English phrases | Russian phrases | Turkish phrases
Translate.vc / English → Turkish / [ H ] / Hours to live

Hours to live translate Turkish

132 parallel translation
If I only got three hours to live,
Yaşayacak sadece üç saatim kalsaydı,
He has three hours to live.
Yaşayacak 3 saati kaldı.
Three hours to live.
Yaşanacak 3 saat.
- I've only got three hours to live.
- Ama çıkarmalısın, yaşayacak sadece 3 saatim kaldı.
I'VE ONLY GOT 24 HOURS TO LIVE ;
doktorlar 24 saatlik ömrüm olduğunu söyledi ;
-... you have 24 hours to live.
-... yaşamak için 24 saatiniz var.
You still got hours to live.
Daha yaşayacak saatlerin var.
And like Icarus, the rocket foolishly soared too high and lost control of its servo-guidance mechanism leaving us with some six hours to live.
Ve Icarus gibi roket aptalca fazla yükseğe çıktı ve kendi kontrol mekanizmasını kaybederek bize yaşamak için yaklaşık altı saat bıraktı.
You've got less than ten hours to live.
10 saatten daha az ömrün kaldı.
I only got 24 hours to live and I ain't gonna waste it here.
Yaşamak için sadece 24 saatim var ve onu burada harcamayacağım.
I only got 24 hours to live and I ain't gonna waste it here.
Manny! Yaşamak için sadece 24 saatim var ve onu burada harcamayacağım.
A scrambled voice telling him he had 24 hours to live.
Şifrelenmiş bir ses 24 saat ömrü kaldığını söylemiş.
- This man may die ; he may only have a few hours to live.
- Adam ölmek üzere. Sadece bir kaç saat daha yaşayacak.
I have 72 hours to live.
72 saatim kaldı.
Let's just say that you've been told you have 72 hours to live.
Diyelim ki 72 saatlik ömrün kaldığını söylediler.
Three hours from now, the door to this house will open. Unfortunately, you only have two hours to live.
Üç saat sonra bu evin kapıları açılacak... ne yazık ki sadece iki saat yaşayacaksınız.
This girl may only have 36 hours to live.
Bu kızın sadece 36 saatlik bir hayatı kalmış olabilir.
I got a program called Deadbolt Defense and a girl with only a couple of hours to live,
Bilgisayara yüklü "Deadbolt Defense" denen bir güvenlik programı ve yaşayacak birkaç saati kalmış bir kız var elimde.
So, you're here to tell me I have just a few hours to live?
Yani birkaç saatlik ömrüm mü kaldı?
When his sputum becomes bloody, he'll only have a few hours to live.
Kanlı balgam çıkarmaya başlayınca, birkaç saat hayatta kalabilir.
You have three hours left to live.
Üç saatlik ömrünüz kaldı.
I had to be old to realize one could live on four hours of sleep a night.
Dört saatlik bir uykuyla yaşanabileceğini anlamak için yaşlanmam gerekti.
Mrs. Rowlins waited out the long, tense hours... while her husband fought to live.
Kocası saatlerce yaşam mücadelesi verirken eşi de dışarıda saatlerdir onu bekliyordu.
- He has few hours left to live.
- Bir kaç saat ömrü kaldı.
I'd say she's got a half hour to live and it's three hours to the nearest serious hospital.
Kızın en fazla yarım saati var ama en yakın hastane üç saat uzakta.
I'd go... I don't know, somewhere else... live close to nature breast-feed my kid every two hours.
Giderdim nereye olursa olsun doğaya yakın bir yerlere, iki saatte bir bebeğimi emzirirdim.
In med school we learned to live on three hours a night and cat naps.
Tıp okurken üç saatlik uykuyla yaşamayı öğrendik.
And I get to live with myself 24 hours a day.
Ve ben 24 saat kendimi yaşarsınız.
To be frank, I don't spend my idle hours imagining how you live.
Frasier, açık konuşmak gerekirse boş zamanımı senin nasıl yaşadığını düşünerek geçirmiyorum.
I have lived through so much in the last four hours. I have thought so much. I think I could compose a treatise for posterity on how one ought to live.
Son birkaç saat içinde öyle şeyler yaşadım ve düşündüm ki sanırım, yaşama sanatı üzerine bir kitap yazabilirim.
It's day and night, 24 hours. " " My husband, Kenny, works nights, my in-laws live in Alaska and my parents haven't spoken to me since I married Kenny. "
"Kocam Kenny gece çalışıyor, annesi babası Alaska'da yaşıyor, benimkilerse Kenny ile evlendim diye benimle konuşmuyor."
I'll give you twenty-four hours to ponder which of you will die and which of you will live to mourn the dead.
Size 24 saat veriyorum. Öleceklerin ölümü düşünmesi, kalanların da öleceklere yas tutması için.
