Was that him translate Turkish

- Was that him?

O muydu?

Yeah, he was killed the day that you showed up to pay him a visit.

- Evet, öldürüldü. Tam da senin karşısına çıktığın gün.

We had a typical fight over him watching too much football, and he yelled at me to back off, and that's when I told him I was sleeping with Justin.

Çok fazla futbol izlemesinden dolayı kavga ediyorduk "rahat bırak" diye bana bağırdı. İşte o zaman Justin'le yattığımı söyledim.

That perhaps I was angry with him.

Ona kızgın olabilirmişim.

Asher was gonna testify against everyone in this house, so Bonnie told him that she killed Sam in order to save your asses!

Asher bu evdeki herkes aleyhine tanıklık edecekti Bonnie kıçınızı kurtarmak için Sam'i öldürdüğünü söyledi!

What they didn't know is that he was beating me, because I covered up for him again and again.

Tek bilmedikleri beni dövdüğüydü çünkü her defasında pisliğini örttüm.

I-I might recall him saying that he was interested in going.

- Gitmeyi düşündüğünden bahsetmiş olabilir.

He-he said something about a vote, that the party was making him vote a way he didn't want to.

Partisi onu istemediği bir şekilde oy vermeye zorlamıştı.

That was the only dream he had ever had but not a single person came forward to help him fulfill that dream.

Bu onun tek hayaliydi ama bir kişi bile bunu gerçekleştirmesinde yardımcı olmuyordu ona.

He was one of the guys who left with Ben, but that's not the most interesting thing about him.

Ben'le bardan ayrılan adamlardan biriymiş ama enteresanlıklar burada bitmiyor.

I was wondering if you could shed some light on the incident that got him disbarred.

Barodan atıldığı olay hakkında beni aydınlatmanızı umuyordum.

When I first saw him lying on the pavement, I assumed he'd been shot, but this graze wound was the only shot that hit him.

Onu ilk gördüğümde kaldırımda yatıyordu, vurulduğunu sanmıştım ama vücudunda sadece bu sıyrık yaraları var.

I'm having him sign a backdated confirmation that he was my CHS.

Elimde muhbirimken imzaladığı teyitli bir konuşması var.

I got witnesses that will swear they saw me somewhere else when Marley got what was coming to him.

Marley'e olanlar sırasında beni başka yerde gördüklerine yemin edecek şahitlerim var.

The airline texted him that the flight was canceled.

Havayolu şirketi uçuşunun iptal olduğuna dair mesaj atmış.

When I saw it was a Gerwin-Strauss employee's testimony that put him there.

... Gerwin-Strauss'tan bir işçinin masörün hapse girmesini sağlayan ifadesini gördüm.

What if the killer was planning to set a fire that was supposed to look like a gas leak, but then Eddie woke up and walked in on him?

Ya katil gaz sızıntısından çıkan bir yangın gibi görünmesini planlarken Eddie uyanıp onunla karşılaştıysa?

But when you told him you were home alone, that Bella was out at a play date, did he ask if he could come by anyway?

Ama siz ona evde yalnız olacağınızı söylediğinizde,... Bella oyun için dışarıdaydı, yine de uğramak istediğini söyledi mi?

That after our son was kidnapped by Sin Rostro and my ex-fiancé Michael rescued him, that Rafael decided to pay someone off to lie to the police.

Oğlumuz Sin Rostro tarafından kaçırıldıktan sonra, eski nişanlım Michael onu kurtardı ve Rafael bir adam tutup polise Michael hakkında yalan söylemesi için para verdi.

He was proud that she wanted him and married him and all those kinds of things.

Çünkü Steve'i istemiş,... onunla evlenmişti.

No report was prepared by Kocourek about the information that was brought to him by Bergner, is that right? That's correct.

Bergner'ın kendisine aktardığı bilgiyle ilgili bir rapor hazırlamadı.

We told him he could expect people would say that this was just a get-rich effort. That family private matters would now be public, and, you know, don't be too surprised if people say some things about you that you've never even heard before, that are just plain false.

Ona, insanların bu konuyu kısa yoldan zengin olma çabası olarak göreceklerini,... aile içi meselelerin ortalığa saçılacağını,... sağdan soldan kendisiyle ilgili asılsız iddialar duyarsa şaşırmamasını söyledik.

I think he felt that when he got out of prison, if he would've left the state or even ran up to Crivitz and hid out, I think he thought that Manitowoc County was forcing him to do that.

Bana öyle geliyor ki, hapisten çıktıktan sonra Manitowoc Emniyeti onu eyaleti terk etmeye ya da Crivitz'e gidip orada saklanmaya zorluyormuş gibi bir hisse kapılmıştı.

Sergeant Colborn couldn't recall who it was that told him that the case had already been solved.

Çavuş Colborn davanın zaten çözülmüş olduğunu ona kimin söylediğini hatırlamıyor.

- All right. He says as he, Doug Jones, was trying to close the conversation, you told him "that in'95 or'96, Andy Colborn had told Manitowoc County Sheriff, Tom Kocourek, that an officer from Brown County had told Colborn that Allen and not Avery might have actually committed the Beerntsen assault."

- Doug Jones'un dediğine göre telefonu kapamak üzereyken demişsiniz ki, "95 ya da 96 yılında Andy Colborn, Manitowoc İlçe Şerifi Tom Kocourek'in Brown İlçesinden bir memurun kendisine, Bayan Beerntsen'e saldıranın Avery değil de Allen olabileceğinden bahsettiğini söyledi."

All the evidence I know about and the evidence, other evidence, that was presented today obviously are leading to him.

Bildiğim bütün kanıtlar, o kanıt, diğer kanıt, Bugün sunulan, hepsi açıkça onu gösteriyor.

