Zamansız translate Spanish
474 parallel translation
Yeni durumla başedememe, Bir Tanesi'nin babasının zamansız ölümüne yol açar.
La incapacidad de reunir nuevas condiciones, trae la muerte anticipada al padre de La Preciosidad.
Böyle kötü bir günah işlememizin nedeni zamansız bir merak değil... "
"No pecamos gravemente por una inoportuna curiosidad"
Galiba zamansız geldim.
Temo que mi visita sea inoportuna.
Zamansız ölümlerinin başka nedenleri de olabilir. Hayır.
Quizá haya otras razones para sus muertes prematuras.
Umarım zamansız gelmedim Dr. Curie.
Espero no interrumpirlo, Dr. Curie.
Sevgili Bay Chalmers, siz sigortalar birliğini temsil ediyorsunuz, bu iki "İyi Yoldaş" ın zamansız ölümü sizi endişelendiriyor.
- Estimado Sr. Chalmers usted representa a todas las aseguradoras y le preocupa las muertes de esos dos buenos camaradas.
- Evet ama zamansız değil.
- Pero no antes de nuestra hora.
Evet, dediğim gibi, dikkatimi çeken şey Dr. Ashley'in zamansız ölümünden hemen önce burada çok büyük değişiklikler yapmayı planlamasıydı.
Si, como iba diciendo, me llamo la atencion que justo antes de la muerte inesperada de Dr. Ahsley el estaba planeando en hacer algunos grandes cambios aqui en el instituto.
Üvey annenin gerçek yüzü, bu iyi adamın zamansız ölümünden sonra ortaya çıkmış.
Pero cuando el buen hombre murió repentinamente, la madrastra mostró su verdadera forma de ser :
- Zamansızca çağırdığımız için üzgünüm.
- Perdone la molestia.
Bu haberi kamuoyu zamansız öğrenirse neler olabileceğini biliyor musun?
No sabe lo que significaría si el público se enterara antes de tiempo.
Ama bu biraz zamansız olmuyor mu?
¿ Pero no estáis siendo un poco prematuros?
Lordlarım Brockhurst, Finsdale ve Pertwee'nin zamansız ölümleri.
La caída prematura de Brockhurst, Finsdale, y Pertwee.
Atılgan, etkili... Evet, majeste, belası zamansız sonunu getirene kadar.
- Sí, Sire, hasta que la plaga causó su prematuro deceso.
Zamansız ölümünün ardından ağıt yakayım. Lancaster sülalesinden soluk bir kül yığını şimdi.
¡ A tierra vuestra honorable carga mientras derramo un instante mis luctuosos lamentos por las pálidas cenizas de la Casa de Lancaster!
Sevgili Lady Anne cesur prensinizin zamansız ölümünden diğerleri de en az cellat kadar sorumlu değil mi?
Gentil lady Ana, ¿ no es el causante de la prematura muerte de vuestro valiente príncipe tan culpable como su ejecutor?
Çok mu zamansız oldu dersiniz, Binbaşı?
¿ Son absurdos, Intendente?
Belkide zamansız geldim. Siz de şimdi dışarı çıkmak üzereydiniz belkide, hayır mı?
Está a punto de salir, ¿ verdad?
Uzay kadar geniş ve sonsuzluk kadar zamansız bir boyuttur bu.
Es una dimensión tan vasta como el espacio... y tan eterna como el infinito.
O da, üst ranza, New Hampshire nüfusuna zamansız bir ilave ve inatçı bir biletçi vakasıydı.
Y concernía a un bebé que insistíó... en incorporarse a la población de New Hampshire en una litera... en contra de un conductor recalcitrante.
Bay Kaplan'ın zamansız vuruluşu gazetelere de geçti.
La intempestiva agresión al Sr. Kaplan ha adquirido carácter de letra impresa.
İnsanlığın bildiği bu boyutun ötesinde beşinci bir boyut daha vardır. Uzay kadar geniş ve sonsuzluk kadar zamansız bir boyuttur bu.
Hay una quinta dimensión más allá de lo conocido por el hombre,... es una dimensión tan vasta como el espacio... y tan eterna como el infinito.
İnsanlığın bildiği bu boyutun ötesinde beşinci bir boyut daha vardır. Uzay kadar geniş ve sonsuzluk kadar zamansız bir boyuttur bu. Işıkla gölgenin ; bilimle batıl inançların kesişme noktasıdır.
Hay una quinta dimensión... mas allá de lo conocido por el hombre,... es una dimensión tan vasta como el espacio... y tan eterna como el infinito,... es el punto medio entre la luz y la sombra... entre la ciencia y la superstición... y yace en medio del foso de los temores del hombre... y la cima de su conocimiento.
İnsanlığın bildiği bu boyutun ötesinde beşinci bir boyut daha vardır. Uzay kadar geniş ve sonsuzluk kadar zamansız bir boyuttur bu.
Hay una quinta dimensión más allá de lo conocido por el hombre... es una dimensión tan vasta como el espacio y tan eterna... como el infinito.
Uzay kadar geniş ve sonsuzluk kadar zamansız bir boyuttur bu.
Es una dimensión tan vasta como el espacio y tan eterna como el infinito.
Profesör, zamansız olmayı açıklamak zor, ve zamansızlıkta yaşamak daha da zor.
Profesor, es difícil explicar lo intemporal. Y sobre todo, vivirlo.
Uzay kadar geniş ve sonsuzluk kadar zamansız bir boyuttur bu.
