The truth was translate Turkish
3,236 parallel translation
The truth was absolute.
Gerçek, mutlaktır.
The truth is... The only time I remember being happy this last year was when I was with you.
Doğruyu söylemek gerekirse bu sene mutlu olduğumu hatırladığım tek gün seninle olduğum zamandı.
I was going to say tell the truth,'cause if I don't, I'm gonna feel guilty for the rest of my life.
Gerçeği söyleyeceğim, diyecektim. Çünkü söylemezsem, hayatım boyunca suçlu hissedeceğim.
If I told you the truth... You'd think I was crazy.
Size gerçeği söylersem deli olduğumu düşünürsünüz.
The truth is, I thought my arm was going to fall off.
Kollarım kopacakmış gibi hissediyorum.
- Yeah? The truth is, I was going to tell you after I made it to nationals...
Aslında bunu takıma katıldıktan sonra söyleyecektim.
The truth is, I was going to tell you after I made the Nationals...
Aslında sana bunu milli takıma girdikten sonra söyleyecektim ama.
Although, I know it was hard to say the truth.
Gerçekleri söylemenin zor olduğunu biliyorum.
You see, I was inexorably drawn back here in pursuit of the truth behind your daughter's recent welcome into the Grayson fold, which makes your appearance... How shall I say it?
Anlarsınız ya, kızınızın Grayson ailesine kabulünün ardındaki gerçeğin peşinden merhametsizce buraya sürüklendim ki bu durum da sizin geri dönüşünüzü, nasıl desem?
But the truth is, Ollie I'm not the same person I was five years ago either.
Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de beş yıl önceki gibi değilim, Ollie.
For ten years, you've been searching for the truth about what happened to her the night she was killed.
On yıldır onun öldüğü gece neler olduğuna dair gerçekleri arıyorsun.
I was a little sketchy, to tell you the truth.
Sana doğruyu söyleme konusunda biraz eksiklerim vardı.
From the beginning, my goal with this book was to tell the truth, and I haven't strayed from that.
En başından beri, bu kitapta amacım gerçeği söylemekti, yolumu kaybetmiş değilim.
All I did was tell the truth.
Yazdığım her şey gerçekti.
Ferren could be telling the truth, right? Maybe. Yeah, maybe he was just high or drunk.
- Ferren doğru söylüyor olabilir değil mi?
He's a Wendigo. Ferren was telling the truth.
Ferren doğruyu söylüyordu.
He's a killer. Ferren was telling the truth.
Ferren doğruyu söylüyordu.
My only plan for the Graysons was to scare them into telling me the truth.
Grayson'lar için tek planım onları korkutup doğruları söyletmekti.
Amanda Straugh was shot by one of the government's own people, and the White House is trying to cover it up, just like they are trying to cover up the truth about my husband and the USS Colorado.
Amanda Straugh hükümetin kendi adamlarından biri tarafından vuruldu ve Beyaz Saray da tıpkı kocam ve USS Colorado hakkındaki gerçekleri örtbas etmeye çalıştığı gibi bunu da örtbas etmeye çalışıyor.
Well, let's go and see if he was telling the truth.
Pekala, gidip bakalım acaba doğru mu söylemiş.
Okay, look, truth is, the past year I was bounty hunting for the militia.
Tamam, bak. İşin doğrusu geçen yıl milisler için ödül avcılığı yaptım.
I think he was telling the truth when he said he dialed the wrong number this morning.
Numarayı yanlış çevirdim derken bence doğruyu söylüyordu.
Are you saying that Edgar Knowles was telling the truth when he told you that he didn't build the bomb that exploded at Vanowen S.C.?
Yani Edgar Knowles Vanowen'ı patlatmadım derken doğruyu mu söylüyor diyorsun?
Hector was telling the truth.
Hector doğruyu söylüyordu.
Mrs. Sterling was telling you the truth, as least partly.
- Bayan Sterling, kısmen de olsa size doğruyu söyledi.
You don't have to believe me, but I promise you this... after I'm gone, you're going to wonder for the rest of your life if I was telling the truth. Yeah.
Bana inanmak zorunda değilsin ama sana söz veriyorum ben öldükten sonra hayatının geri kalanını benim doğruyu söyleyip söylemediğimi merak ederek geçireceksin.
This was once the town of Set Ma'at, "the Place of Truth".
Bir zamanların Set Ma'at şehri. "Hakikat Meydanı"
Well, if Dave is telling the truth, the shooter was in that building.
Eğer Dave doğruyu söylüyorsa, ateş eden o binadan biri olmalı.
It was a way to hear the truth.
Gerçeği duyurmanın bir yoluydu.
He was my little brother, but I always looked up to him, and I know that he would be proud of me, just like I hope you are when you know the truth.
Kardeşim olduğu halde onu örnek alırdım. Benimle gurur duyacağını biliyorum. Gerçeği öğrendiğinizde umarım siz de benimle gurur duyarsınız.
She was telling the truth.
Aslında doğruyu söylüyordu.
She was telling the truth?
Aile mi? O doğruyu mu söylüyormuş?
She was telling the truth.
O doğruyu söylüyormuş.