He has indicated in his statement to the authorities that this was a result in large part of being threatened by Mr. Avery, that this was something that was not done willingly by him.

Görevlilere verdiği ifadesinden de anlaşılacağı üzere Bunlar Bay Avery'nin tehditleri sonucu yapılmış şeyler Kendi başına yaptığı şeyler değil.

They told him that they talked to me and it was OK for them to talk to him.

Ona benimle konuştuklarını söylemişler ve onunla konuşmalarının sorun olmayacağını.

It's not that there was a lack of physical evidence to corroborate Brendan, it's that there was a wealth of physical evidence to disprove the statements attributed to him.

Fiziksel kanıt yetersizliğinden Brendan'a doğrulatmadılar, Orada, onun ifadesinin doğruluğunu bozacak kadar, İyi derecede fiziksel kanıt vardı.

That is, it was almost eight months after that conversation with Steven Avery, the first conversation with him in this investigation, that you wrote down what you say he said to you back on November 3.

Yani Steven Avery ile yaptığınız ilk görüşmeden neredeyse sekiz ay sonra bu soruşturma kapsamında yaptığınız ilk görüşmeyi ta 3 Kasımda size söylediklerini ilk defa o zaman yazıya döktünüz.

Because of the information he told us, if there was somebody else that lived out there on the Avery property that would've found out and may have also been involved, we were worried for his safety, that they would somehow get to him and maybe harm him.

Bize verdiği bilgiler nedeniyle, Avery arazisinde yaşayan ve bu işe karışan başka birisi bunu öğrenir diye güvenliğinden endişe ettik. Bir şekilde ona yaklaşıp belki zarar verir diye korktuk.

Would it surprise you that it was in excess of 75 times during the course of the interview that either you or Fassbender said something to him suggesting or directly stating to him, that he was a liar?

Siz ve Fassbender'ın görüşme boyunca tam 75 defa ima yoluyla veya doğrudan doğruya ona yalancı dediğinizi söylesem şaşırır mısınız?

I went down there with the thought that I could be a blessing to him and it turned out that he was a blessing to me.

Oraya giderken onun için moral kaynağı olacağımı düşünüyordum ama o benim için moral kaynağı oldu.

One of those reasons was that you knew that if he did that, that conversation could be introduced against him in court.

O nedenlerden bir tanesi, eğer bunu yaparsa o konuşmanın mahkemeye delil olarak sunulabileceğini bilmenizdi, değil mi?

He was looked so pretty in that, I had to kiss him!

Öyle tatlıtdı ki onu öpmeliydim!

You told him that it was alright to be a painter.

Ve bu şimdiki ressam olmasında büyük fayda sağlamış.

I found this man and told him I was from Jones, and he said that was Mississippi 7th, and so- -

Bir adam buldum ve Jones'dan olduğumu söyledim o da oranın Mississippi 7 olduğunu söyledi. Sonra...

That boat you saw them dump him in, Tatty. Was it a motorboat?

Tatty, onu indirdiklerini gördüğün tekne, deniz motoru muydu?

I heard him screaming, so I went to check, and that's when the "thing" was tossing Fernando all around the room.

Bağırışlarını duyunca kontrole inmiştim. İndiğim anda o şey Fernando'yu duvardan duvara vuruyordu.

And that morning, he called me, and he was begging me to let him apologize.

Ve o sabah, Beni aradı ve özür dileyebilmesi için bana yalvarıyordu.

Well, he was certainly a very colorful character on the world stage Miranda... I grant you that, but I think the genocide... resulting in the deaths of over 10,000 of his own people, men, women and children... probably rather put him on the wrong side of history.

Elbette ilginç bir karakter yapısı vardı Miranda orası su götürmez fakat soykırım kendi halkından 10.000 erkek, kadın ve çocuğun ölümünden sorumlu olması onu tarihin yanlış tarafına koymuştur.

That was him screaming out there, right?

Çığlık mıydı o?

And most believe that that was the end of him.

Ve çoğu kişi, bunun onun sonu olduğuna inanmış.

I had a patient who was addicted to group sex, and he read this book, and it changed him so much that he just recently climbed mt.

Grup seks bağımlısı bir hastam vardı. Ve bu kitabı okumak onu o kadar çok değiştirdi ki geçenlerde Everest'e tırmandı.

He was said to be so beautiful, with a look so powerful that even the pools of water he gazed upon could not reflect his beauty back to him.

Çok güzel olduğu söyleniyor. O kadar güçlü bir bakışı varmış ki baktığı su birikintisi bile güzelliğini yanıstamıyormuş.

When you stop any guy in the street and you ask him who Chuck Wepner was, he'll tell ya, "That guy could take a punch."

Sokakta yürürken birini durdurup Chuck Wepner kimdir, diye sorsanız "Şu dayak yiyen adam." derler.

Mmm-hmm, I was just about to discuss that with him.

- Onunla bunu tartışmak üzereydim.

That was the last time I saw him.

Bu onu son görüşümdü.

We received convincing information that Luis Roldan was in Laos, the Laotian government contacted our ministry assuring us that the information was correct and we asked them to proceed with his arrest and to hand him over to us.

Luis Roldán'ın Laos'ta olduğuyla ilgili güvenilir bilgilerimiz var. Laos İçişleri Bakanlığı bizimle bağlantı kurdu ve bu bilginin doğruluğunu onayladı. Biz de onlardan tutuklamayı yapmalarını ve onu bize vermelerini istedik.

Plomo had promised Durán when he was a kid that if he went off track, he'd take him back to jail.

Plomo çocukken Duran'e eğer yoldan çıkacak olursa onu hapse geri koyacağının sözünü vermişti.

That was the last time I saw him alive.

Bu onu son görüşüm oldu...