So little time translate Turkish
877 parallel translation
She has so little time.
O kadar az vakti kaldı ki!
There's so much to do and so little time to do it.
Yapılacak çok şey var ve vaktimiz kısıtlı.
Now there's so little time left and I don't know what to do.
Şimdi çok az zaman kaldı ve ben ne yapacağımı bilmiyorum...
We have so little time.
Çok az zamanımız kaldı.
It's just that there's so little time left.
Sadece çok az zaman kaldı.
I want to see you. So little time, so much to say.
O kadar az zamanımız, o kadar çok sözümüz var ki.
With so little time remaining to complete my story, it is difficult to choose where to begin it.
Hikayemi tamamlamak için kalan zamanın azlığını da dikkate alırsak nereden başlayacağıma karar vermek gerçekten zor.
I couldn't ; you gave me so little time.
Getiremedim sevgilim, çünkü bana çok az zaman verdin, eve gidemedim.
We have so little time together.
Çok az vaktimiz oluyor.
- You've had so little time with the lad.
- delikanlı için çok kısa bir süre oldu bu.
I know I've been wrong all my life, and there's so little time...
Şimdi biliyorum ki bütün hayatım boyunca boş yaşamışım ve çok az vaktim kaldı...
We've so little time.
Çok az zamanımız var.
Of course, you had so little time.
Tabii, hiç vaktiniz olmadı.
But, Joseph, we have so little time, and Monsieur Trane knows our plans.
Ama Joseph, çok az zamanımız var ve Bay Trane planımızı biliyor.
- We have so little time.
- Çok az zamanımız var.
We have so little time.
Vaktimiz çok az.
We have so little time in our brief mortal span.
Şu fani dünyada çok az zamanımın var.
You had so little time.
Çok az vaktiniz vardı.
Sorry to disturb you, but there's so much to do and so little time.
Rahatsız ettiğim için üzgünüm ama yapacak çok şey ve az zaman var.
- But there's so little time!
- Ama zamanımız çok az!
But alas, we have so little time together.
Maalesef çok az zamanımız var.
There's so little time.
Vakit çok dar, biliyorum.
But lately, with so little time left, my sense of values seem to have changed.
Ama şimdi bu kadar az zamanımız kalınca benim değer yargılarımda da değişiklik oldu.
We've so little time
Az bir vaktimiz var.
There's so much to discuss, so little time.
Konuşacak çok şey var. Ve zaman çok kısıtlı.
Calm down, we have so little time left :
Sakinleş biraz, çok az zamanımız var.
I'll be leaving the country in a little while so I want to see you just one more time. "
Kısa bir süre sonra ülkeden gideceğim ve seni son bir kez görmek istiyorum. "
There was so little time to prepare,
Bir yabancı olmanıza karşın şimdiden yeterince şey yaptınız bile bay Beaumont.
And then I had a little time, so I went to Budapest.
Sonra biraz vakit buldum. Ben de Budapeşte'ye gittim.
I have so little free time, Aage, that to spend it sleeping seems a waste.
Çok az boş vaktim var, Aage. Onu da uyuyarak harcamak istemiyorum.
You must have had yourself a time with that little screwball, Christopher. If you don't mind, Mrs. DeWitt, I'd rather not talk about that. I thought so.
Ve Remsensler, söylenene göre Adolf Hitler'in Berlin'deki evinde 1 hafta kalmışlardı.
Just this once more.Just this little carpet so as to get to Bagdad in time.
Son bir kez daha. Bu küçük halı Bağdat'a zamanında varsın yeter.
I shall be most happy to perform the ceremony for you. But we have so little time.
O kadar az vaktimiz var ki!
We knew so little except that you were having a hard time.
Zor zamanlar geçirdiğinin haricinde o kadar az şey biliyoruz ki.
Now that everything is going so right... before something goes wrong, you ought to take a little time off.
