Lá Çeviri Fransızca
2,690,121 parallel translation
Size diyebilirim ki bu kişiyi ilk Cathy affederdi.
Je suis le premier à vous dire que Cathy serait la première à lui pardonner.
Bu gece, Yom Kippur'un gerçek anlamı hakkında konuşmak istiyorum.
Je veux centrer la discussion de ce soir autour du véritable sens du Yom Kippour : la recherche de la perfection, la reconnaissance des échecs et la nouvelle recherche.
Cumartesi günah çıkarmaya gitmek, pazar komünyona gitmek ve ertesi cumartesi tekrar günah çıkarmaya ihtiyaç duymak.
Aller à la confession le samedi, participer à la communion le dimanche, et revenir le samedi suivant, en ayant encore besoin de se confesser.
İlk günah yüzünden gözden düşmekten kurtarılmamızla ilgili bir şey değil bu.
Ça n'avait rien à voir... avec le fait d'être sauvé de la chute appelée "le péché originel".
Ve her şey böyle başladı.
Et ça a ouvert la porte.
Dedikleri gibi, gerisi malum.
La suite, comme on dit, on la connaît.
Değerlerimiz, papazlığa olan bağlılığımız, tüm dünyada sevgi, adalet ve barış için uğraşmamız, tüm bu şeyler bizi bir araya getirdi.
Nos valeurs, notre engagement pour le ministère à œuvrer pour l'amour, la justice, la paix dans le monde, toutes ces choses nous ont rapprochés.
Kutsal kitapta bir bölüm vardır. Karanlıktaki her şeyin ortaya çıkmasıyla ilgili.
Il y a un passage dans les Saintes Écritures disant que ce qui était dans les ténèbres sera porté à la lumière.
Eğer bir suç işlediğine dair en ufak bir olasılık olduğunu bile düşünseydim bunun ortaya çıkmasını isterdim.
S'il y avait la moindre possibilité qu'il ait été mêlé à quelque chose de criminel, je voudrais que ça vienne à la lumière.
Gerçekler, hayatlarımızı yüzeyde sorunsuz tutmak için kendimizi inandırdığımız uydurma hikayelerden çok daha önemli.
La vérité est plus importante que toute... histoire qu'on peut se raconter pour garder notre vie... sereine en surface.
Cathy kaybolduktan sonra, okula döndüm ve öğrenci yurdundaydım.
Après la disparition de Cathy, je suis retournée à l'école. J'étais dans le dortoir.
Babamı aradım çünkü o postanede çalışıyordu.
J'ai appelé mon père, qui avait travaillé à la poste.
"Posta mühründe yazan her şeyi söyle bana" dedi.
Il m'a demandé de lui lire tout ce que disait le cachet de la poste.
Babamı arayıp mektubu almaya gelen kişinin polis üniforması giymediğini söyledim.
J'ai dit à mon père que celui qui est venu prendre la lettre n'était pas en uniforme.
Mektubu onlara vermekle doğru olanı yaptın. "
Tu as bien fait en la lui donnant. "
Bunca yıldır onun delil olarak tutulması ve bu yüzden bana verememeleri beni düşündürdü.
Toutes ces années, le fait qu'on m'a dit que c'était un indice, qu'ils ne pouvaient pas me la rendre, m'a fait penser :
Delil olduğunu anlıyorum ve dokunmama izin veremeseniz de acaba bir bakabilir miyim?
Je comprends que ce soit un indice et que je ne puisse pas la toucher, mais pourrait-on... Pourrais-je la regarder?
Okuyabilir miyim? "
Puis-je la lire?
Bulamadıklarını söylediler. Kaybolmuş.
Ils ont dit qu'ils ne pouvaient pas la retrouver.
Mektubun polise verildiğinden de şüphem yok.
Sans aucun doute, elle a été remise à la police.
Mektubun poliste olduğundan şüphem yok.
Sans aucun doute, la police l'avait.
Marilyn Cesnik, Cathy'nin kardeşi, Cathy kaybolduktan sonra bir mektup aldığını söyledi.
Marilyn Cesnik, la sœur de Cathy, a dit avoir reçu une lettre après la disparition de Cathy.
Dediklerinden anladığım kadarıyla mektup kaybolmuş veya yok olmuş.
Je crois comprendre que la lettre a été perdue ou a disparu?
Evet, o mektubu biliyorum.
Oui. Je suis au courant pour la lettre.
Ama bildiğim kadarıyla o mektup delillerin arasında yok.
Pour autant que je sache, la lettre ne fait plus partie des indices.
O delil şehir polisinin elinde olmalı ve biz onu hiç görmedik.
La ville en aurait pris possession. On ne l'a jamais vue.