AN ENTIRE HUMAN LIFE RECORDED ON AN INTRICATE NETWORK OF HIDDEN CAMERAS AND BROADCAST LIVE AND UNEDITED 24 HOURS A DAY, 7 DAYS A WEEK TO AN AUDIENCE AROUND THE GLOBE.
[Tüm insan hayatı... ] [ binlerce gizli kameradan oluşan bir ağla kaydedildi ] [ ve hergün 24 saat, haftada 7 gün ] [ canlı ve montajsız olarak Dünyanın her yerindeki izleyicilere ulaştırıldı]
Yeah, nothing besides letting you live inside my body while I risked my life to steal back your shapely corpse all the while having to endure Gabrielle whining and crying 24 hours a day about "How much she misses Xena!".
Evet, endamlı cesedini geri çalmak için hayatımı riske ederken vücudumun içinde yaşamana izin vermemden... ve bütün bunlar olurken Gabrielle'in Zeyna'yı ne kadar özlediğiyle ilgili sızlanmasına ve günde 24 saat ağlamasına katlanmaktan başka hiçbir şey.
I'm here so Chinese immigrants don't have to live 30 a room... work 20 hours a day makin'close to slave wages.
Buradayım, zira Çinli göçmenler otuz kişi bir odada yaşıyorlar. Ve günde yirmi saat köleler gibi çalıştırılıyorlar.
For the next two hours this network will be presenting the first feature-length story to be broadcast live on CBS in 39 years.
Önümüzdeki iki saat boyunca... 39 yıllık tarihinde ilk defa olarak kanalımız CBS... bir filmi canlı olarak yayımlayacak.
We work for hours, late into the night, we're exploited, we want to eat, live a more decent life.
Sizin rolünüz biraz garip. Cidden her dediğimizi,... görüntülediğiniz her şeyi yayınlıyor musunuz? İnsanlar bu filmi görecek mi?
But if you live in a small town and you work long hours, you're just not gonna get the chance to meet them all.
Fakat eğer küçük şehirde oturuyorsanız ve çok çalışıyorsanız onlarla tanışma şansınız olmayacaktır.
I tend to live off-hours.
Genelde farklı saatlerde ayakta olurum.
24 hours a day, I live with this aching possibility that you might call me to do something.
24 saat boyunca beni arayabileceğin olasılığıyla yaşıyorum.
John keeps regular office hours... in the Mathematics Department. John and Alicia Nash live in Princeton, NJ. He still walks to campus every day.
John Matematik Bölümünde düzenli olarak öğrencilerle görüşüyor.
We don't believe the tests, so we figure you have about 24 hours left to live.
Tahlillere inanmıyoruz, bu yüzden 24 saat ömrünüzün kaldığını sanıyoruz.
She's got four hours left to live.
Kızın dört saati kaldı.
This Somerset place where they live is some small freak-ass town three hours north, so we have to get on the road now to make it on time.
Somerset kuzeyde, üç saatlik mesafede küçük bir kasaba... ve zamanında orada olabilmemiz için hemen yola çıkmalıyız.
And now, for the most important person in this room... does anybody have 24 hours... or a sincere desire to live?
Ve şimdi, bu salondaki en önemli kişi 24 saattir kullanmayan... ya da yaşamaya isteği olan var mı?
And now you want to leave your kids with some non-English speaking nanny... for a hundred hours a week so you can live out your ER fantasy life?
Ve şimdi de, sen "ER" dizisi fantazini yaşayabil diye çocukları haftada 100 saat İngilizce bilmeyen bir dadıya mı bırakmak istiyorsun?
- And now under Capitalism, I drive a cab, I live in small apartment, I work 25 hours a day to have nothing...
- Ve şimdi Kapitalizm altında, taksi sürüyorum, küçük bir evde yaşıyorum, hiç bir şey için günde 25 saat çalışıyorum...
I hate my life. I work 90 hours a week... and it costs so much to live in New York...
Haftada 90 saat çalışıp New York'ta kirayı ucu ucuna yetiştiriyorum.
We've got a woman who's only got a few hours left to live, an incomplete profile, and a unit chief on the verge of a nervous breakdown.
Elimizde sadece bir kaç saatlik hayatı kalmış bir kadın var, ve tamamlanmamış bir profil, bölüm şefi ise sinir krizinin eşiğinde.
Well, in my defense, he's going to live at least another 12 hours and the bakery closes at five.
Savunma olarak, onun en az 12 saat daha yaşayacağını ve fırının saat beşte kapanacağını söyleyebilirim.
It was strange telling him he may only have weeks to live when a few hours ago, we all thought he was fine.
Birkaç dakika önce sağlam olduğunu sandığımızı düşününce, yaşayacak birkaç haftası kaldığını söylemek çok garip olacaktı.

© 2017 - 2024 Translate.vc | [email protected]