We have a deal translate Turkish
1,595 parallel translation
- Do we have a deal?
- Anlaştık mı?
So, we have a deal?
- Yani anlaştık mı?
You've got until 4pm to confirm that we have a deal.
Anlaşmayı onaylamak için saat 4'e kadar vaktiniz var.
- We have a deal.
- Anlaştık.
- So do we have a deal?
- Anlaştık mı?
Now, do we have a deal?
Şimdi, bir anlaşmaya vardık mı?
We have a deal.
Bir anlaşmaya vardık.
Do we have a deal?
Anlaştık mı?
Do we have a deal then, Colonel?
Anlaştık mı Albay?
We have a deal, right?
Anlaşma yaptık, değil mi?
So, do we have a deal?
Ne diyorsun, anlaştık mı?
If we have a deal for your services, we must move forward rapidly.
Eğer hizmet talebimizi kabul ediyorsan derhal ilerlemeliyiz.
Right now, the big question is do we have a deal?
Şu anda önemli soru şu : Anlaştık mı?
We have a deal then?
O zaman, anlaştık yani?
So, do we have a deal or what?
Anlaştık mı?
I know we have a deal.
Bir anlaşmamız olduğunu biliyorum.
Okay, so we have a deal?
Peki, anlaştık mı o zaman?
I take it we have a deal.
Ben sözleşmeli bir personelim.
So we have a deal.
Anlaştık öyleyse.
So do we have a deal or what?
Anlaştık mı anlaşmadık mı?
All right, we have a deal.
Pekâlâ, anlaştık.
So... we have a deal?
Söyle anlaştık mı?
Do we have a deal or not?
Anlaştık mı, anlaşmadı mı?
So, we have a deal?
Anlaştık mı?
So... Do we have a deal?
Pekala.. anlaştık mı?
We have a deal.
Bir anlaşmamız var.
I'll have you know, we have a team of lawyers on retainer just to deal with people like you.
Bilmenizde yarar var, sırf sizin gibi insanlarla uğraşmak için bir avukat takımımız var.
- We had a deal! - And now we have a new one.
Şimdi de yeni bir anlaşmam var.
We think that she would have been a good deal happier, and we certainly would have been a good deal happier, if she had married you instead.
Bizce sizinle evlenseydi o da ve kesinlikle biz de çok daha mutlu olurduk.
I figure somebody like you, well we could make a lot of money, you won't have to deal with that piece of shit ever again.
Senin gibi birisi, çok para kazanabiliriz, o herifle bir daha anlaşma yapmak zorunda kalmazsın.
And this really isn't a big deal, but I do have this long-distance relationship, so we couldn't get intimate on the dance floor or anything...
Ve o kadar mühim bir olay değil ama uzak mesafeli bir ilişkim var. Bu yüzden dans pistinde yada başka şeylerde o kadar yakınlaşamayız.
... with every death reported we have to deal with a public-opinion trajectory that slides rapidly from supportive to negative to downright hostile.
... açıklanan her ölümde halkın destekleyicilikten düpedüz düşmanca bir olumsuzluğa dönüşerek hızlıca değişen görüşleriyle de baş etmek zorundayız.
Because it shows, that there is not only a clear distinction between them and us, but also that we have achieved a great deal in our work. "
Çünkü bu, düşman ile aramıza sadece bariz bir hat çekmekle kalmayıp emeğimizin üstün başarılar getirmiş olduğu anlamına gelir. "
We did have a deal. Now it's over.
Bir anlaşmamız vardı, artık yok.
Well, then maybe we don't have a deal anymore, commissioner.
Öyleyse belki de artık bir anlaşmamız yok demektir, Komiser.
Plus, we have a little Replicator problem, so we're gonna jump into hyperspace to avoid the bad guys while we deal with it.
Ayrıca ufak bir Kopyacı sorunumuz var, yani hiperuzaya sıçrayıp bu sorunla uğraşırken kötü adamlardan kaçmış olacağız.
We, with the Underground, have a good deal of money, and contacts.
Biz, yeraltı örgütü ile para ve irtibat konusunda iyi bir antlaşma yaptık.
Ed. We have to deal with this as a family.
Bunu aile olarak, hep beraber yapmak zorundayız.
We have agreed upon a financial deal.
Onlarla mali konularda anlaşma sağladık.
It's a good deal and we're lucky to have it.
İyi bir anlaşma ve buna sahip olduğumuz için şanslıyız
And I didn't wanna believe Tony Almeida was a terrorist. At some point, we have to deal with facts, not what we want to believe is true.
Evet ve ben de Tony Almeida'nın terörist olduğuna inanmak istemiyorum ama bir noktada inanmak istediklerimizin doğruluğuyla değil, gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor.
We agreed to meet here and have this kind of situation, which is a transactional situation like the one you deal with all the time in your business, right?
Yani iş hayatında yaptığın buluşmalardan birisiymiş gibi, bunun da bir iş olduğunu düşünerek burada buluştuk, değil mi?
We'll have a little whirl, a deal from ya, yeah?
Biraz başımız dönüyor, bir şeyler ayarlayabilir miyiz, ha?
- The big deal is that we were supposed to have a date night and you took me to this concert, which is cool but then we get there and it's like I don't even exist.
- Sorun şu ki beraber bir gece geçirecektik ve beni konsere götürdün, ki sorun değil ama oradayken yokmuşum gibi davrandın.
I assume we still have a deal.
Hala bir anlaşmamız olduğunu sanıyorum.
We have a great deal in common, you know.
Seninle çok ortak noktamız var.
We have a great deal to discuss.
Tartışacak çok şeyimiz var.
We have a situation that we need to deal with.
Başa çıkmamız gereken bir sorunumuz var.
We just can't have a cat, it's no big deal
Kedimizin olmaması o kadar da önemli değil.
Well, if he makes a visit down here, we're gonna have to deal with it.
Eğer buraya bizi ziyarete gelirse bununla nasıl başedeceğiz?
Well, at least Gloria had the good taste to have a paralyzing stroke so we don't have to deal with her.
Gloria, en azından felç geçirme nezaketini göstermişti de onunla uğraşmak zorunda kalmamıştık.
we have to go 1146
we haven't 212
we have 1448
we have to talk 296
we haven't met yet 21
we have a lot of work to do 49
we have a lot in common 51
we have it 62
we have a situation 159
we have a problem 623
we haven't 212
we have 1448
we have to talk 296
we haven't met yet 21
we have a lot of work to do 49
we have a lot in common 51
we have it 62
we have a situation 159
we have a problem 623