Um... The truth is I was calling my boyfriend and I accidentally dialed the wrong number
Şey, aslında işin doğrusu erkek arkadaşımı arayacaktım kazayla yanlış numarayı çevirdim.
That was just a pompous excuse, it wasn't the truth.
Bu çok büyük ve etkili bir mazeret. Ama doğru değil.
Your sin was intended to cause confusion by saying a wrong thing as the right thing, and pretending to say some truth!
Yalan konuşmak ve doğruyu saptırma günahlarınızdan karışıklıklar çıkardınız.
Just because someone had another as a father, just because he was born as a nobleman, and in truth, that's the only thing he has ; instead of someone like that... Someone who knows how to treat others well should be one.
Nüfuzlu babası olan, soylu aileden olan ama başka bir şeye sahip olmayan birinden ziyade insanlara nasıl davranacağını bilen biri olmalı.
Just as I thought the truth behind my death... was not the Magistrate's mother.
Ölümüm hakkındaki gerçek yargıcın annesiyle ilgili değilmiş.
She came because she wanted to know the truth behind her death. She wanted to know who she was.
Ölümü hakkındaki gerçeği aslen kim olduğunu öğrenmekti amacı.
The truth is... I was a little angry because of you.
Açıkçası sizin yüzünüzden biraz sinirliyim.
The truth is... my mother passed away when I was young.
Dürüst olmak gerekirse, annemi çok küçükken kaybettim.
It was thought... that a slave only spoke the truth, if one of them pulled with violence.
İşkenceye maruz kaldığında bir kölenin, sadece gerçeği söyleneceğine inanıyorlardı.
Krishna followed his love, Priya, to Singapore... where he learnt the shocking truth that... his father Dr. Rohit Mehra was alive.
Krishna aşkı Priya'yı izler, Singapur'a. Ki, şok edici gerçeği, babası Doktor Rohit Mehra'nın hayatta olduğunu öğreneceği yere.
The truth is, I'm still just that little boy from Wales who wanted to sing, though I was persuaded to get a new haircut, buy some new clothes, and, oh, yeah, make one other small change.
Gerçek şu ki, ben hala şarkı söylemek isteyen Wales'lı bir çocuğum, sadece yeni bir saç kesim şeklim var, yeni birkaç kıyafet aldım, ve bu arada, ufak bir değişiklik yapmış halde.
Tell me the truth. You told me it was gonna be artistic, some simple love scene.
Bana sanatsal, bazı basit aşk sahneleri olacağını söylemiştin.
His uniform hid the truth, that he was a penniless young man, with only that grand vision of himself.
Üniforması gerçeği, büyük vizyonu hariç bir şeyi olmayan çulsuz bir delikanlı olduğunu gizliyordu.
That was the night he finally told me the truth.
Bu sonunda bana gerçeği söylediği geceydi.
Of course, when I started out, I thought that within maybe five years the theories that I was working on were going to be tested and I was going to know the experimental truth and move on to the next round of ideas after that.
Tabii ki, başlarda belki beş sene içerisinde üzerinde çalıştığım teorilerin test edileceğini, deneysel gerçeği bulacağımı ve sonraki fikir aşamasına geçebileceğimi düşünüyordum.
I thought if he came in voluntarily to where I was that no-one could ever say with any truth that I had sabotaged the man, that I had waylaid him or any of those things.
O nehri geçmeyecektim. Ama eğer o, benim bulunduğum yere gelirse kimse benim yolunu kestiğimi ona saldırdığımı falan öne süremezdi.
Which means Jake was telling the truth the whole time!
Bu da Jake'in doğruyu söylediği anlamına geliyor.
And what did it mean now that the truth about Lance was known?
Ve artık Lance'le ilgili gerçek öğrenildiğine göre, ne anlama geliyordu?
the truth is out there 16
the truth will set you free 17
the truth 1031
the truth hurts 29
the truth is 1715
the truth will come out 23
the truth of the matter is 23
the truth is that 24
the truth about what 27
washington 356
the truth will set you free 17
the truth 1031
the truth hurts 29
the truth is 1715
the truth will come out 23
the truth of the matter is 23
the truth is that 24
the truth about what 27
washington 356
wash 146
wasabi 19
waste 32
wassup 84
wasted 66
washing 40
washed 38
wasting 28
washington post 22
washington d 17
wasabi 19
waste 32
wassup 84
wasted 66
washing 40
washed 38
wasting 28
washington post 22
washington d 17
wasn't 66
wash your face 20
wash your hands 85
wasn't me 102
wash me 17
was it 1813
wasn't it 2231
was it worth it 132
was it something i said 48
was it me 31
wash your face 20
wash your hands 85
wasn't me 102
wash me 17
was it 1813
wasn't it 2231
was it worth it 132
was it something i said 48
was it me 31
was it nice 29
wash up 37
wash it 28
was it fun 48
was it good 112
was it you 219
was that really necessary 35
wasn't i 199
was it a 18
wasn't there 90
wash up 37
wash it 28
was it fun 48
was it good 112
was it you 219
was that really necessary 35
wasn't i 199
was it a 18
wasn't there 90