra.. .. herkes birden.. " Oh, az önce yaptığın..

I thought it was just gonna be like your lecture in print, but you go so much deeper than that.

Sadece anlattıklarını yazıya döktüğünü sanıyordum ama sen çok daha derinlere inmişsin.

I woke up having a panic attack that I was just like Frank and Monica taking our money, except I wasn't even getting high with it.

Panik atak geçirerek uyandim. Frank ve Monica'nin yaptigi gibi paramiza çöktüm, tek farkim uyusturucu için almis olmamdi.

While I was putting it in the bowl, Tatiana just standing there, staring up at me, looking like she wanted something.

Kâseyi makinaya yerleştirirken Tatiana orada durmuş ve sanki bir şey isteyecekmiş gibi beni izliyordu.

Forbid, we hit 20,000 MAUs and then everyone was just like, "Oh, fuck, we did it."

Forbid, 20 bin AAK'yı buldu millet de "Oldu bu iş" kıvamına gelmeye başladı.

It's like once when I was in middle school, my mom and I saw one of my teachers at Kroger's and I was just like, "Mom, what is she doing here?"

Ortaokul zamanlarımda annenle birlikte Kroger'da bir öğretmenime rast gelmiştik ben de anneme "Ne arıyor bu burada?" demiştim.

You just go on living, like it was always that way.

Sanki hep böyleymişçesine yaşamaya devam edersin.

And it was just, I thought, like a good friendship letter.

Ben bunun güzel bir arkadaşlık mektubu olduğunu düşünmüştüm.

It was like for over an hour, just really contemplating, Like, what my next step should be.

Bir saati aşkın bir süre tamamen dalmış bir sonraki adımın ne olması gerektiğine dair kafa yoruyordum.

- I know that, for tom, it wasn't just about fidelity, Which, of course, was like number one.

Tom için bu yalnızca bir sadakat değildi ki kuşkusuz bir numarada bu gelirdi.

And, you know, again, It was kind of like just baby steps.

Yürümeye çalışan küçük bir bebeğin adımları gibiydi.

It was just like Shane didn't exist anymore.

Sanki Shane artık yok gibiydi.

And Shane's like, "it's okay, Martha. I'll just bring it." and she was like, " no.

Shane "Tamam Martha ben getiririm" dedi.

this crazy like mind thing that happened that was like... it was hard to focus on anything except just getting out of the conditions we were in and trying to just be warm again.

Ve bu çılgınca düşünce içinde bulunduğumuz durumdan kurtulup, tekrar ısınmak dışında hiçbir şeye odaklanamamanız gibidir.

The food was just putrid, like it had been there for months, but the coroner's report said that the bodies had been dead only seven days.

Yiyecekler sanki aylardır açıkta kalmış gibi çürümüşlerdi. Oysa adlî tıp bir hafta önce öldürüldüklerini belirtmişti.

It was making a running sound like even, even when it wasn't, just when it was not in use.

Kullanılmadığı halde sanki, çalışıyormuş gibi... - Tamam -... bir ses çıkartıyordu.

Just a few minutes ago when I was coming in it's like down where the creek is.

Birkaç dakika önce derenin yanından buraya çıkıyordum.