Her şey yoluna girdiğine göre... bir sorun çıkmadan, biraz ara vermelisiniz.
This'll be the first time I've killed anyone I knew so little and liked so well.
İlk kez bu kadar az tanıdığım ve çok hoşlandığım birini öldürüyor olacağım.
So I go up to Little Fawn Lake... thinking all the time I don't like this case any more... and what I like least about it is Adrienne Fromsett.
Böylece Little Fawn gölüne gittim... Aklımdan sürekli, artık bu davadan hoşlanmadığım düşüncesi geçiyordu. En az hoşuma giden kısmı da, Adrienne Fromsett'ti.
Well, we've run so many records today... four or five of them... and I'd like to take a little time to go over them... and compare one record with another and the reactions.
Şey, bugün pek çok kayıt yaptık, dört ya da beş tane... onları incelemek için biraz süre kullanmak ve bir kaydı ötekiyle ve tepkileri karşılaştırmak istiyorum.
I have so much to tell you, perhaps very little time. Will I ever send it?
Size söyleyecek çok şeyim muhtemelen de çok az vaktim var.
I hope you will forgive my speaking to you on a personal matter, but it worries me that Henry should spend so much time on his hobby that he has little left for any more useful activity.
Sizinle böyle kişisel bir konuyu konuşmamı mazur görürsünüz umarım. Ancak, Henry'nin hobisine bu kadar çok zaman ayırarak diğer faydalı etkinliklere hiç vaktinin kalmaması bana endişe veriyor.
- There's so very little time.
- Çok az vakit var.
You've had a rough patrol and need a little time to unwind so we are recommending you be sent back to the States.
Zor bir görev başardınız, biraz dinlenmeye ihtiyacınız vardır o yüzden, ABD'ye gönderilmenizi talep edeceğim.
Not that we're so very bad to look at, but it takes a little time to get used to us.
Yüzümüz bakılmayacak gibi değil ama, bize alışmak biraz zaman alıyor.
We'll spend a little at a time so as not to start talk.
Azar azar harcayalım ki dedikodu başlamasın.
He's staying with some other people so we could have a little time by ourselves.
Başka insanların yanında kalıyor, böylece bir süre yalnız kalabiliyoruz.
I have very little time, so please listen closely.
Çok az vaktim var o yüzden beni dinleyin.
Now I believe it is time for another of those splendid little commercial messages which my uncouth brother detests so, but which I like very much.
Şimdi sanırım şu küçük muhteşem reklam mesajlarından bir başkasının zamanı, benim görgüsüz kardeşim bunlardan iğrense de ben onları çok seviyorum.
So you see, you have precious little time to finish him off.
Yani, işi bitirmek için çok az zamanın kalıyor.
- I don't know. But it's so important, and I need a little time.
Bilmiyorum, ama bu çok önemli ve zamana ihtiyacım var.
And so little time to be grateful.
Ve tabii çok da az zaman.
But we've got a little time ; not much, but a little, so relax.
Fazla vaktimiz yok ama rahat ol.
so little 22
time 2517
times 1964
timer 243
timers 88
times square 22
time to die 52
time to go home 94
time flies 78
time to wake up 54
time 2517
times 1964
timer 243
timers 88
times square 22
time to die 52
time to go home 94
time flies 78
time to wake up 54
time is running out 68
time is money 74
time is of the essence 71
time to go 627
time is up 41
time travel 83
time to sleep 29
times are tough 45
time's up 595
time to eat 55
time is money 74
time is of the essence 71
time to go 627
time is up 41
time travel 83
time to sleep 29
times are tough 45
time's up 595
time to eat 55
time is 18
times are changing 28
time will tell 62
times a week 28
times in a row 26
times before 18
time for bed 134
times change 49
times a day 121
times over 33
times are changing 28
time will tell 62
times a week 28
times in a row 26
times before 18
time for bed 134
times change 49
times a day 121
times over 33