Es una dimensión vasta como el espacio, y tan eterna como el infinito.
Onun zamansız ölümüyle ilgili, sizden bir mektup alıyorum ve mektup tamamen ayrıntılardan yoksun.
Recibí un informe de su muerte inesperada el cual no tenía ningún detalle.
Lütfen. - Çok zamansız araya giriyorsun.
Interrumpes a la gente en los peores momentos.
Yunanistan, o sert ve zamansız, taşların bile konuştuğu topraklar - insanlığın cesaretinin, dayanıklılığının ve şanının toprakları.
Grecia, esa tierra dura e intemporal donde hasta las piedras hablan del valor de los hombres, de su entereza, de su gloria.
Ergenlik döneminde geçirdiğin çocuksu davranışlar... halisünasyonlar ve duygusal çürümeler... tarafından karakterize edilmiş... bir çeşit zamansız... bunamaya yakalanmışsın.
Padece una "dementia praecox" que se remonta a la pubertad. Caracterizada por una conducta infantil, alucinaciones y una conducta emocional perturbada.
- Zamansız gelen bir bebeğe.
- Un bebé imprevisto decidió venir.
Sevgili komiserim bu zamansız ziyaretinizi neye borçluyum?
Ilustre sargento... ¿ a qué debo el disgusto de su visita?
Savaşta ölen insanlarımızı, hayata zamansız veda edenleri ve geride bıraktıkları ailelerini düşününce çok derin bir üzüntü duyuyoruz.
Cuando nuestros pensamientos se explayan sobre nuestros súbditos, que murieron en batalla y sobre los que murieron prematuramente y en las familias que dejaron atrás, nos sentimos muy afectados.
Bu çok zamansız.
Es prematuro.
Uyarı, zamansız.
Uno sabe : uno está fuera de tiempo.
bu gecenin cümbüşüyle. korkulu buluşmasına başlayacak sanki. zamansız ölüm gibi alçakça bir cezayla durdurup bağrıma gömülü yüreğimi. son verecek aşağılık hayatıma.
empezará implacable esta temida cita con los juerguistas de la noche y terminará una vida despreciable encerrada en mi pecho con el ultraje de una muerte adelantada.
Zehirden olmuş zamansız ölümü.
Es veneno, que ha sido su fin inoportuno.
Biliyorsunuz, eğer kurtuluş ise zamansız ölüm bir nimettir büyük acı.
Sabe, la muerte prematura sólo es una bendición, si nos exime de un gran sufrimiento.
Evet ama onun cesaretsizliği beni çok zamansız yakaladı.
Sí, y cómo la carencia de descaro de ella [... ] me excusó de ser tan inoportuno.
Çok zamansız oldu bu.
Qué inoportuno.
'Aktif görevden zamansız emekliye ayrılmak zorunda kaldı.' 'Askerlik tarihimizde emekli edilen en genç Tüm General oldu.'
Heridas que provocaron su retiro de la actividad siendo uno de los más jóvenes generales de división de la historia.
- Zamansız ilk-aşama bölünmesi!
- ¡ La separación es prematura!
Zavallı Kontesin ölümü çok zamansız oldu.
La pobre Condesa... bueno, ha tenido un fin demasiado violento.
Bana neredeyse kesin gibi geliyor ki, onun zamansız ölümü... resmen intihar olarak kayda geçecek.
Y considero casi una certeza el hecho de que su prematura muerte sea declarada oficialmente como un suicidio.
Bu zamansız ölümün hepimizi şahlandırıp, daha büyük kararlılık ve bağlılığa ulaştıracağından emin olmalıyız.
Debemos asegurarnos de que su prematura muerte nos estimule a una mayor determinación y dedicación.
Cantor, matematiğin zamansız ve mükemmel mantığının temellerini yıkmıştı.
Cantor había socavado el ideal de una lógica eterna y perfecta en las matemáticas.
Boltzmann'ın formülü ve kaderi ise... fiziğin zamansız düzeni idealinin temellerini yıkmaktı.
La fórmula de Boltzmann y su destino socavaría el ideal de un orden eterno en la física.
Yukarıdan belirlenen düzenli bir evren, öngörülebilir ve zamansız Tanrı vergisi kanunlar.
De un universo ordenado, determinado desde arriba por leyes predecibles y eternas establecidas por Dios.
Zamansız ve mükemmel dünya asla değişmez, fakat ölüdür.
Un mundo perfecto y eterno nunca cambia, pero está muerto.
Artık gidin bayım... Uzun zamansır buradasınız.
Señores, hay que irse, ya les he dejado demasiado.
zamanı 41
zaman 286
zamanında 22
zamanla 88
zaman geçiyor 44
zamanım yok 137
zamanlama 22
zamanın var mı 17
zaman yok 141
zaman doldu 144
zaman 286
zamanında 22
zamanla 88
zaman geçiyor 44
zamanım yok 137
zamanlama 22
zamanın var mı 17
zaman yok 141
zaman doldu 144
zamana ihtiyacım var 37
zamanımız azalıyor 34
zamanın var 16
zamanım var 22
zaman geldi 92
zamanım olmadı 22
zamanımız tükeniyor 18
zamanı geldi 236
zamanı gelince 71
zamanını boşa harcıyorsun 43
zamanımız azalıyor 34
zamanın var 16
zamanım var 22
zaman geldi 92
zamanım olmadı 22
zamanımız tükeniyor 18
zamanı geldi 236
zamanı gelince 71
zamanını boşa harcıyorsun 43