ŞEF ROBIN TEAL'IN SESİ BALTIMORE İLÇE POLİSİ
VOIX DE LA CAPORALE ROBIN TEAL
Yani Robin, diyorsun ki bu mektup en azından şu an ilçe polisine gelen deliller arasında değil.
Ce que vous dites, je crois, Robin, est que... Vous savez qu'elle ne fait pas partie des indices fournis à la police du comté?
- Raporun bir kopyası var mı?
- On a une copie de la liste?
Yani şehirden bize bir şey yollanmamış.
On n'a donc rien de la ville.
Şehir ofisini arayıp hâlâ delilleri olup olmadığını sormalıyım.
Je vais appeler la ville, pour voir s'ils ont des indices, là-bas.
Şehir ofisinin mektubu bize devredip devretmediğini teyit edemedim.
Je n'ai pas pu vérifier que la lettre nous ait été donnée par la ville.
Yaptığım telefon görüşmelerinden anladığım kadarıyla, şehir polisi bize hiçbir somut delil yollamamış.
D'après ce que j'ai tiré des appels que j'ai passés, nous n'avons jamais reçu de preuves matérielles de la ville.
Şehir polisinin, kayıp şahıs soruşturmasında bulduğu somut delilleri veya belgeleri Baltimore İlçe Polisine devrettiğini sanıyordum.
J'aurais pensé que tout document, toute preuve matérielle qui aurait été retrouvée par la ville pendant l'enquête sur la disparition, aurait été remise au comté de Baltimore.
Mektup elinde mi?
La lettre?
Hayır, mektup değil ama mektuptaki bilgiler elimde.
Non, pas la lettre. Mais j'ai des informations sur la lettre.
- Mektupta yazanı söylüyor mu?
- Ça dit ce que disait la lettre?
Cathy Cesnik'in otopsi raporunu inceliyorum ve anladığım kadarıyla, polis ve Cathy'nin ailesi dışında, başka kimse daha önce bu raporları görmemiş.
Ce que j'examine est le rapport d'autopsie de Cathy Cesnik. Je crois comprendre qu'à part la police et la famille de Cathy, personne d'autre n'a eu l'occasion de le voir.
Cathy'nin kız kardeşi bunu bana yolladı.
Je l'ai reçu de la sœur de Cathy.
Tüm bunları olay hakkında bildiğim şeylerle, diğer insanlardan öğrendiğimiz şeylerle kıyaslıyorum.
Je l'ai analysé en le comparant à ce que je sais de la situation et à ce qu'on sait grâce à d'autres personnes.
Soğuk hava şartlarında kurtçuk bulunmaz. "
Le froid contredit la présence d'asticots. "
Bize söylenilene göre, Baltimore İlçe Polisi, gizli tanığın ifadesindeki bazı detayların mümkün veya doğru olamayacağını belirtmiş.
Les gens nous disent que selon la police du comté de Baltimore, des détails du récit de Madame X n'étaient pas possibles ou pas vrais.
Ben de merak ettim, gizli tanık 1994'te öne çıkıp Rahip Maskell'ın ona Rahibe Cathy'nin cesedini gösterdiğini söylediğinde Baltimore İlçe Polisi onun hikayesini hep mantıksız mı bulmuştu?
Je me demande souvent si, lorsque Madame X est venue en 1994 dire que le père Maskell l'avait emmenée voir le cadavre de sœur Cathy, la police du comté de Baltimore a toujours pensé que son histoire ne tenait pas debout.
Başka bir dedektifin soruşturmasındaki tanığın güvenilirliği hakkında bir yorum yapamam.
Je ne peux pas commenter sur la crédibilité de ce témoin... pour un autre enquêteur.
İçinde kurtçuklar varmış, nefes borusunda ve ağzında.
Il y avait des asticots à l'intérieur, dans la trachée et dans la bouche.
Rahibe Cathy kaybolduğunda hava 13 dereceymiş.
Le jour de la disparition de sœur Cathy, il faisait 13 degrés.
Bu grafik gittikçe yükseliyor.
La courbe s'élève.
Jean'e hep inanmıştım ama gördüğü şeyin gerçek olduğunu kesinlikle kanıtlayan bir delil var karşımızda.
J'ai toujours cru Jean, mais la preuve est très claire, ici, que ce qu'elle dit avoir vu y était effectivement.
Gerçekler apaçık ortada.
La vérité est là, noir sur blanc.
Çok ayin yaparlardı çünkü cemaatin sayısı gittikçe artıyordu.
Il y avait beaucoup de messes car la paroisse était prospère.
Ben de sabah altı veya yedi ayinlerinde çalıştığım için oraya bisikletimle giderdim.
Alors, je faisais la messe de 6 h ou 7 h et je rentrais à vélo.