A hundred years translate Turkish
1,445 parallel translation
A farmer lived here with his family a hundred years ago.
Yüz yıl önce ailesiyle birlikte bir çiftçi yaşamış burada..
And you're suggesting that a relative of the chairman raped and strangled a fourteen year old girl a hundred years ago.
Ve sen başkanın bir akrabasının yüz yıl önce ondört yaşında bir kıza tecavüz edip sonrada onu boğduğunu mu söylüyorsun.
Just because it happened a hundred years ago, you can't walk around accusing people without any kind of proof.
yüz yıl önce olmuş bir olay yüzünden, hiçbir kanıtın olmadan insanları öylece suçlayamazsın.
Oh, I hired him a hundred years ago to find out if your father was cheating on me.
Oho! Baban beni aldatabilir diye milyon yıl önce kiralamıştım onu.
I took a first aid course about a hundred years ago,... so I-I-I tried to keep pressure on the wound, but it just kept bleeding, you know?
Yıllar önce ilk yardım kursu almıştım. Yaraya bastırmaya çalıştım ama durmadan kanıyordu.
Vulcan and Earth have been allies for a hundred years.
Vulkan ve Dünya yüz yıldır müttefik.
Enterprise was in the right place, but it was over a hundred years early.
Atılgan doğru yerdeydi... ama 100 yıldan fazla öncesinde.
He's hardly a "kid." He's more than a hundred years old.
Çocuk demek biraz zor.
You humans... really, a hundred years can go by, and you never change.
Yüzyıllar sonra bile insanlar değişmiyor.
It teaches you that whatever you do with your life in a hundred years time no one will give a toss.
Hayatınla her ne yaparsan yap yüz yıl boyunca hiç kimsenin sana şans tanımayacağını öğretir.
That chest is a hundred years old.
O sandık yüz yaşında.
The heart of it is that an industry that went for a hundred years from the days of Edison built the best electrical system in the world, sold the power at reasonable prices to consumers and was very reliable was all of a sudden turned into a casino.
Edison ` un dünyanın en iyi elektrik sistemini kurduğu günlerden beri dünyanın en iyi etkinlik gösteren, kullanıcılara uygun fiyatla satan, endüstrinin kalbi, güvenilir elektrik sistemi adeta bir kumarhaneye dönmüştü.
for the simple reason that he has been abiding for over a hundred years now... in places considerably more remote than Solovki.
Nedeni de çok açık ; yüz bilmem kaç yıldır Solovets'ten çok daha uzak bir yerde kendisi.
We have stood there against the Saracens for over a hundred years.
Orada, müslümanlara karşı, 100 seneden fazladır ayakta duruyoruz.
In a hundred years, no team in the play-offs has ever come back from that.
Yüz yıldır, playofflardaki hiçbir takım bu avantajı boşa harcamadı.
America was not ready to welcome us Negroes as equals seventy years ago and it still ain't, and the way things are goin'it won't be in a hundred years from now!
Amerika, 70 yıl önce hazır değildi biz zencileri eşit kabul etmeye, hâlâ da değil. Gidişata bakılırsa, 100 yıl geçse, yine olmayacak!
My lords, ladies and gentlemen... as a servant of the Honourable East India Company... that has ruled the territories of Hindoostan... for a hundred years...
Lordlarım, baylar ve bayanlar... yüzyıllardan beri... Hindistan topraklarında hüküm süren... doğu Hindistan hizmetkârı olarak.
Astrology predicts that the Company Raj will end in a hundred years
Falcıya göre Raj şirketi 100 yıl içinde bitecekmiş.
And a hundred years, ends this May
Ve 100 yıl dolmak üzere.
It would be such a lesson that no one would dare rise for a hundred years.
Bu da isyancılara 100 yıl yetecek bir ders olacaktı.
They've been saying that for a hundred years.
Bunu 100 yıldır söylüyorlar ama değişen hiçbir şey yok.
We will win, even if it takes a hundred years
100 yılda sürse bu savaşı kazanacağız.
It was a hundred years ago.
Yüz yıl önceydi.
It was Emerson who observed, more than a hundred years ago,
Emerson bir asırdan daha uzun zaman önce gözlemlediği gibi,
No. No, we haven't had a Christmas in a hundred years.
Yüz yıldır Noel kutlamıyoruz.
What? No presents for a hundred years?
Yüz yıldır hediye yok mu?
You've made me feel warmer than I've felt in a hundred years.
Yüz yıldır kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim.
The river's been frozen solid for a hundred years.
Nehir yüz yıldır donmuş durumda.
Winter is almost over, and things do pile up when you've been gone a hundred years.
Kış bitmek üzere. Ve yüz yıldır ortada olmayınca işler birikiyor.
A hundred years from now, a grizzly will find your bones... and pick his teeth with them.
Bundan yüz yıl sonra, bir orman ayısı kemiklerinizi bulup kürdan olarak kullanır.
He must be a hundred years old below the belt, with a 1 00 murders in his career!
Yüz yaşında olmalı ve hep bel altına vurur, kariyerinde 100 cinayet olmalı!
You know, I heard that uh, loggerhead turtles could live to be like over a hundred years old.
Bilirsin ben de duydum şu Caretta caretta'ları. Bin yıldan çok yaşıyorlarmış.
It will take a hundred years, but we'll win.
Yüz yıl sürecek belki, ama biz kazanacağız.
The heart of it is that an industry that went for a hundred years from the days of Edison built the best electrical system in the world, sold the power at reasonable prices to consumers and was very reliable was all of a sudden
Edison un dünyanın en iyi elektrik sistemini. ... kurduğu günlerden beri dünyanın. ... en iyi etkinlik gösteren kullanıcılara uygun fiyatla satan endüstrinin kalbi, güvenilir elektrik sistemi.
A hundred years passed, and my brother and I discovered the new Avatar... an airbender named Aang.
Aradan yüz yıl geçti. Ben ve ağabeyim yeni Avatar'ı bulduk. Aang adlı bir hava bükücü.
Start talking, we don't have a hundred years.
Lütfen konuş, böylece oturup durmayacağız.
For two years Until he's hanged... He'll die a hundred times a night
İpi gerçekten boynuna geçirmelerinden önce... her gece yüzlerce kez asılmış olacak.
Sometimes, a few hundred years will pass before they awaken again.
Bazen tekrar uyanacakları zamandan önce birkaç asır geçiyor.
The probe won't be deployed for more than a hundred years
Sonda 100 yıldan daha fazla bir süre harekete geçmeyecek.
He built this house a hundred and fifty years ago.
Bu evi yüz elli yıl önce inşa etmiş.
That beam is about a hundred and fifty years old.
O kiriş en az 150 yıllık.
The gold was hidden in plain sight, and it stayed hidden for a hundred and twenty-five years...
Altın görünürden saklanmıştı, ve 125 yıl boyunca saklı kaldı...
Like from a hundred thousand years ago.
Yüz binlerce yıl önceden kalma şeyler.
The silk lining's about a hundred million years old... but I'm so in love with it.
İpek astarı 1 00 milyon yıllık. Ona aşık gibiyim.
One hundred and fifty years ago, our scientists were close to creating a viable prototype, only to die before seeing its fruition.
Yüz elli yıl önce bilim adamlarımız uygulanabilir bir prototip yaratmaya yaklaşmışlar. ... gerçekleştiğini göremeden önce ölmüşler.
Sometimes, a few hundred years will pass before they awaken again.
Bazen, uyanmaları birkaç asır sürer.
A hundred million years have passed and the fight for survival has filled the Silurian seas with variety.
Yüzmilyon yıl geçti, ve hayatta kalma mücadelesinin olduğu Silurian denizinde çeşitlilik arttı.
To double again, human information took a couple of hundred years.
Yeniden ikiye katlanması birkaç yüzyıl sürdü.
I doubt any poison's gonna be good after a few hundred years.
Herhangi bir zehirin birkaç yüzyıl dayanacağını sanmam.
A hundred million years.
Yüz milyonlarca yıldır.
A hundred minutes, a thousand years.
Yüzlerce dakika. Binlerce yıl.
a hundred years ago 23
a hundred times 47
a hundred 169
a hundred grand 22
a hundred dollars 25
a hundred percent 36
a hundred bucks 28
years 15110
years ago 5618
years old 4883
a hundred times 47
a hundred 169
a hundred grand 22
a hundred dollars 25
a hundred percent 36
a hundred bucks 28
years 15110
years ago 5618
years old 4883
years later 514
years older than you 21
years of experience 32
years older than me 22
years together 37
years ago today 35
years of age 170
years before 33
years to life 41
years on the job 27
years older than you 21
years of experience 32
years older than me 22
years together 37
years ago today 35
years of age 170
years before 33
years to life 41
years on the job 27